"Konuştun güneşi hatırlıyordum
Gariptin yepyeni bir sesin vardı
Bu ses öyle benim öyle yabancı
Bu ses saçlarımı ıslatan sessiz bir kardı"-Sezai Karakoç
....
Kalbimde çırpınan kuşları sayamamıştım kaç gündür. Ümit kuşu, korku kuşu, hüzün kuşu, sevinç kuşu... Ve daha nicesi... O kanatlar her hareket ettiğinde yüreğimde hem bir acı hem de bir serinlik duyuyordum. Bazen uzun bir süre acı hissediyordum. Ardından kısa ve tatlı bir serinlik o acıyı yok ediyordu. Bazense serinlikle başlayan o serüven, acıyla sonlanıyordu.
Şimdi ise, dün pazardan aldığım kabakları yıkarken kalbimde çırpınan kuş, endişeydi. Ne zaman Enes'in gelmesine yakın olan saatlere ulaşsam endişe kuşu kanat çırpıyordu yüreğimde. Onu durdurmak, 'artık yeter' demek istesem de yapamıyordum. Kendimi düşünmem gerektiğini, Enes dışında kendime dair de sorumluluklarım olduğu gerçeğini bilmeme rağmen üstelik... Günler geçmişti; hâlâ anlamsızca bekliyor, onun tepkisinden çekinip duruyordum. Oysa artık bir karara varmam gerekiyordu. Ona söylemek, söyleyip de bu yükten kurtulmak... Keşke bazı şeyler düşündüğüm kadar kolay olabilseydi.
Bazen düşünüyordum; Kardelen'i ilk öğrendiğim zaman Enes'e verdiğim tepki öylesine büyüktü ki... Şimdi onun isteğinin bir benzerini ben istiyordum. Hepsi birebir aynı olmasa da evlilik hayalimiz aynıydı... Hâliyle kendimle çelistiğime dair kuruntular yükseliyordu aklımın kuytu köşelerinden. Oysa beni o zamanlar en çok endişelendiren Enes'in Kardelen'le tanıştıktan sonra yaşadığı değişimdi. Hassasiyetlerinden verdiği taviz, eskisinden vurdumduymaz ve kırıcı olan tavırları, isyanı, belaya bulaşıp durmaları... Tüm bunlar, henüz Kardelen'i tanımadan önce ondan soğumama sebep olmuştu. Enes'in sağlıklı bir karar vermediğini o zamanlar bile hissetmiştim. Evet, o zamanlar belki de Enes'in haram bir ilişki yaşamasını istemediğim için Kardelen'le evlenmesine eninde sonunda rıza gösterecektim. Ama İslâmî şuurunu azaltan bir evlilik yapmış olması yüreğimde her zaman bir yara olarak kalacaktı.
Oysa benim şu anda içinde bulunduğum durum çok daha farklıydı. Önceden evliliği hiç istemesem ve düşünmesem bile bir süredir benim için en doğru seçimin bu olduğunu düşünüyordum. Mehmet Bey, kendi hayatına dair katı prensipleri olan ve değişmeye kapalı biri gibi görünmüyordu. Tabi bu, onu tanıdığım kısa süre içinde edindiğim bir izlenimdi. Ben, İslamî hayattan taviz vererek bir evlilik gerçekleştirmek istemiyordum. Beni yaratan, yaşatan ve bana rızık veren sahibimi unutup da sırf bir fani için yükselen kalp atışı uğruna değerlerimi feda etmek istemiyordum. Beni yaratanın benden istediği şekilde bir hayat sürmek istiyordum. Evliliğim de; Allah'ın yarattığı âlemin dışında bir yerde gerçekleşmeyecekti. Her şey ve herkes O'nunken fani bir kimse için O'nun istediği bir hayat düzenin dışına kendimi atamazdım.
Bir süredir düşünüp kendime ısrarla telkin ettiğim şeyler hep bunlardı. Kalbimin ona karşı taşıdığı yoğun hislerden korktuğum için sürekli olarak bunları düşünüyordum. Evet, kendimde değiştirmem gereken şeyler de vardı. Birçok halimden razı ve memnun değildim. Değiştirmem gereken çok fazla kötü huyum vardı: Bedbinlik, dünyaya dair şeyler için çok fazla endişe duyma, alınganlık ve belki daha birçok şey...
Yine de kendime çok çeşitli teselli yolları buluyordum. Bu teselliler hem kendim için hem de Mehmet Bey içindi. Her ne kadar İslâmî hassasiyetlerinin olmadığına kâni olsam da değişime kapalı biri olmadığına inanıyordum. Belki de tüm bunları göze alarak benimle görüşmek istemişti.
Endişelerim yok olur gibi olsa da maalesef tam anlamıyla yok olmamıştı. Kapı zilinin sesiyle tekrar eski hâlime döndüm. Bir an Enes geldi sanıp elimdeki kabağı mutfak lavabosuna düşürdüm.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
leylâ
SpiritualYüreğine kazıdığı bir sızıydı o adam. Her geçen gün canı bir öncekinden daha çok yansa da, her gece başını yastığa koyduğunda gece karası gözlerinden yüzlerce gözyaşı damlası süzülse de, bu sessiz ve yaralayan gönül hastalığından şikayetçi değildi...