"Gizemli bir suskunluğun
Dargın diliyim.
Kan gülleri büyütürüm
Sabır saksılarında."Şükrü Erbaş
***
Kapı zilinin sesi bir uğultu hâlinde kulağıma doluyordu. İlk başta rüya sandığım ve önemsemediğim bu ses, bir zaman sonra daha da netleşmeye ve telaşla çalmaya devam etti. Göz kapaklarımı ağır ağır aralayıp sese dikkat kesildim. Rüya değildi.
"Âh..."
Uykumu alamadığım için hâlâ bitkin olan bedenimi zorlukla kaldırdım. Gözlerimi ovuşturdum. En son içim yana yana Rabbime yakardığımı, sonrasında da uyuduğumu hatırlıyordum.
Bir süre dalgınca etrafı seyrettim. Uykuyla uyanıklık arasında, bir boşlukta sallanıyor gibiydim. Fakat "Abla!" diye derinden gelen o sesi duyduğumda uykum tamamen kaçtı. Enes'in telaşlı ve ağlamaklı sesiydi bu... Ne zamandan beri bana seslendiğini bilmiyordum. Muhtemelen bugün anahtarını almayı unutmuştu. Yoksa birkaç kez çaldıktan sonra meşgul olduğumu ya da uyuduğumu düşünüp kendisi açardı.
Aklıma ilk gelen şey Cüneyt olmuştu. Yoksa ona bir şey mi yapmıştı... Odadan nasıl çıktığımı bilmeden kapıya koştum. Kalbim, korkudan göğüs kafesimden fırlayacakmış gibi hızlı atıyordu. Kapıyı açıp endişeyle yüzüne baktım. Boncuk boncuk terleyen alnı, hızlı hızlı alıp verdiği nefesi, bana bir felaketin habercisi gibi geliyordu. Ve nedense tahminimde yanılmayacağıma dair güçlü bir hissim vardı.
"Ne oldu Enes? Bu hâlin ne böyle? Cüneyt bir şey mi yaptı!"
Ayakkabılarını soyup kendini içeriye attı. Ellerini saçlarından geçirip, "Benim yüzümden... Benim yüzümden..." diye sayıklamaya başladı. Gözlerim dehşetle açılırken onun ardından yürüyüp peş peşe sorular yönelttim:
"Enes, ne oluyor? Ne senin yüzünden! Bir şey söylesene!"
Evin içinde bir ileri bir geri gidiyor ve sayıklamaya devam ediyordu. Sanki kendinde değildi. Bedeni burada ama aklı başka yerdeydi. Beni duymuyor, görmüyordu. Son zamanlarda yaşadığımız şeyleri düşününce korkudan dilim tutuldu. Bir süre sadece onun bu bilinçsizce sayıklamalarını dinleyerek gidip gelmelerini seyrettim. En sonunda kendime geldiğimde dayanamayıp iki omzundan sıkıca kavradım. Gözlerinin içine bakıp, "Kendine gel!" diye bağırdım. "Ne oluyor Enes, bir şey söyle artık!"
Bu ani hareketimle birlikte bakışları bana kilitlenip kaldı. Alnında yoğunlaşan terler yüzüne doğru akmaya başladı. Gözlerinin altında koyu halkalar oluşmuş, yüzü solmuştu. Birden, kendimi bu cevaba hiç hazırlamadığım bir anda, "Abdullah abi..." deyiverdi.
Omzunu tuttuğum ellerim gevşedi. Başımdan aşağı kaynar su dökülür gibi bir irkilme ve acı hissettim.
"Ne oldu Abdullah Abi'ye!"
Öfkeyle söylenmiş bir emir gibi olan soruma karşılık yutkundu. Gözlerini benden kaçırıp, "Cüneyt..." dedi. "Onu bıçakladı."
Aldığım cevapla birlikte beynimde uğultular yükselmeye başladı. Söylediğinin gerçekliğine inanmak istemiyordum. Bu cümlenin bir kabus anında onun dudaklarından dökülmesini arzulasam da öyle değildi. Sadece dehşet içinde, "Ne..." diyebildim. Sanki bütün kelimeler boğazıma dizilmişti. Tepki veremeyen dilime karşı, gözlerimden ardı ardına sıcak ve kahır dolu yaşlar dökülmeye başladı. Enes ise çehresine yapışan o korku ifadesiyle yaşadıklarını anlatmaya çalışıyordu.
"Biz... Biz onunla mahallede karşılaştık... Eve doğru geliyorduk, o arada arkadan bir küfür sesi duyduk. Arkamızı dönmeye kalmadan Cüneyt, Abdullah Abi'yi bıçakladı. Bıçağı bana da saplayacaktı ama boğuştuk... Saplayamadı. Yere düştü. O esnada kahvedeki abiler koşarak geldiler. Arkasından gittiler ama yetişemediler. Biz... Biz de polisle ambulansı çağırdık. O gelene kadar Asiye Teyze'nin de haberi olmuş. Oğlum diye öyle bir haykırışı vardı ki... O da fenalaştı. İkisini ambulansla götürdüler. Bizim de hastaneye gitmemiz lazım abla. Ama önce..."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
leylâ
SpiritualYüreğine kazıdığı bir sızıydı o adam. Her geçen gün canı bir öncekinden daha çok yansa da, her gece başını yastığa koyduğunda gece karası gözlerinden yüzlerce gözyaşı damlası süzülse de, bu sessiz ve yaralayan gönül hastalığından şikayetçi değildi...