"Sonra ses olur
Zamanın idrak incisi ses döner, döner, döner de
Yönelir sebebe
Sebeb ey!"-Erdem Bayazıt
***
Karanlıkta duvarlara ve tavana vuran tek ışık; gece lambasının sarı, titrek ve loş aydınlığıydı. Enes'le birlikte çay içerken eski zamanlara dalıp gitmiştim. Onun göğsüne iyice sindim. Sanki benden ayrılacak gibi tuhaf bir buruklukla saçlarımı okşuyordu. Çayımdan büyük bir yudum alıp koltuğun kenarına bıraktım boşalan bardağı. Başımı kaldırıp Enes'e baktım. Gözleri bir boşluğa sabitlenmiş, dalgın bir hâlde düşünüyordu.
Ona sarılıp kokusunu içime çektim. Uzun süredir vakit ayırmamıştık birbirimize. Öyle çok özlemiştim ki... Çalışmaktan nasır tutan parmaklarına dokundum. Onları merhametle okşadım. Daldığı yerden başını kaldırıp başıma bir öpücük kondurdu. Yaşından büyük sorumluluklar aldığı için erken büyümek zorunda kalan biriydi o. Oysa bilmiyordu. Ona belli etmesem de çehresinde gizlenen hüznü okumak bana ağır geliyordu. Bu yüzden onu terk etmeyecektim. Evlensem bile benim yanımda kalacaktı. Ta ki bir gün kendi yuvasını kurana kadar...
"Enes..." diye mırıldandım on yedi yaşında nasır tutan ellerine dokunurken. "Mehmet'le konuştum." Tekrar göz ucuyla yüzüne baktım. Ellerini saçımdan çekip derin bir nefes aldı.
"Evlendikten sonra burada kalacağız inşallah. Ben seni bırakamam."
Rahatsız olur gibi gözlerini benden kaçırıp kaşlarını çattı. Elini saçlarından geçirdikten sonra beni yavaşça göğsünden çekti. Omuzlarımdan tutup yüzüme baktı.
"Niye böyle yapıyorsun abla?"
Kollarını tutup omuzlarımdan yavaşça indirdim. Ellerini avcumun içine alıp baş parmağımı üzerinde gezdirdim. Hâlâ çatık kaşlarla bana bakıyordu.
"Ben sensiz yapamam Enes..."
Alaycı bir şekilde güldü. Evin içinde gezdirdi gözlerini.
"Bu eski, yıpranmış evde mi? Üstelik ben de sizinle kalacağım?" diye sordu. Fakat bir sorudan çok alay eder gibiydi konuşması. "O kadının bakışlarını fark etmedim mi sanıyorsun? Eve nasıl aşağılayarak baktığını?.. Şu sobaya bile öcü görmüş gibi baktı. Basit bir soba! Hani insanız, ısınıyoruz ya. Hani herkesin maddi durumu eşit olmayabilir. Ama insanız ya hani yine de. İnsan!"
Sanki haftalar haftalar boyu bu anı bekliyormuş gibi öfke patlaması yaşıyordu. Bakışlarıyla bile bizi aşağılayan o kadın şimdi onun karşısındaymış da onunla yüzleşiyor gibi... sanki insan olduğunu ve bu muameleyi hak etmediğini ona haykırıyor gibiydi. Okulda bana söylediklerini duysa, şimdi bu öfkesi kaça katlanırdı; düşünmek bile istemiyordum. Gözleri sinirden kızarmıştı. Sakinleşmesi için: "Enes..." diye mırıldandım. "Sen bana annemin emanetisin... Ben seninle büyüdüm. Bazen abim gibi oldun benim. Bazen dert ortağım." Ellerini tuttum tekrardan, helal para kazanmak için nasır tutan ellerini. Nasırlarından öptüm, yanaklarıma koydum parmaklarını. Sıcacıktı.
"Sen hayallerini bile feda edip bu ellerle eve ekmek getirme derdini üstlendin benim için... Ben senin hakkını nasıl öderim? Evet, bu evde kalacağız inşallah. Annemin hatıraları olan bu güzel evde... Ve evet. Seninle. Sen benim hâlâ minik Enes'imsin. Yumuk yumuk elleriyle, iri masum gözleriyle, sıcacık kollarıyla bana hep mutluluk veren Enes'im..."
Ben konuştukça sert mimikleri yumuşadı. Utanır gibi başını öne eğdi. Fakat gururlu bir hâli vardı hâlâ.
"Size yük olmak istemiyorum abla. Hem belki Mehmet Hoca bunu istemiyor ama senin için kabul etti... Bunu nereden bileceğiz?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
leylâ
SpiritualYüreğine kazıdığı bir sızıydı o adam. Her geçen gün canı bir öncekinden daha çok yansa da, her gece başını yastığa koyduğunda gece karası gözlerinden yüzlerce gözyaşı damlası süzülse de, bu sessiz ve yaralayan gönül hastalığından şikayetçi değildi...