|14. Bölüm|

840 65 14
                                    

"Örseli bir bahçenin
Acemi gülüyüm.
Bilmedim bir türlü
Bilemem
Bir mevsimlik rengi ben
Dörde nasıl böleyim."

-Şükrü Erbaş

...

Sohbet bittikten sonra bile Zeyneb Hoca'nın anlattıkları yüreğimde yankılanmaya devam ediyordu. Henüz bu tesir altındayken Asiye Teyze ile birlikte ayaklanıp mutfağa geçtik. El çabukluğuyla misafirler için çayları ve limonlu kekleri hazırladık.

Sevim Teyze, Gül Abla, Refika Abla ve diğer tüm komşulara kek tabaklarını ve çayları dağıttıktan sonra artık apar topar eve gitmekten vazgeçmiştim. Zaten eskisi kadar kimseye gidip gelemediğim için onlardan sıkılıyormuşum gibi bir görüntü sergilemekten çekiniyordum. Çayımla kekimi alıp yine aynı köşeme, kapının önündeki sandalyeye oturdum.

Yıllardır bu mahallede olduğumuz için komşularımızla aynı ailenin bireyleri gibi olmuştuk. Bu yüzden Sevim Teyze'nin kızının yıllar sonra atanmasından ve yaşadığı zorluklardan, Gül Abla'nın köydeki tarla işlerinden veya diğer komşularımızın genel veya özel birçok durumundan haberdardık.

Yine de Asiye Teyze kadar bilgi sahibi değildim. Çünkü genelde evden çıkmayı pek sevmeyen bir yapım vardı. Bu sebeple sohbet, taziye veya hasta ziyaretleri dışında çok fazla birilerine gitmiyordum. Komşularımı sevmeme ve onları ailem gibi görmeme rağmen içime kapanık yapım sebebiyle sık sık ziyaretlerine gidemiyordum.

Son zamanları düşününce; eskiye nazaran onlardan daha çok soyutlandığımı fark ediyordum. Sadece komşularımızdan da değil. Babamdan, Enes'ten, evden, eskiden sık sık gittiğim o kütüphaneden, ilimden... Odaklanamadığım, ilgimi veremediğim, yakınlığımı hissettiremediğim öyle çok kişi ve öyle çok mekân vardı ki...

İşte tam olarak şimdi, henüz sohbetin tesiri tam anlamıyla kalbimden silinmemişken bile Mehmet Hoca'nın serçe parmağındaki yüzüğünü, dikiz aynasından bana olan kısa ve tedirgin bakışını, hediye paketini bana uzattığı o anı, Güneş'in; "abi" diye yükselen neşe dolu sesini ve o adamla doğrudan ya da dolayı olarak ilişkili birçok görüntü ve sesi anımsamaya başlamıştım. Bu görüntüler ve sesler son derece bulanık ve boğuktu. Sanki tüm detayları bir camın ve o cama gerilmiş bir perdenin ardından görüp dinliyormuş gibi... Fakat yine de aklımı meşgul eden tüm bu düşünceler kalbimi acıtmaya yetmişti. Her seferinde ona bu kadar çok yenilmekten ölesiye yorulmuştum.

Kalbimi nasıl eğitecektim?

Ona nasıl söz geçirecektim?

Tüm bu bunaltıcı düşüncelerimi Refika Teyze'nin heyecanlı sesi bir bıçak gibi kesti. Derin bir uykudan uyanır gibi başımı kaldırıp ona baktım.

"Zeyneb hocam, ağzına sağlık. Ne güzel sohbetti o öyle. Tokat gibi geldi valla."

Onun övgü dolu sözlerine karşılık diğer komşular da başlarını salladılar. Birkaç cümle ile Refika Teyze'nin heyecanlı konuşmasını onayladılar. Zeyneb Hoca tevazuyla başını öne eğip çayından bir yudum aldı.

"Estağfirullah, tesiri veren de Mevlâ, biz vesileyiz sadece."

Konu konuyu açıp durdu; bir sürü meseleler konuşuldu, istişareler yapıldı. Bense artık bu odada gittikçe küçülüyormuş gibi hissettiğim varlığımı düşünüp ağlamak istiyordum. Sanki kapana kısılmış gibiydim. Aklımın her zerresi onun tarafından işgal edilmişti. Kalabalıklar içinde bu hislerle boğuşmak öyle zordu ki... Sanki bir şey boğazımı sıkıyor ve nefes almakta zorluk çekiyordum. Bir an önce kalkıp gidesim, dışarıdaki soğuk havayı içime çekip kendime gelesim vardı. Fakat beni kendime getiren başka bir şey oldu.

leylâHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin