|12. Bölüm|

1.4K 101 35
                                    

"Çocukken gün battı mı, bir köşede ağlardım;
Nihayet döne döne aynı noktaya vardım."

-Necip Fazıl Kısakürek

***

Elimde annemden yadigâr kalan ahşap tesbih, dilimde yüreğimin ateşine su serpen zikirler vardı. Zikrettikçe yüreğim genişliyor, içim gittikçe rahatlıyordu. Koridorun ışığını yakmıştım sadece... Şimdi yalnızca koridordan odama yansıyan ışıkla yetiniyordum. Bu loş ve sükûnet dolu odada Rabbime içimi dökmek yaralarıma merhem oluyordu.

Zikrim bitip de ahşap tesbihin imamesine geldiğimde derin bir nefes aldım. Son kez "La ilâhe illallah" deyip tesbihi usulca yere bıraktım. Krem renkli yıpranmış seccademde az evvelki secdelerin izi vardı. O secdeleri uzun uzun düşündüm. Sanki onca gönül yorgunluğu bir secde ile dağılıvermişti. Ufacık bir rüzgârda dahi savrulan ben, secdedeyken Allah'a olan yakınlığın idrakiyle bir zırha bürünmüş gibi güvende hissetmiştim. Secdede çokça yaşadığım bir histi bu. Çünkü ne yaşarsam yaşayım dünyevî şeyleri namazda düşünmek ve ibadetimi bilinçsizce edâ etmekten hep korkuyordum. Bu aralar o huşuyu yakalamak için nefsimle büyük bir mücadele versem de Allah'ın yardımı benimleydi. O yardımı kimi zaman başucumda, kimi zaman omuzlarımda, kimi zamansa avuçlarımda hissediyordum. Böyle anlarda aslında hiçbir zaman yalnız olmadığımın şuuru zihnime hece hece nakşoluyordu. İşte bugün de o günlerden biriydi. Omzumdaki tüm yükler, bir teheccüd vakti Rabbe eğilen başımdan aşağıya kayıp gitmişti. Namaz boyu devam eden bir hafiflikti bu. Namaz boyu devam eden bir güven duygusu...

"Bismillah" deyip ayaklandım. Koridorun ışığını kapatıp tekrar odama geçtim. Şimdi sadece sokak lambasından yansıyan ışık kadar cılız bir aydınlık kalmıştı odada. Yatağa geçip uzandım. Yorganı boğazıma kadar çekerek düşünmeye başladım. Mehmet Hoca'nın son mesajı aklımdan çıkmıyor, sürekli olarak gecelerimi bölüyordu. Bir cevap yazmadığım ve onu engellediğim için pişman değildim. Sadece içime tamamlanmamış bir duygunun acısı oturmuştu. Bazı şeyler yarım kalmış, bir bıçağın keskin tarafıyla birden kesilmişti sanki. Ve nefsim, tüm tehlikesine rağmen yarıda kalan o duyguları yaşamayı arzuluyordu. Her ne kadar onu ve ona dair birçok şeyi merak etsem de doğru olan şeyi yaptığıma olan inancım tamdı. Kendimle öyle çok mücadele veriyordum ki... Bazen tam bir yanlışın kıyısına gelecekken bir şey beni tutuyor ve o yanlışa doğru gitmemi engelliyordu. O şey, içimdeki korkuydu. Allah'ın rızasını kaybetme korkusu... Bu korku beni birçok kötülükten alıkoyuyordu. O da olmasaydı belki de şimdi çoktan nefsimin esiri olacaktım.

Evet, birçok şeyin farkındaydım. Ama artık farkında olmak yetmiyordu bana. Çünkü farkında olmama rağmen gözyaşım dinmiyor, içimdeki acı bir türlü azalmıyordu. Sürekli onu merak ediyor, ne halde olduğuna ve ne hissettiğine dair tahminlerde bulunuyordum. Bunu yapmak beni daha da güçsüz düşürüyordu. Çünkü aklıma yüzlerce sahne, yüzlerce tahmin geliyordu. Hangisi doğruydu, nereden bilebilirdim ki...

Perdenin arasından odaya dolan cılız ışık huzmelerini seyrederken içime tekrar o tarifini yapamadığım acı oturdu. Ağlamamak için dudaklarımı ısırdım. Yine de olmadı. Titreyen dudaklarımın arasından kesik kesik hıçkırıklar firar etti. Enes sesimi işitip de uyanmasın diye yüzümü yastığa yaklaştırıp nefesimi tuttum. Tüm çabam ağlarken sesim benden habersizce yükselmesin diyeydi. Sessizce, ağrıyan göğsüme elimi bastırarak uzun müddet ağladım. Ama acı oradaydı. Her ne kadar gitsin diye bastırsam da beni terk etmiyordu. Ve hissediyordum, uzun bir müddet orada kalmaya devam edecekti...

***

Babamın eli Hülya'nın saçlarında, gözleri ise bendeydi. Buraya geldiğinden beri alıştığımız birkaç cümle dışında pek konuşmamıştık. Benden kaynaklanan bir isteksizlikle suskunduk. O ise hâlimdeki değişimi fark etmiş gibi dikkatlice bana bakıyor ve sanki bunun nedenini anlamaya çalışıyordu. Çünkü bu seferki suskunluğum öncekilerden çok çok farklıydı. Daha dalgındım sözgelimi. Hülya'nın saçlarına bakınca aklıma Güneş geliyor, Güneş'in utangaç tebessümlerini hatırlayınca ise bir anda Mehmet Hoca gözümün önüne geliyordu. Fakat onunla son yaşadıklarımız aklıma gelince bu dalgınlık hâli çok daha uzun, çok daha meşakkatli sürüyordu. Birden ter basıyordu vücudumu, kalbimi bir acı kaplıyor, ellerim saklanacak yer arıyordu. Öyle bir mahcubiyetle eğiliyordu ki başım, sanki etrafımdaki herkes düşündüklerimden haberdarmış gibi bir utanç duyuyordum. Oysa kimseye bu sessiz gönül hastalığıyla ilgili bir şey anlatmamıştım. Boşu boşuna kapıldığım ve belki de fark etmeden kendimi ele verdiğim bir kuruntuydu bu. Peki niye tüm bunları bilmeme rağmen bu hâlden kurtulamıyordum? İşte bunu hiç bilmiyordum.

leylâHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin