"kitaplara sürdüğüm kapkara lekelerden
bir anlatsam nasıl utandığımı
bir doğrulsam eğildiğim yerlerden
ağarır tanyeri nilüferlerin
alaca bir at koşar içimde
ezer toynakları ile anılarımı"-Nurullah Genç
***
Tüm bekleyişime rağmen karşımdaki adamdan bir ses gelmeyince konuşma zorunluluğu hissettim. Belki de benim için en önemli olan hususu sormanın sırası gelmişti. Boğazımı temizleyerek söze girdim:
"Ben... Birkaç şey sormak istiyorum."
Dalgınlığı hâlâ üzerindeyken sorduğum bu soruya karşılık başını sallayarak, "Tabi," dedi. "Buyrun..."
Uzun parmaklarım bir süre çay bardağının üzerinde anlamsızca gezindi. Kalbimin arka odalarında acı bir his gezinmeye başladı. Enes'in evde söyledikleri aklıma hücum ederken artık sormam gerektiğini hissettiğim o soruyu daha fazla gecikmeden sordum:
"Ben... dini hassasiyetlerinizi öğrenmek istiyorum. Biraz bundan bahseder misiniz?"
Çayını biraz kendinden uzaklaştırdı. Dalgalı siyah saçlarını eliyle geriye itip derin bir nefes aldı. Az önce gergin olan çehresi şimdi biraz daha gerilmişti.
"Açıkçası... Bu konuda benzer hassasiyetler taşıdığımızı söylesem yalan olur. Kendimi olduğumdan farklı biri gibi gösteremem. Dindar bir ailede büyümedim, öyle bir eğitim de almadım. Ama okumayı sevdiğim için bazı konulara az çok vâkıfım."
Göz ucuyla Enes'e baktım, söylediklerini tekrar ve tekrar düşündüm. Sonra avuntularımı, kendime kurduğum teselli cümlelerini düşündüm. Bir şeyler sormak, hayatına bazı şeyleri yerleştirip yerleştiremeyeceğini öğrenmek istedim. Ama nedense bunu yapmaya çekindim. Sanki sorsam sinirlenecek, bunu sormaya haddim olmadığını düşünecek gibi çeşitli zanlar üretiyordum. Onu bu zamana kadar doğru tanıdıysam anlayışla karşılardı beni. Ama ya... Ya gerçekten tanımadıysam... Ya onunla ilgili her şeye toz pembe bir perdenin ardından bakıyorsam... O zaman büyük bir incinmişlik duygusu ile baş başa kalırdım işte... Ve ben, bunu kaldıracak bir güçte değildim.
"Biraz da siz kendinizden bahseder misiniz?"
Bunu sorarken dalgın ve düşünceli olan adama bir süre sessizce baktım. Sanki dağınık zihnini toparlamak için benim konuşmamı istiyordu. İkimiz de buraya ilk geldiğimizden çok farklı bir ruh hâlindeydik. Ve sanki o da tıpkı benim gibi bunun son derece farkındaydı.
Daha fazla sessiz kalmamın anlamsız olacağını düşünerek, "Ben..." diye söze girdim. Nereden başlayacağımı, neleri anlatmam gerektiğini hiç hesap etmemiştim. Bu yüzden plansız bir şekilde aklıma gelen şeyleri üstünkörü anlatmaya başladım.
"23 yaşındayım. Enes'le birlikte yaşıyoruz biz de... Annem biz küçükken bir hastalıktan dolayı vefat etti. Bundan çok bahsetmek bana iyi gelmediği için... üzerinde durmak istemiyorum. Babam evli ve bizden ayrı yaşıyor, küçük bir kızı var Hülya adında. Liseden sonra okumadım, evin sorumlulukları, Enes'in okulu derken... Ama okusaydım..."
İçinde hayallerimin bulunduğu tozlu sandıkları açıp durmanın ne manası vardı ki? Eğer okusaydım ben de edebiyat öğretmeni olmak istiyordum mu diyecektim ona? Bunu bilse ne olacaktı sanki... Buraya bunun için gelmemiştim. Hem... Kendimi fazla kaptırdığım bir rüya gibi geliyordu içinde bulunduğum an. Oysa rüyalarla avunmak zamanı değildi. Ama yine de buradaydım. Burada onun benimle ilgili merakını gideriyordum.
Bir yere varamayacağımızı hissede hissede zorlu bir yolculuğa çıkmanın ne âlemi vardı Leylâ? Neden bunu yaptın?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
leylâ
SpiritualYüreğine kazıdığı bir sızıydı o adam. Her geçen gün canı bir öncekinden daha çok yansa da, her gece başını yastığa koyduğunda gece karası gözlerinden yüzlerce gözyaşı damlası süzülse de, bu sessiz ve yaralayan gönül hastalığından şikayetçi değildi...