"Benim kalbim dumanlı odalarda büyüdü madam.
Yalan yok! yalan asla olmayacak
Çünkü aşkı üstünüze serpiştirip kaçan o yağmur
Bir gün sizi de ıslatacak"-Kemal Sayar
***
Kömürü ve odunları sobaya yerleştirdikten sonra kapağı kapatıp ellerini birbirine çırptı. Ellerini yıkamak için salondan çıktığında hırkamın cebindeki mendili çıkarıp inceledim. Dün gece uyuyamayınca gözlerim ağrıyana kadar bu mendille uğraşmış, sonunda da bitirmiştim. Abdullah, kırgın olmasına rağmen işe gitmeden önce sobayı benim için hazırlamıştı. Yaptığı her şey mahcubiyetimi daha da artıran bir inceliğe dönüşüyordu. Çünkü ben, bunların hiçbirini hak etmiyordum.
Bugün, kahvaltı hazırlamamı istememiş, çevresinde olmama rağmen yüzüme bakmamıştı. Sadece yüzüme bakmasa o da iyiydi fakat sanki hiç yokmuşum gibi davranıyordu. Kırgınlığı çeşitli şekillerde kendini gösteriyordu ve ben, haksız olduğumu bildiğim için 'neden böyle yapıyorsun' bile diyemiyordum.
Mendili tekrar cebime koyup ona verebilmek için içimde bir cesaret kırıntısı aradım. Sanki bu gürültülü sessizliği bozmanın tek yolu buydu. İçeri girdiğinde ve koltuğa bıraktığı montunu aldığında ayağa kalktım. Bana bakmadan giyindi. Ve yine bana bakmadan salondan çıktı. İçimde dolup taşan utanca rağmen suçluluk duygusu daha ağır bastığı için arkasından gidip onu yolcu etmek üzere kapıya kadar vardım. Hava yağmurlu olduğu için ayakkabılıktan botlarını çıkarıp arkası bana dönük bir şekilde giydi.
Düşündüğüm takdirde yapamayacağımı bildiğim için hızlı davranarak: "Allah'a emanet ol" deyiverdim. Çehrem alev alev yandı sanki. Çok utandım.
Yine yüzüme bakmadan: "Sen de..." deyip arkasını döndü. Önceki günlerin mutluluğundan ufak bir iz bile yoktu çehresinde. Şimdi arkasını dönüp gitmeye hazırlanırken geniş omuzlarında ona ağır gelen yükleri görür gibiydim. Tüm bunlara sebep olan kişi bendim. Sanki bunu yeni yeni fark ediyor gibi dehşete kapılmam normal miydi?
Birkaç adım attı ki dayanamayıp "Abdullah!" Dedim. Adımları yere mıhlandı. Bana döndü usulca. Botlarına bakarak söyleyeceğim şeyi beklemeye koyuldu.
Elim hırkamın cebine gitti, sabahtan beri nasıl yapacağımı düşündüğüm o şeyi yaptım. Mendili çıkarıp ona uzattım.
"Bitti de..." dedim güçsüz bir sesle. Gözlerini kaldırıp elimdeki mendile baktı. Bir süre elim havada öylece bekledim. Korktum, endişelendim, heyecanlandım. Birbiri içine girip dolanan onlarca duyguyu ağırladı kalbim. Pek beklemediğim bir cevap aldığımda tüm bu duyguların yersiz olmadığını anladım:
"Arkadaşına hediye edersin..." dedi soğuk bir sesle. Ve merdivenlere yöneldi.
Mendili bir hayal kırıklığını tutar gibi uzun bir süre bırakamadım elimden. İşlediğim güle baktım. Bu hayal kırıklığıyla zamanın akması öyle zor olacaktı ki... Bu yüzden kendime teselliler üretmek istedim. Zaten, dedim içimden. Hiç de güzel olmamıştı. Yanan gözlerimi kırpıştırıp ağlamamak için kendimi sıktım. Mendili hayal kırıklıklarımla birlikte hırkamın cebine sıkıştırmaya çalıştım. Ne yazık ki sığmadılar. Mendil dışındaki her şey tıpır tıpır yere düşüp içeri geçti. Sanırım bugün onlarla vakit geçirmek epey zor olacaktı.
Kapıyı kapatmak üzere bir hamle yapmıştım ki Abdullah tekrar belirdi merdivenlerde. Ayağı birinci merdiven basamağındayken göz göze geldik. Hızlı adımlarla kapının önüne geldi. Gözlerini benden kaçırıp: "Verir misin?" dedi. Eli ensesine gitti çekinir gibi. "Mendili..." diye açıkladı. Sesi az önceki kadar soğuk olmasa bile mesafeliydi. En azından üşümemiştim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
leylâ
SpiritualYüreğine kazıdığı bir sızıydı o adam. Her geçen gün canı bir öncekinden daha çok yansa da, her gece başını yastığa koyduğunda gece karası gözlerinden yüzlerce gözyaşı damlası süzülse de, bu sessiz ve yaralayan gönül hastalığından şikayetçi değildi...