"Sendin bana gelen aynalarla
Sendin bana gelen sendin"-Sezai Karakoç
***
Bazı hâdiselere mânâ giydirmek çok zordu. Onun sevgisini kalbimde hece hece büyütürken yahut aramızdaki derin uçurumu engelimiz olarak görürken; bir gün onunla bir yuva kuracak olmaya asla inanamazdım. Hep yara olarak kalacak sanmıştım yüreğimde. Hüznün diğer adı o olacaktı benim için. Yudum yudum içtiğim sabır, onun acısını dindirmek için tek ilacım olacaktı.
Fakat gün geldi. Birlikte bir gelecek düşünemediğim o adamın gelişi ve göğsüne savrulan bir kâğıt parçası her şeyi bambaşka bir hâle getirdi. Kararlıydı. Daha önce hiç görmediğim kadar kararlı... Eskiden bir araya gelmesi çok güç olan iki ihtimaldik. Gün geldi çılgın dalgalar duruldu, sakinleşti. Öğrendiklerim, duyduklarım ve o çehrede gördüğüm mânâlar değişti. Hatta ben bile değiştim. Kendimi aylar sonra, onun yanıbaşında buldum. Üstelik eşi olarak...
Hoca dualar ettikten sonra artık Allah katında evli olduğumuz gerçeğiyle yeni yeni yüzleşiyor gibiydim. Sinsi bir endişe geziniyordu kalbimin saklı köşelerinde. Hayatını değiştirmeyi bile göze almış bu adamın, bir gün olur da fikri değişir diye sarsıldım bir an. Birinin beni teselli etmesini bekledim. Ancak yüreğime su serpecek olan bir annem yoktu. Babam ise duygularımı anlamaktan çok uzak bir noktada duruyordu. Evimizin son hâlini düşünüyor gibi dalgın bir hâli vardı. Enes zaten kendinde bile değil gibiydi. Evlenmemizden hoşnut olup olmadığını anlayamıyordum.
Mehmet...
Ona bakmaya ise henüz cesaret edememiştim. Sanki yüzüne baktığım an tereddütlerimi okuyacak ve hayal kırıklığı ile bana sitem edecekti. Anne ve babasını nikâha çağırmamıştı. Hatta haberleri olduğundan emin bile değildim. Bir tek resmî nikâh tarihinden haberdarlardı. Neden onları getirmediğini söylemese de artık sezer gibi oluyordum. Sanki annesine yenilmemden ve bu evlilikten vazgeçmemden korkuyordu. Şimdi muhtemelen tüm korkularının geçtiği o noktadaydı. Hocayla el sıkışıp onu yolcularken, babamla ve Enes'le sohbet ederken; sesi telaşsız bir heyecanla doluydu.
Asiye Teyze'yi düşündüm. Onunla vedalaşırken anlattığım nikâh meselesini muhtemelen şimdi Abdullah Abi de öğrenmişti. Daha dün akşam bize koşulsuzca yardım eden o ailenin yüreğine bugün kor bir ateş düşürmüştüm ben. Bu yüzden vicdanî bir sızı duyuyordum. Çünkü Asiye Teyze'nin yaşla dolan gözleri ve eve ne zaman döneceğimizi sorarkenki ses tonu, sanki gitmemi istemediğinin bir kanıtı gibiydi.
Elimde olmadan üzdüğüm insanların vebalini boynumda hissediyordum. Oysa bu zamana dek ne Abdullah Abi'ye ne de annesine, evliliğe dair ümit verecek hiçbir tavır ve konuşmam olmamıştı. Küçüklüğümüzden beri hep yanımızda oldukları için şimdi benim yüzümden acı çekiyor olmaları suçlu hissettiriyordu. Bundan nasıl ve ne zaman kurtulabileceğimi bilmiyordum. Abdullah Abi'nin kırık camlarımızı tamir ettirmek için sabahtan evden çıkıp gitmesi geliyordu hatırıma. Eve döndüğünde bizi görememişti ve muhtemelen annesi ona nikâh gününü öne aldığımızı ve evimizi o hâle getirenler bulunana kadar o mahalleye gelemeyeceğimizi söylemişti.
Düşünüyordum da onun gözünden uzak durmak daha mı merhametli bir davranış olurdu? Evlerimiz bu kadar yakınken, yıllardır sevgisini içinde büyüttüğü bir kadının şimdi başka bir adamla olan evliliğine şahit olmak, onu daha çok üzmez miydi? Fakat o evde annemin hatıraları vardı. Enes, o evden başka bir evde rahat eder miydi, emin değildim. Bu işin sonu nereye varacaktı?
"Ben artık kalkayım..."
Babamın, elini dizlerine dayayıp kalkması üzerine dalgın ve bunaltıcı düşünceler geçici bir süreliğine toz bulutu gibi dağıldı zihnimden. Mehmet, onunla birlikte ayaklanırken: "Biraz daha otursaydın baba..." dedi. Ona ilk defa "baba" diyordu. Bu hem tuhaf hem de yabancı hissettirmişti. Bizi bu denli kabullenip aile olarak görmesi, bir an kendime dönüp bakmama sebep oldu. Ben, onun ailesini hâlâ ailem olarak görmüyordum. Hatta eş olduğumuz gerçeğini bile tam olarak sindirememiştim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
leylâ
SpiritualYüreğine kazıdığı bir sızıydı o adam. Her geçen gün canı bir öncekinden daha çok yansa da, her gece başını yastığa koyduğunda gece karası gözlerinden yüzlerce gözyaşı damlası süzülse de, bu sessiz ve yaralayan gönül hastalığından şikayetçi değildi...