"Bilirim geçmektir sevgi
Ölümün en yumuşak en ayarlı yerinden-Sezai Karakoç
***
"Anneciğim,Bu kırık ve hüzünlü kalbimle ne yapacağımı bilmiyorum. Bazen ölümü öylesine çok arzuluyorum ki yaşamak gittikçe ağırlaşıyor.
Yaşamak, anne... Ne kolay çıkıyor oysa ağızdan. Tek kelime, üç hece... Ama sen gittiğinden beridir yaşamak çok ağır annem. Bıraktığın emanete sahip çıkamamanın acısı ağır mesela, omuzlarıma yüklenen sensizlik ağır... Ama Rabbim kimseye kaldıramayacağı yükü yüklemez ya hani... Bu inanç beni ayakta tutuyor anne. Bu inançla kaç yıl eskittim, ben bile bilmiyorum...
Enes'in, senin biricik kıvırcığın, şimdi bir haram sevda için ablasını bile gözden çıkarıyor. Sen olsan ellerini açar dua ederdin. Ederdin de gözyaşlarına bulanan o merhametli ellerini indirir indirmez Enes'inin yüreğine bir ateş düşerdi. Ne yaptığının farkına varır da tövbe tövbe koşardı Allah'a... Yalvarır, yakarır ve Allah için tüm haramlara en gür sesiyle "Hayır!" derdi.
Bu, sana yazdığım kaçıncı mektup sayamadım annem. Bu, yüreğimi harabeye çeviren kaçıncı hüzün bunu da sayamadım. Hem acılar sayılmaz ki annem, acılar yaşanır ancak... Ben de büyük bir imtihanın içinde olduğumu bilerek tüm acıları sineme gömüyorum.
Hani ağlamak olmasa ne yapardım, nasıl yapardım bilmiyorum. Ağlayabilmeyi lütfeden Rabbime binler defa şükrediyorum. Ya ağlayamasaydım, nasıl dökerdim bunca ağırlığı hiç bilmiyorum. Sen ruhunu karanlıklara bulayıp da kendini hüznün kucağına teslim eden kızın için endişelenme anne. Hüzün, benim uzvum gibi artık. Sanki o benden bir parça gibi. Hatta o olmadan eksik kalacakmışım gibi annem. Hüzün belki de baştan ayağa benim...
Beni bekleyen sabahları çoktan terk ettim anne. Enes'in, yani o çok kıymetli emanetin için yaşayabileceğim tüm güzellikleri hiç düşünmeden terk ettim. Hayallerimi kuru bir ağacın dalına bırakıp yeşermelerini önledim. Arada bir o kuru ağacın dallarında sallanan ve yavaş yavaş solmaya yüz tutan hayallerime bakınca boğazımda kekremsi bir tat oluşuyor. Bir de kat kat düğüm...
Acıya bulanan sesinle 'pişman mısın' diye soruşunu duyar gibiyim. Hayır, hayır... Asla pişman değilim annem. Yine olsa yine terk ederdim tüm hayallerimi. Beni bekleyen tüm sabahları daha bana ulaşmadan terk ederdim... Sadece kardeşimin aylardır bir haram sevdaya tutunup da kalbini kararttığını görmek canımı acıtıyor. Bunu fark edemediğim için kendime duyduğum öfke gün geçtikçe artıyor. Tıpkı gün geçtikçe Enes'le aramıza örülen o buzdan duvarlar gibi...
Enes'inle ne kadar zamandır birbirimize tek kelime etmedik... Yaşasaydın, kalbimizi okşayan sesinle nasihatler etseydin bize, bir gün bile küs kalamazdık oysa... Yaşasaydın, bir sözün nasıl hem demir kadar sert hem de incitmeyecek kadar yumuşak olabileceğini sen öğretirdin bize. Ama şimdi sen yokken ve ben yaşıyorken, kendimi oradan oraya savrulan bir yaprak kadar aciz ve çaresiz hissediyorum...
Bu ağır düşünceler içinde kıvranırken ve beynim git gide düşüncelerim yüzünden sancı çekerken, "Allah sana yeter." diyor içimin derinlerinden bir ses. "Allah sana yeter. O ne güzel vekildir."
Sen yokken Rabbim vardı annem. Ben yokken ve kardeşim ve tüm insanlık; Allah vardı anne. Bu hakikate de dayanmasam hangi güç beni ayakta tutabilir, söylesene anne? Hangi güç, bana bu kirli dünyayı yaşanılır kılabilir?
O'ndan başka hangi güç anne..?
Anne, son olarak...
Seni seviyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
leylâ
SpiritualYüreğine kazıdığı bir sızıydı o adam. Her geçen gün canı bir öncekinden daha çok yansa da, her gece başını yastığa koyduğunda gece karası gözlerinden yüzlerce gözyaşı damlası süzülse de, bu sessiz ve yaralayan gönül hastalığından şikayetçi değildi...