|29. Bölüm|

547 50 48
                                    

"Dostum üşüyorum dedin
Üşüme
Korkuyorum -Korkma
Kaçıyorum -Kaçma
Ürperiyorum düşünceden -ürper"

-Cahit Zarifoğlu

***

Mehmet, pencerelere dokundu uzun parmaklarıyla, dikkatlice inceledi. Açtı, baktı, kapattı tekrar baktı. Bense onu izledim; iki gün önce annesinin kalbime ektiği zehirli şüphe tohumları çatlamasın diye ellerimle tohumun düştüğü yeri kazıyordum. Onu oradan çıkarmak ve bir daha kalbime düşmemesi için uzaklara fırlatmak için...

"Kışın soğuk geçirmeyen pencere de taktırırız..."

Elini pencereden çekip perdeyi kapattı, bana döndü gülümseyerek. Ayaklarım üşümesin diye mermer zemine parke döşeteceğini, sobayla uğraşmamak için eve kalorifer döşetip doğalgaz aboneliği için başvuruda bulunacağını ve duvarları da benim istediğim renge boyatacağını söylemişti yarım saatlik kısa ev gezintimizde.

"Çok masraf olacak Mehmet. Hiçbirine gerek yok inanki... Zaten iki oda baştan aşağı değişecek. Başka bir şey yapmasak da olur."

Söylediğimden hoşnut olmamış gibi iç geçirdi. Birkaç adımda yakınıma varıp kollarını belime doladı. Bir an irkilerek elimi göğsüne koydum ve nefesimi tutarak yüzüne baktım. Kalbim, göğsümü tutma ihtiyacı doğuracak kadar hızlı atınca yutkundum. Alnını alnıma dayadı.

"Bunları düşünme Leylâ'm... Sadece bizi düşün."

Beynime çakılıp kalan o kibirli sese karıştı tok sesi.

Ta ki başka birini sevene kadar...

Ama belli olmaz bu işler... Gün gelir, bir bakarsın başkasına düşer gönlü. Bu sefer de seni unutur...

Annesinin kalbime ektiği o şüphe tohumu çatladı hızlıca. Karşımdaki yüz, birden farklı mânâlar taşıdı sanki. Yahut sadece kuruntuydu düşündüklerim. Yine de yenildim. İki elimle göğsüne bastırıp uzaklaştım ondan. Gözlerimde hangi duyguların öldüğünü veya hangi duyguların sancılı bir şekilde doğduğunu bilmiyordum. Mehmet, boşta kalan kollarına, ardından da bana baktı. Çehresi ilk başta hayretle ve bomboş bakışlar kuşanarak çevrildi yüzüme, bir şey anlamamış gibi... Ardından kaşlarını çatıp ne hâlde göründüğünden emin olmadığım yüzüme baktı.

"Leylâ..."

Hayal kırıklığı ile kararır gibi olan yüzü gerildi. "Neden kaçıyorsun?" diye sordu dehşete düşmüş gibi. Neden itiyorsun, der gibi çıkmıştı sesi. Çünkü gerçekten de tüm gücümle itmiştim onu.

Boğazıma yine o iki gün önceki yumru gelip oturdu. Gözlerim yanmaya başladı. Bir anda bitkin düşen bedenimi koltuğa bırakıp hüzne gömülen çehremi iki elimle kapattım. Ve iki gündür Mehmet'e dair zihnimde ve kalbimde biriken tüm kuruntular artık taşacak yer arıyor gibi gözlerimden yaş olarak dökülmeye başladı. Omuzlarım ve göğsüm sarsılıyordu ağlarken. Olmayan ve belki de hiç olmayacak olan bir şey için ağlıyordum. Bunu ona nasıl izâh edecektim?

Gözlerimin önü titreyen ellerimle kapanmış olsa da varlığını karşımda hissettim. Biraz sonra dizlerimin yanında dizlerimi, omzumun üstünde elini hissettim. Ardından sesi merhametle: "Sana n'oldu böyle Leylâ?" deyip fark etmeden sarmaya çalıştı yaralarımı.

"Bilmiyorum..." diye fısıldadım. Gerçekten de bilmiyordum. Annesinin söylediği ve somut olarak şahit olmadığım, sadece bir ihtimalden ibaret olan o söz için ağlıyordum. Yani ortada mantıklı bir sebep bulunduğunu söyleyemezdim.

leylâHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin