"Telgrafın tellerini kurşunlamalı"
Öyle değildi bu türkü bilirim
Bir de içime
-Her istasyonda duran sonra tekrar yürüyen-
Bir posta katarı gibi simsiyah dumanlar dökerek
Bazan gelmesi beklenen bazan ansızın çıkagelen
Haberler bilirim mektuplar bilirim.-Erdem Bayazıt
***
2 Hafta Sonra...
Aynadaki suretimi uzun süredir inceliyordum. Uzun kestane rengi ıslak saçlarıma, buğday tenime, iri gözlerime dakikalardır dikkatle bakıyordum. Görüşme gününü ayarladığımız zamandan beri aynaya daha çok bakıyordum.
İlk defa onunla yüz yüze uzun bir görüşmem olacaktı. Telefonla bile konuşurken son derece çekinen ben, uzun bir konuşmayı nasıl sürdürecektim? Yahut o bana bakınca bu sefer nereye saklanabilecektim?
Elimdeki tarağı banyo dolabına koydum. Derin bir iç çekip aynanın önünden çekildim. Tararken yere düşen saçlarımı alıp peçeteye sardım ve çöp kovasına attım. Her hareketim sanki benden bilinçsizce, bir zorunluluğun gereği olarak meydana geliyordu. Sabahtan beri stres atmak için yaptığım temizlikte bile bunu sezmiştim. Kalbimde büyük bir huzursuzluk duyuyordum. Oysa iki haftadır bu günün gelmesi için gün sayıyordum.
Çok düşünmekten başım ağrımaya başlamıştı. Aynı zamanda banyodan sonra müthiş bir uyku bastırmıştı. Lavanta yağı döküp sildiğim ve hâla buram buram kokan uzun koridorumuzu aşıp odama girdim. Kapıyı açar açmaz yatağımın üzerindeki seccade ve tesbihimle karşı karşıya gelmiştim. Sanki yüreğimin içinden bir ses bana, attığım bu adımın doğru olmadığını fısıldıyordu.
Önüme gelen ıslak saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırıp yatağa oturdum. Annemden yadigar kalan renkleri solmuş seccademe dokundum, onu okşadım, elime alıp kokladım.
"Anne... Burada olsaydın sana danışırdım. Sana onu anlatıp fikrini alırdım."
Bir an annemin kokusunu alır gibi olduğum seccadeyi göğsüme bastırdım. Ardı ardına akan gözyaşlarım, sanki annemin omzuna akıyordu. Onu öyle çok özlemiştim ki...
Kendimi yatağa bırakıp ağladım, ağladım... Neye niçin ağladığımı bile tam olarak bilmeden... Niye birden böyle hissetmiştim? Birazdan Enes gelecek ve hazırlanacaktı. Dün bunun için çalıştığı yerin ustasından izin bile almıştı. Birlikte okulun önüne gidip Mehmet Bey'i bekleyecektik. Oradan görüşeceğimiz yere doğru yola çıkacaktık. Mutlu olmam gerekmiyor muydu? Her şey yolunda gibi görünmesine rağmen ters giden bir şeyler varmış gibi hissetmemi anlamlandıramıyordum.
Mide bulantım gittikçe artıyor, bu bulantılara bir de kusma isteği eşlik ediyordu. Tüm bu ağır gelen hislerin tesirinden kurtulmak için yorganın altına girdim; gözlerimi kapattım, kendimi derin ve uzun bir uykuya teslim ettim.
***
Kapı tıklama sesi ve derinden işittiğim bir "abla" sesiyle gözlerimi açtığımda sırtımda ve başımda hafif bir sızı vardı. Gözlerimi ovuşturup saate baktığımda yaklaşık iki buçuk saattir uyuduğumu fark edip yorganı üzerimden çektim. Uyuduğum saatler içinde kurumuş olan saçlarım kabarmış, vücudum tatlı tatlı mayışmıştı.
"Abla?"
Her ne kadar yorganın altından çıkmak istemesem de Enes'in endişeyle yükselen sesini duymak beni ayaklandırdı. Kapıyı açtığımda korkmuş bir ifadeyle bana bakıyordu.
"Uyuyor muydun? Kaç kez seslendim duymadın, korktum bir an..."
Uzun süre uyumaktan dolayı çatallaşan sesimle: "Bayağı derin uyumuşum," dedim. "hiç duymadım."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
leylâ
SpiritualYüreğine kazıdığı bir sızıydı o adam. Her geçen gün canı bir öncekinden daha çok yansa da, her gece başını yastığa koyduğunda gece karası gözlerinden yüzlerce gözyaşı damlası süzülse de, bu sessiz ve yaralayan gönül hastalığından şikayetçi değildi...