"Bazan gelmesi beklenen bazan ansızın çıkagelen
Haberler bilirim mektuplar bilirim."-Erdem Bayazıt
***
Övüldüğüm zamanlarda ellerimi nereye koyacağımı bilemez, vücudumu bir sıcaklık sarar, kalbim hızlı hızlı çarpar ve yüzüm kızarırdı. Şu an övülmüş değildim. Belki Mehmet Hoca'nın kurduğu bu cümle, hiç hesap edilmeden kurulmuş öylesine, alelâde bir cümleydi. Fakat neden tıpkı övüldüğüm zamanlarda hissettiğim o rahatsızlıkları duyup terlemeye başlamıştım? Odanın her noktasına, beni bu hâlden kurtaracak bir detay arar gibi hızlıca göz gezdirdim. Dikkatimi farklı nesnelere yoğunlaştırarak kaçmaya çalışıyor gibiydim. Çünkü Mehmet Hoca'nın bakışlarını üzerimde hissediyordum.
"İstersen bugün seni eve biz bırakalım Leyla. Yağmur şiddetlenecek gibi..."
İşittiğim teklif üzerine evin içindeki eşyalara bakmayı kesip boğazımı temizledim. Tam 'hayır' diyecektim ki Güneş, ellerini çırpıp sevinçle, "Eveet!" diye bağırdı. "Gidelim abi, arabayla gezmiş oluruz hem... Hadi gidelim!"
Daha önce hiç görmediğim kadar büyük bir coşkuyla abisine böyle söylemişti. Öyle ki bulunduğu yerde zıplıyor ve sarı saçları o zıpladıkça havaya kalkıp iniyordu. Arabaya binmeyi seviyor olmalıydı. Bu yüzden 'hayır' dediğim takdirde üzülecekti. Derin bir nefes alıp pencereye baktım. Yağmur, gerçekten de şiddetlenmeye başlıyordu.
Güneş'in de yanımızda olmasına güvenerek bir anlık gafletle, "Tamam." deyiverdim. Fakat bu "tamam"ın neye mâl olacağını asla bilmiyordum.
***
Güneş ön koltuğa, ben ise arkaya geçip Mehmet Hoca'nın arabayı çalıştırmasını bekledik. O, çalıştırmadan önce bana döndü. Evimin nerede olduğunu sordu. Evi tarif ettikten sonra aklıma gelen bir detay sebebiyle kaygılanarak, "Ama..." diye ekledim. "Mahallenin tam içine girmeyelim, yanlış anlaşılmak istemem. Oraya yakın bir yerde durmamız daha iyi olur."
Mehmet Hoca, anlayışla başını sallayarak, "Tamam." dedi. "Öyle yapalım."
Derin bir nefes alıp emniyet kemerini taktım. Sırtımı koltuğa yaslayıp Güneş'in altın sarısı saçlarına baktım. Arabaya bindiği için son derece neşeli ve hareketliydi.
"Emniyet kemerimizi de takıyoruz." diye çocuksu bir sesle kardeşine yaklaşan Mehmet Hoca, bu işi hallettikten sonra arabayı çalıştırdı. Daha önceden hiç şahit olmadığım bu hâllerine kardeşi vesilesi ile şahit oluyordum. Onu çok sevdiği her hâlinden anlaşılıyordu.
Güneş, meraklı bir edâyla cama yaklaşıp dışarıyı seyrediyor, arada bir abisine sorular yöneltiyordu. Mehmet Hoca ise hiçbir bıkkınlık emâresi göstermeden onun sorularına cevap veriyordu.
"Bulutlar bize sinirlendiği için mi öyle sesler çıkarıyor abi?"
"Neden herkes koşuyor abi?"
"Lunaparka ne zaman gideceğiz abi?"
"Dondurma yasağım ne zaman kalkıyor abi?"
Güneş'in sorduğu birkaç soru buydu. Dikkatini çeken bir şey gördükçe sorularını sıralamaya devam ediyordu. Ben ise zaman zaman kendimi tutamayarak tebessüm ediyordum. O kadar masumca soruyordu ki yanımda oturmuş olsa dayanamayıp yanaklarına koca koca öpücükler kondurabilirdim.
Yine onun sorduğu sorulardan birine tebessüm edince Mehmet Hoca'nın dikiz aynasından çok kısa bir an bana baktığını fark ettim. Öyle kısa ve tereddüt dolu bir andı ki bakışlarımız çarpıştığı zaman alelacele gözlerini kaçırıp yola odaklanmaya devam etmişti. Ve bunu telafi etmek ister gibi yol boyunca hiçbir şekilde bana bakmadı. Ben ise hâlâ o ilk bakışın etkisindeydim. O kısa fakat tereddütlü an, yüreğimde çok farklı intibalar uyandırmıştı. Ne uyandırdığını tam olarak bilmesem de farklı olduğunu biliyordum. Evet, farklıydı. Öyle farklıydı ki yine vücudumu bir sıcaklık basmış ve bir an önce eve varma arzusuyla yanıp tutuşmaya başlamıştım. Üstelik bir daha bakışlarımız çarpışır korkusuyla artık hep diken üstündeydim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
leylâ
SpiritualYüreğine kazıdığı bir sızıydı o adam. Her geçen gün canı bir öncekinden daha çok yansa da, her gece başını yastığa koyduğunda gece karası gözlerinden yüzlerce gözyaşı damlası süzülse de, bu sessiz ve yaralayan gönül hastalığından şikayetçi değildi...