|5. Bölüm|

1.8K 135 150
                                    

"Bir şairdim ben 
Kalbimi büyüten dumanlı odalarda 
Benim kalbim dumanlı odalarda büyüdü madam.
Yalan yok! yalan asla olmayacak 
Çünkü aşkı üstünüze serpiştirip kaçan o yağmur 
Bir gün sizi de ıslatacak"

-Kemal Sayar


**

Saçlarımı ağır ağır tararken aynadaki yansımama bakıyordum. Gözlerimde, her saç tarayışımda olduğu gibi ağır bir hüznün resmi vardı. Bazı anıları zihnimden ve kalbimden silip atamamanın acısı çok derindi. Hatıralar olmasaydı, acı da olmazdı belki. Annemi hiç görmemiş olsaydım, onun müthiş şefkatini tatmamış olsaydım, onunla irili ufaklı unutulmaz 'anı'lar biriktirmeseydim... Belki o zaman her şey daha kolay olacaktı benim için.

Annem, çok severdi saçlarımı. Bu uzun ve kestane rengi saçları belki hayatı boyunca iki ya da üç kez kesmişti. Şu an aynalı şifonyerin önünde, plastik taburenin üstünde soğuk bir hisle otururken arkamda annemin görüntüsünü canlandırmaya çalıştım. Elimden tarağı aldı. Tebessüm etti. O tebessüm edince benim yüreğim genişledi, içim ısındı. Tarağın dişleri sanki bir pamuk gibi acıtmadan ve hissettirmeden saçlarımda gezinirken annem bana tebessüm etmeye devam ediyordu.

"Ne olursa olsun kesme bu saçlarını. Büyüdüğün zaman, evlendiğin zaman... Ne zaman olursa olsun. Kessen bile canlanması için çok az kes. Tamam mı yavrum?"

Görüntü giderek silikleşerek kayboldu. Tarak bu sefer benim elimdeydi.

Bu gerçeğe ne zaman alıştığımı anımsamıyorum. Oysa belki de şu dünyada annesine en düşkün olan evlatlardan biriydim ben. Nasıl dayanabilmiştim? Yıllardır annemin eli değmemişti saçlarıma. Zaten saçlarım da o günden beridir canlı değildi. Sanki zorla tutunuyorlardı saç diplerime. Annemin vasiyetini yerine getirmek istercesine zorunlu bir tutunmaydı bu. Benim, Enes için hayata tutunduğum gibi...

Ama nasıl alışmıştım bu gerçeğe, bir anımsasam...

Yıllardır o müşfik sesten mahrumdum. Daima hüznü barındıran o kara bakışlardan... Sabah kalktığımda kahvaltı sofrasında gördüğüm o nurlu yüzden... Her akşam yatmadan evvel yanağıma bırakılan şefkatli öpücüklerden...

Ben bu gerçeğe nasıl alışmıştım?

"Elhamdülillah..." diye mırıldanıp tarağı şifonyerin üzerine bıraktım. Saçlarımı örerken, "Elhamdülillah." demeye devam ediyordum. Kendimi isyanın eşiğinde bulduğum zaman uyguladığım bir yöntemdi bu. Allah'ın nimetlerini kendime hatırlatıp hamd ederdim. Zayıftım. Aciz ve günahkâr... Bu yüzden her zaman bunu uygulayabildiğim söylenemezdi. Ama çoğunlukla uygulamaya gayret ederdim.

Alışmak da Allah'ın bir nimetiydi. Alışmadığım sürece yaşayamazdım. Yüreğime güç veren Rabbim ne yüceydi. Unutmamam lazımdı. Her şeyi unutsam bile Allah'ın nimetlerini unutamazdım. Nankörlük, belki de en illet hastalığımızken ben bu hastalıktan sakınmak için elimden geleni yapmalıydım. Unutursam yahut yanılırsam da sığınacağım zât yine O'ydu. O'ndan başka kimsemin olmadığını gün geçtikçe daha iyi idrak ediyordum. Bu bile başlı başına bir şükür sebebiydi.

Saçlarımı örüp eşarbımı taktım. Ayağa kalkıp tarağımın dişleri arasına takılan saç tellerini çektim ve iki avcumda yuvarladım. Odadan çıkıp elimdeki saç tellerini banyodaki çöp kovasına attım. Örgüm, ben yürüdükçe eşarbımın altından sallanıyordu. Çocukken bu sallanıştan mutluluk duyardım. Çocukluk, belki de nankörlük ne demek bilmediğim en güzel zamandı.

leylâHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin