"Ruhsatlım sevdamsın berigel
Kanın höpürtülü başın dik
O seven yuyan bakışınla
İçimi yu mermer döşegel"-Cahit Zarifoğlu
***
İnsanı büyüten neydi? Acıları mı? tecrübeleri mi? Hataları mı? Yoksa doğruları mı? Bundan tam olarak emin olamasam da büyümem için hatalarımın bir basamak olduğunu fark ediyordum. Neredeyse evlendiğimden beri beni yiyip bitiren şu kuşku, belki de en büyük hatamdı. Ve şu iki günde büyümüştüm sanki. Mehmet'in kırgın çehresi benden başka bir tarafa dönünce, arkası dönük bir şekilde yatakta kıvrılınca ve nihayet sabah olup hiçbir şey yemeden evden çıkınca...
Kurulmuş bir robot gibi hissizce yaptım her ne yaptıysam. Yerleri bomboş bakışlarla süpürdüm ve sildim. Kirli sepetindeki beyaz renkli çamaşırları makineye atarken, kitaplığın tozunu alırken ve yemek yaparken o boşluğun içinde yuvarlana yuvarlana bitkin düştüm. Saat nasıl ilerledi, bilemedim. Ondan nasıl özür dileyeceğimi bile planlayamadım. Eve geldiğinde mahcup bir edayla açtım kapıyı.
"Hoş geldin..." dedim gücünü yitiren sesimle. O ise tıpkı dün gece olduğu gibi soğuktu. Öyle ki: "Hoş buldum" derken üşüdüğümü hissettim. Daha önce hiç böyle görmemiştim onu. Böyle kırgın, böyle soğuk ve böyle benden kaçarken. İrili ufaklı ağrılar saplanıyordu yüreğime. Ona söylediğim ağır sözler kulağımda yankılanıyor ve beni derin bir vicdan azabının eşiğine bırakıyordu.
Elini yüzünü yıkadıktan sonra odaya geçince ben de arkasından odaya geçtim. Tuhaf bir şekilde ne yapacağımı hâlâ bilmiyordum. Ama aynı evde birbirimizden kaçıp durmayı da istemiyordum.
Ceketini çıkardı önce. Sonra gömleğinin düğmelerini çözdü arkası bana dönükken. Yatağa oturup arkamı döndüm ve stresle beklemeye koyuldum. Derin bir nefes alış veriş sesi duyduğumda arkamı döndüm. Eşofmanlarını giymiş, elindeki kirli kıyafetlerle birlikte odadan çıkmaya hazırlanıyordu. Koşar adımlarla yanına gittim. O, kapı kulpuna dokunmadan önce ben omzuna dokundum.
"Mehmet..." deyiverdim gün boyu her şeyi içime atıp durmaktan dolayı ağlamaklı çıkan sesimle. "Lütfen böyle yapma..."
Başını eğdi, elindeki kıyafetleri sıktı. Uzun sayılabilecek bir sessizliğin ardından arkasını döndü. Beni kahreden bir bilinçle gözlerini gözlerime dikmekten özellikle kaçındı. Ellerinde kıyafetler olduğu hâlde iki kolunu kaldırıp neşeden uzak bir şekilde güldü.
"Ne yapmayayım Leylâ?"
"Ben yokmuşum gibi davranma..." dedim. Gözlerimden birer damla yaş akıp giderken ona bir adım daha yaklaşıp aramızdaki mesafeyi biraz daha kapattım. "Dünden beri kaçıyorsun. Bir kez bile yüzüme bakmadın. Korkuyorum artık."
"Beni itham ettiğin şey Leylâ..." dedi kırgın bir sesle. Kıyafetlerini fırlatır gibi yere bırakıp: "Seni aldatıyorum gibi tepki verdin dün bana." Diye devam etti. Sanki bu anı bekliyor, içini dökmek için can atıyordu. Kırgın olduğunu biliyordum lakin bu kadar dolmuş olduğunu hiç tahmin etmemiştim. Gözleri kızarmış, o anı tekrar hatırlıyor gibi öfkelenmişti.
"Ne dediysem inanmadın. O kişi nişanlı olmasaydı inanmayacaktın da... Söylesene, güven olmadan nasıl ilerler bir ilişki? Benim gözüm senden başkasını görmezken sen bana güvenmiyorsun Leylâ. Bugün okula gittim ve her şeye rağmen yine seni özledim. Ama sadece bu yeter mi Leylâ? Sevmek, özlemek... Bunlar sağlıklı bir ilişki için yeter mi; sen söyle... Belki bir gün gelecek ve yine sen beni dinlemek yerine zihninde kurduğun senaryoya inanacaksın. Güven de olmasa bu evlilik nasıl yürür Leylâ?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
leylâ
SpiritualYüreğine kazıdığı bir sızıydı o adam. Her geçen gün canı bir öncekinden daha çok yansa da, her gece başını yastığa koyduğunda gece karası gözlerinden yüzlerce gözyaşı damlası süzülse de, bu sessiz ve yaralayan gönül hastalığından şikayetçi değildi...