"Ve ellerin uçuşan yapraklar gibi
Birden
Nasıl yalnız olduğumuzu anladım
Kimseler yoktu ikimizden başka birbirine bakan"-Cahit Zarifoğlu
***
Duruladığım bulaşıkları makineye yerleştirirken bir yandan da Asiye Teyze'yi dinliyordum. Salonda sohbet eden Abdullah Abi ve Enes'e çay doldururken beyaz çehresindeki neşeli bir ifadeyle bana geçmişteki anılarından bahsediyordu.
"Bizimki de sinirlenmiş kızın gözleriyle dalga geçtiklerinde. Pataklamaya çalışmış onları ama o da küçük... Eve bir geldi, dudağı patlamış, gözünün altı morarmış. Meğer o üç çocuk bir olup üstüne çıkmışlar Abdullah'ın. O zamanlar sen daha doğmamıştın, bilmezsin, zayıf sıska bir şeydi Abdullah. Şimdiki gibi yapılı değildi. Hayır, zorun ne üç kişinin arasına dalıyorsun! Dövüldüğü ile kalmış işte..."
Anlattığı hikâyeye tebessüm edip: "Ne güzel işte... Haksızlığa gelemiyormuş ta o zamanlardan beri demek ki..." diye yorum yaptım. Asiye Teyze çaydanlığı ocağın üstüne koyacakken bir an duraksayıp bana baktı. Yanlış anlaşılmaktan çekinerek: "Yani Abdullah Abi hep böyleydi...." diye toparlamaya çalıştım.
Asiye Teyze, burukça gülümseyerek başını salladı. "Öyle öyle..." Ardından mermer tezgahın üzerindeki kek dolu tabakları da tepsinin üzerine, çayların yanına koydu. Derin bir nefes alarak elindeki tepsiyle mutfaktan çıktı. Bense onun, oğlu ve benimle ilgili ümitlerini yitirmediğinin farkındalığıyla gerilmiştim. Tezgahın üzerindeki son tabağı da alıp makineye yerleştirdikten sonra kapağını kapattım. Üzerinde yemek artıkları olan sarı silme bezini lavobada çırptıktan sonra musluğun altında kirleri geçene kadar yıkadım. Temizliğin bu son aşaması, en sevdiğim kısmıydı... Tezgâhı güzelce silip parıldayan yüzeyine bakmak...
Bezi yerine koymak için tekrar yıkayıp sıkarken Asiye Teyze içeri girdi.
"Enes, kekleri görünce sevindi. Uzun zamandır gelmiyordu kerata, biraz payladım onu."
Neşeli bir sesle söylediği cümlelere gülümsemek dışında bir cevap veremedim. Gerçekten de kendi hayatıma, kendi acıma ve kendi iç dünyama o kadar çok odaklanmıştım ki onun davetini çoğu kez reddetmek durumunda kalmıştım. Bayılıp hastaneye kaldırıldığım günden birkaç gün sonra ısrarla bizi yemeğe davet edince ise bu sefer reddetmekten utanarak: "Geliriz inşallah" deyivermiştim.
Geldiğim için pişman değildim, evdeyken zihnimi bu denli dağıtamıyor, o ağır düşünce yüklerinden kurtulamıyordum. Asiye Teyze ile sohbet ederken kafamda kurup durmaktan biraz olsun uzaklaşıyor ve nefes aldığımı hissediyordum. Belki de bu ihtiyacı sezdiğim için kabul etmiştim davetini... Biraz olsun kendime gelebilmek için...
Asiye Teyze borcamın içindeki dilimlenmiş limonlu keklerden ikişer tane tatlı tabağına alırken ben de ikimiz için çay doldurdum. Artık bildiğim için ona sormadan bardağına bir kaşık şeker atıp karıştırdım.
"Gel kızım, biz de oturalım şöyle, yorulduk yahu."
Çayları tepsiye koymaya gerek duymadan dikkatlice taşıyarak masaya geçtim. Asiye Teyze'nin keskin ama hoş kokulu fesleğenlerinin yakınına oturdum.
Kek tabaklarından birini önüme koyarken: "Bakalım beğenecek misin..." dedi. "Vanilya koymayı unutmuşum, inşallah güzel olmuştur."
Bulaşıkları yerleştirmeden önce sıyırdığım feracenin kollarını indirip, geriye attığım eşarbı da tekrar göğüslerimden aşağı sarkıttım. Abdullah Abi, biz içerideyken mutfağa girmezdi fakat yine de her ihtimale karşı dikkat etmek daha iyi hissettiriyordu. Keki elime alınca yoğun ve hoş bir limon kokusu doldu burnuma.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
leylâ
SpiritualYüreğine kazıdığı bir sızıydı o adam. Her geçen gün canı bir öncekinden daha çok yansa da, her gece başını yastığa koyduğunda gece karası gözlerinden yüzlerce gözyaşı damlası süzülse de, bu sessiz ve yaralayan gönül hastalığından şikayetçi değildi...