|44. Bölüm|

935 70 72
                                    

"Bir yanında münzevi hıçkıran Leyla kuşu
Sen henüz tanımadın sevda denen yokuşu
Sen henüz yorulmadın yokuşta devler gibi
Yıkılmak üzre olan çaresiz evler gibi
Sen henüz vurulmadın uçarken göklerinde
Sen henüz bir oltaya takılmadan derinde
Karalar bağlamadın; beni anlayamazsın"

-Nurullah Genç

***

Babam, Abdullah'la sohbet ederken ben bir gizi arar gibi dikkatle halıya bakıyordum. Dün olanlardan beri en iyi yapabildiğim şey buydu çünkü. Varlığım sanki git gide küçülmüş ve nihayet yok olmuştu. Sohbetin hiçbir kısmına dahil olmamıştım. Babamın sesini işitene kadar bu sessizliği devam ettirdim:

"Çaylarımızı tazelesene kızım..."

Dalıp gittiğim için fark etmediğim boş bardaklara gereksiz bir telaşla baktım. Hızlıca ayaklandım; bir suç işlemiş gibi elim ayağıma dolanmıştı. Önce babamın bardağını aldım, sonra ise dünden beri bana bakmamaya and içmiş gibi duran adama yöneldim. Gözlerinde sadece benim fark edebileceğim bir kırgınlık ifadesi vardı. Ben ona yaklaşınca elini dizine koyup sıktı ve yüzünü babamın olduğu tarafa çevirip gerildi.

Bardakları soba tablasının yakınındaki yere koyarken kendimi aklayacak sebepler aradığımı fark ettim. Sanki kalbimin en gizli odalarında Abdullah'ın bana olan tavırlarının ne kadar incitici olduğuna dair bahaneler türediğini fark etmek bana kötü hissettirdi. O kapıları tamamen kapatmak ve koca bir haksızlıktan bir haklılık payı inşa etmenin gülünçlüğüne odaklanmak istedim. Böylesi daha utanç verici ve vicdanımı sızlatıcı olsa da; bir yazarın dediği gibiydi: "Bırak hakikat incitsin seni, bir yalan avutacağına."*

Ben de avutmayı bıraktım kendimi. Bu olayda bir haklı varsa o da Abdullah'tı. İçinden fokurdama sesleri gelen çaydanlığı elime aldım. Fakat bir anlık gafletle yaptığım bu hata, pahalıya mâl oldu. Eldivensiz tuttuğum demir sap öyle sıcaktı ki çaydanlığı çığlık atarak fırlattım elimden. O an hem bacaklarımda hem de ellerimde müthiş bir acı duydum.

"Leylâ!"

Babamla Abdullah, yerlerinden sıçradı birden. Refleksle geriye gitmemin sonucunda çaydanlık ayağımın üzerine düşmedi. Fakat yere düşerken bacağıma kaynar suların sıçramasına engel olamamıştım. Canım öyle yanıyordu ki acıdan gözyaşım akmıştı. Sobadan birkaç adım uzaklaşıp yere çöktüm, ellerimle iki bacağımı tutup istemsizce inledim.

"Kızım, eldiven gözünün önünde! O sapı nasıl tutarsın direkt elinle?"

Babamın kızıp bağırmasını dinleyemeyecek kadar çok canım yanıyordu. Sanki biri damarlarımda kızgın bir şiş gezdiriyor gibi çıldırtıcı bir acıydı. İşin tuhaf yanı ise kıyafetimin üzerinden sıçramasına rağmen bu kadar çok canımın yanmasıydı. Eteğimin altında eşofman olmasına rağmen sanki kaynar su çıplak bacağıma değmiş gibi ağrı duyuyordum.

Abdullah, koltuk altlarımdan kavrayıp beni ayağa kaldırırken acıdan kendimi kaybedecek gibi hissediyordum.

"Ben ilgilenirim baba. Çok kötü durumdaysa hastaneye gideriz."

Oflayıp puflayan babamı geride bırakıp Abdullah'ın yardımıyla banyoya geçtim. Klozetin kapağını indirip beni üzerine oturttu. Ellerimi açıp avcuma baktım. Birbirine paralel dört uzun çizgi oluşmuştu ikisinde de. Kızaran çizgiler aynı zamanda kabarmıştı. Belki yanması geçer diye üzerine üfledim ama geçmek bir yana sanki gittikçe daha da şiddetleniyordu. Canımın acısından dolayı ağlamam da şiddetlendi.

Abdullah, ilk önce ayaklarımdan ev terliklerini çıkardı. Ardından yün çorabı. Ne yapacağını anlayınca: "Yapma..." diye fısıldadım. Ne yazık ki dinlemedi. Acıdan başkaca bir itirazda bulunmaya gücüm bile kalmamıştı. Ellerime bakarken bir korku kapladı içimi. Acaba iz kalır mıydı?

leylâHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin