"durup gelmeyince
morfin gibi arıyorum direnmeni
iğne üzerinde yüzün gelip
kuşatmıştı beni
ama düşündükçe Korkmak
yüzünle geldiğiniVe bunları elbette çabucak geçelim sevgilim"
-Cahit Zarifoğlu
***
"Bu nasıl?"
Dikkatle okumakta olduğum kitabı kucağıma bırakıp Mehmet'in telefon ekranından gösterdiği beşiğe baktım. Cibinliği bulunan ahşap bir sepet beşikti. Uyku seti ve yatak da dahil olarak satılıyordu.
"Çok güzel..." dedim gözlerimi ekrandan alamazken. Bana biraz daha yaklaşıp kolunu omzuma koydu. Saçımı öpüp: "Alalım mı?" Diye sordu istekli bir sesle.
Henüz tam belli olmasa da çok hafif bir çıkıntı olan karnıma dokundum. On iki haftalık olmuştu. Üç ayı geride bırakmıştık yani. Mehmet'in gösterdiği beşik, ahşap olduğundan dolayı ve aynı zamanda yatağı, uyku seti hep beyaz renk olduğu için: "Olur..." deyiverdim. Kolunu omzumdan çekerek pantolonunun arka cebinden cüzdanını çıkardı. İçinden kartını çıkarıp bacağının üzerine koydu. Hızlıca sipariş oluşturdu, ödeme yöntemine geçince kartını eline alıp hızlıca girdi bilgileri. Siparişi oluşturup: "Tamamdır" dedi sevinçle.
Yarım saat sonra okula gitmesi gerekiyordu. Bu yüzden kitabı bırakıp başımı göğsüne yasladım ve ona sımsıkı sarıldım. O da elini karnıma götürüp okşadı usul usul. Ara ara saçlarıma minik buseler bıraktı. Kır çiçekleri açtı yeniden saçlarımda. Sanki o çiçekleri koklar gibi burnunu saçlarıma gömdü, uzun uzun kokladı.
Yarım saat nasıl geçti, bilemedim. Kıpırdamayan bedeni hareketlenince ve elini de karnımdan çekince gitmesi gerektiğini anladım. Tatlı bir rüyadan uyanır gibi kaldırdım başımı. İyice mayışmıştım. Yanaklarımı tutup alnıma uzun bir öpücük bıraktı.
"Geç kalmayayım..." diye mırıldandı gülümserken.
"Geç kalma..." dedim gülümseyerek.
Bir süre gidemedi, ben de kalkamadım, kalkasım da yoktu zaten. Sonra derin bir nefes alıp ayaklandı. Koltuğun kenarındaki ceketini alıp hızlıca giydi. Çalışma masasının üzerindeki birkaç kalın kitabı kucaklarken: "Bir şey lazım mı gelirken?" Diye sordu.
"Hayır."
"Canın bir şey çekerse mesaj at, gelirken alırım" dedi odadan çıkarken. Ardından yürüyüp: "Tamam, atarım" dedim gayriihtiyari gülümseyerek. Kapıya vardığında telefonu çaldı. Aramayı cevaplandırıp kulağına götürdü.
"Efendim hocam?"
...
"Evde hiç rastlamadım, emin misiniz?"
...
"Tamam, okula gelince bakalım bir dolaba da. Dediğiniz gibi, belki oradadır."
Telefonu kapattıktan sonra ayakkabılarını aldı. Tesettürüm olmadığı için, kenara geçmemi bekledi. Yan tarafa, kapı açıldığı zaman görünmeyeceğim kısma geçtim. Aniden gelen bir cesaretle bu sefer ben durdurdum onu. Traşlı yüzüne hızlı bir öpücük kondurup: "Allah'a emanet ol" dedim ısınan yüzümü eğerek. Böyle şeylere pek cesaret edemediğim için o da şaşırmış gibiydi.
"Her zaman bekleriz" deyip aynı şekilde hızlıca öptü ısınan yanağımı. Gitmeden önce gözleri kısılıp dişleri görünecek kadar içten bir şekilde güldüğünü gördüm yan taraftan. Kapıyı kapattığımda ve gözlerimin önünden onun son görüntüsü silindiğinde bugün yapmam gereken her şey sırasıyla zihnime hücum etti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
leylâ
SpiritualYüreğine kazıdığı bir sızıydı o adam. Her geçen gün canı bir öncekinden daha çok yansa da, her gece başını yastığa koyduğunda gece karası gözlerinden yüzlerce gözyaşı damlası süzülse de, bu sessiz ve yaralayan gönül hastalığından şikayetçi değildi...