Enes'in eline tutuşturduğum çorba dolu ufak tencere ve kendi elimde tuttuğum ekmek dolu poşetle Âsiye Teyze'nin evinin önündeydik. Kapı ziline basıp beklemeye koyulmuştuk. Arada bir göz ucuyla Enes'e bakıyor ve hislerini çözmeye çalışıyordum. Abdullah Abi taburcu olmasına rağmen hâlâ mahcubiyeti ve sessizliği geçmemişti. Üstelik artık eve geç gelmiyor, Kardelen'in konusunu hiç açmıyordu. İçinde taşıdığı büyük pişmanlığı çehresinde okuduğum için ona "Ayrıldınız mı?" diye bile sormuyordum. Eğer onu tanıyorsam zamanı gelince, kendini hazır hissettiği anda muhakkak bana içini dökerdi.
Birazdan kapı açıldı. Âsiye Teyze, bizi görünce sevinerek gülümsedi.
"Selamun aleyküm Âsiye Teyze."
"Ve aleyküm selam! Hoş geldiniz... Hoş geldiniz yavrularım. Buyrun geçin."
Aralık olan kapıyı ardına kadar açtı, kenara çekilip içeri geçmemizi bekledi. Ayakkabılarımı çıkardıktan sonra ekmek poşetini bileğime asıp Enes'in elinden çorba dolu tencereyi aldım.
"Rahat çıkar ayakkabılarını ablacım."
Enes, bir şey demeden ayakkabılarını çıkardı. Âsiye Teyze, elimdekilere bakıp, "Ne zahmet ettin kızım, 3 gündür bize yemek pişiriyorsun." diye mahcup bir edâyla sitem etti.
"Olur mu Âsiye Teyze'm. Zahmet değil, rahmet... Ben bunları mutfağa bırakayım."
"Yüce Allah'ım sizden razı olsun binlerce kez..."
Enes, Abdullah Abi'nin dinlendiği odaya, ben ise mutfağa geçtim. Fırından aldığımız sıcak ekmekleri ekmekliğe, çorbayı ise ocağın üzerine bıraktım. Arkamı döndüğümde Âsiye Teyze ile göz göze geldik. Bir sıcak ekmeklere bir de çorbaya baktı.
"Kızım, mahcup ediyorsun bizi. Kendini yormasaydın."
Gülümseyerek, "Yorulmadım ki teyzem..." dedim. "Altı üstü azıcık çorba pişirdim."
Başını yana eğip, "Ah be kızım..." diye mütebessim bir ifadeyle mırıldandı. Devamını getirmedi. Ben de daha fazla mahcup hissetmesin diye konuyu değiştirmeye karar verdim.
"Abdullah Abi nasıl? Biraz kendine gelebildi mi?
Âsiye Teyze, derin bir iç çekerek, "Elhamdülillah daha iyi," diye tevekkülle cevap verdi. Ocağın üstündeki çaydanlığa doğru ilerledi. Üstteki kapağı kaldırıp tezgahın üzerine bıraktı. Sonra içine rafın üstünden aldığı çaydan katmaya başladı. Ben de mutfağın köşesindeki masanın yanına doğru ilerledim. Sandalyeyi çekip oturdum. Masanın üstündeki küçük saksıya ekilmiş fesleğenlere baktım. Kokusu burnuma dolunca yüzüme bir tebessüm yayıldı. İncitmeden yapraklarına dokundum. Âsiye Teyze ise, Abdullah Abi'den bahsetmeye devam etti.
"İyi ama sadece bazen ağrısı oluyor hareket edince. O zaman yüreğime bir acı çöküyor. Sanki benim canım yanıyor, kızım."
Enes'e yıllar boyu annelik yaptığım için bu hissi az çok biliyordum. Bu yüzden iyi hissetmesi için onu teselli etmeye koyuldum:
"Kolay değil ki teyzem... Ben seni anlıyorum. Ama zamanla ağrıları da dinecek inşallah. Sadece biraz sabretmemiz gerekiyor bu süreçte."
"İnşallah yavrum, inşallah..."
Âsiye Teyze iç çekip çayın altını yakmaya koyuldu. Bense fesleğenlerle ilgilenmeye devam ettim. 0nlara dokunup dokunup kokusunu içime çektim. İçime ferahlık veren bir rayihası vardı. Bu yüzden en kısa sürede kendi evimize de bir fesleğen almaya karar verdim.
Ben bu güzel bitkiyle hoş anlar yaşarken Âsiye Teyze Cüneyt'ten konu açtı:
"Hani o adam polisten kaçıyordu ya..."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
leylâ
SpiritualYüreğine kazıdığı bir sızıydı o adam. Her geçen gün canı bir öncekinden daha çok yansa da, her gece başını yastığa koyduğunda gece karası gözlerinden yüzlerce gözyaşı damlası süzülse de, bu sessiz ve yaralayan gönül hastalığından şikayetçi değildi...