37.Bölüm | Olesko Şatosu

282 27 19
                                    



37.Bölüm
Olesko Şatosu

Aralıksız altı saatlik araba yolculuğunun sonunda Lviv kentinde, Aslan bölgesindeydiler. Sokaklar ıssız, çoğu on dokuzuncu yüzyıldan kalma, barok mimarisiyle inşaa edilmiş evler derin bir uykunun koynundaydı. Ovanın batısında yükselen tepeye kurulmuş Kale rahatça seçilebiliyor, ikinci dünya savaşından kalma yerleşkeyi koruma görevine sanki hala devam ediyordu.

Meran adama kolyeyi çaldığını söylediğinde Ulaç üç saniye boyunca yüzüne bomboş bakmış ardından sinir bozucu bir kahkaha patlatmıştı.
Ne bir onay, ne bir itiraz...

Tüm camların kapalı, kapıların kilitli ve adamın dudaklarının mühürlü olduğu üç buçuk saatlik mesafeden sonra onları dağın tepesine götüren orman yolu boyunca kıvrıldılar.

Olesko Şatosu yemyeşil bir ormanın, taştan kalbiydi.

Doğacak güneşin utangaç parıltıları zaman zaman kaledeki, kulenin sivri yeşil çatısına vuruyor, şafak vakti çiftin peşlerinden geliyordu

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Doğacak güneşin utangaç parıltıları zaman zaman kaledeki, kulenin sivri yeşil çatısına vuruyor, şafak vakti çiftin peşlerinden geliyordu.
Mor sümbül salkımıyla sarılmış kale kapısında onları vestiyer karşıladı. Ulaç Meran'ın çantasını kaptığı gibi arabadan indi. Uyuşan bacaklarına zıt bir çeviklikle vestiyerin yanına ulaşıp, araba anahtarını teslim ettiği gibi kalenin içine girdi.

Ayakları yolunu ezbere biliyor, geçtiği her koridoru, her katı tanıyordu. Burada uzun bir kış geçirmişti Ulaç. Ve arkadaşının ölüm haberini de burada, o kış almıştı. Uzun yıllar sonra ilk kez adımını atmıştı ama şatonun Sobieski ailesinin mülkiyetine açılan kısmında hala tek bir vazonun yeri bile değişmemişti.

Ulaç'ın aksine Meran gibi bir yabancı için şato büyük bir gizemdi. Sümbüllerin kokusu ciğerlerine dolup, bedenini ve zihnini biraz olsun gevşetirken vestiyer arabayı kilitleyip yanına yaklaşıncaya dek kare yapıyı yorgunca seyretti. Kale üç temel bina ve bir kuleden oluşuyordu.

"Hoş geldiniz Bayan Asilkanoğlu," dedi adam. "İsmim Maxim. Uzun bir yoldan geldiniz. Yorgun olmalısınız, size odanıza kadar eşlik edeyim."

"Memnun oldum. Ben de, Meran İşbüke." diyerek düzeltti Meran adamı. "Lütfen bana kendi soyadımla hitap edin, Maxim."

Vestiyerin yönlendirmesiyle binaya girdiler. Zemini mermer döşemeli holün, duvarlarına asilzadelerin portreleri asılıydı.

"Beni şatonun sahipleri hakkında bilgilendirir misin? Geziye gelmeden önce araştıracak vakti bulamadım."

Maxim kafası karışmış bir biçimde durup kadına baktığında Meran bu kez, akıcı bir Rusça ile tekrarladı sorusunu.

"Olesko Şatosu, 17.yüzyıldan bu yana atmosferini korumaya başarmış, ender güzellikteki şatolardandır. İlk önce bölgeyi savunması için bir kale olarak inşaa edilmiş 15.yüzyılın ikinci yarısından sonra restore ettirilerek, asil ailelerin rezidansı olarak kullanılmış. 1629 yılında Polonya Kralı III. Jan Sobieski bu şatoda doğmuş. Derler ki doğduğu gün şatoya bir yıldırım düşmüş ve alimler bu afeti Sobieski'nin başaralı bir adam olacağına delalet saymışlar."

Taş BebekHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin