Siz doktor,yazabilir misiniz bir gülü yeniden
Alıştırabilir misiniz baharı çürüyen toprağa
Kabaran yağmuru yeraltına
Ve bir aşkı ayrılığa
Yakıştırabilir misiniz doktor
Kanatlarında hüzün ve manolya taşıyan
Kuşlarla konuşabilir
Ve trampetimi geri verebilir misiniz bana?-Kemal Sayar
***
Elimdeki ağır market poşetlerini ara ara dinlenerek taşırken her market dönüşü olduğu gibi yine geçmişin gölgesinde yürüyordum. İlk market alışverişim kadar zor olmasa da hâlâ o ince sızıyı tam anlamıyla giderememiştim. Onun ev için marketten alışveriş yaptığı zamanların hayali üşüşüyordu zihnime. Ağzıma kayısı reçeli tadı bulaşıyordu. O gittiğinden beri kayısı reçeli almamıştım. Onu hatırlatan şeylerden bile soğuduğum bir noktada dururken başka türlüsü mümkün de değildi.
Neyse ki iki hafta sonra Enes, yaz tatili için gelecek ve evdeki yalnızlığım bir süre de olsa son bulacaktı. Gerçi gelince de çalışmaya devam edecekti ama en azından onu bir şekilde görecektim. Bu beni sevindiriyordu. İlk zamanlara nazaran kâbuslarım azalmıştı. Uyku vakitlerim biraz daha uzamış, ağlama krizlerim hatırı sayılır derecede azalmıştı. Yine de tam anlamıyla dinmemişti. Ve muhtemelen dinmeyecekti.
Sıcak havada iyice terleyen yüzümü ve ellerimi silmek için poşetleri yere bıraktım. Feracemin yeniyle alnımı, dudaklarımın üstünü ve gözlerimin altını sildim. Eve gider gitmez banyo yapma isteğiyle içimde bir güç bulmaya çabaladım. Poşetleri tekrar elime aldığımda karşı yoldan mahalleye doğru yürüyen Abdullah Abi'yi gördüm. Öğle yemeği için eve gidiyor olmalıydı. Yanına yaklaşan açık giyimli, genç ve güzel bir kadın dikkatimi çekmişti.
Kadın, onu durdurduğunda Abdullah Abi ilk başta şaşırdı. Sonra gözlerini hızlıca yere indirerek kendisine bir şeyler söyleyen kadını dinlemeye başladı. Kadın, yol tarifi için yaklaşmış olacak ki eliyle bir yerleri işaret etti ve bir şeyler söyledi. Bu esnada ona bakmamak için gözleri önce yola, ardından da benim olduğum tarafa yöneldi. Dalgın başımı ancak göz göze gelince çevirebildim. Adımlarımı hızlandırarak yürümeye devam ettim. Fakat çok geçmeden karşıdan karşıya geçti ve yanıma geldi. Sanki havadaki bunaltıcı sıcaklık daha da arttı o an. Beni yanlış anlama ihtimali karşısında gerilerek yutkundum.
"Yardım edeyim" dedi her zaman elimde bir yük görünce yaptığı gibi. Alıp onu kendi yüklenmek istedi.
"Teşekkür ederim... Az kaldı zaten mahalleye" deyip yürümeye devam ettim. Fakat o: "Ağır görünüyor" deyip ısrar etti. Zaten birazdan dinlenmek için bırakmak zorunda kalacağım poşetleri mecburen yere koydum. Abdullah Abi, hızlıca ve tek hamlede hepsini eline aldı. Önümde, benden birkaç adım uzak bir mesafede sessizce yürümeye başladı. Avuçlarımı açıp baktığımda poşetleri tuttuğum yerlerde kırmızı ve mor renk izler oluştuğunu fark ettim. Acıyan yerlerin üzerine üfleyerek ellerimi salladım.
Mahalleye vardığımızda Abdullah Abi'nin adımları biraz daha yavaşladı. Ben de ona ayak uydurarak adımlarımın hızını düşürdüm. Evin yakınlarına vardığımızda ise karşılaştığımız kişi sebebiyle duraksadık. Elimi göğsüme götürüp yutkundum. Bir kıvılcım düştü yine göğsümün sol yanına. Tam acımın hafiflediği bir zamanda bana bunu neden yaptığını düşündüm. Ama bir cevap bulamadığım gibi ona olan öfkemin gittikçe arttığını hissediyordum. Öfke... Bu duygunun altında yatan hislerden korkuyordum. Ona ufacık da olsa bir meyil göstermek ve sözlerine bir kez daha kanmak istemiyordum. Bir kere kanmış ve yanmıştım. Bir daha yanmaya yüreğim dayanamazdı.
Başını kaldırdığında önce Abdullah Abi'ye, sonra da bana çevirdi gözlerini. Dudakları şaşkınlıkla aralandı. O an aklından geçen şeyleri bilmiyordum fakat çok geçmeden kızaran ve ardından da dolan gözleri bir şeyler anlatmaya yetmişti. Elinde tuttuğu bir buket çiçeği görünce üç yıl öncesini, bana hediye ettiği kitabın arasına koyduğu kurumuş gülü anımsadım. Uzun süredir boğazıma uğramayan o acı ve yakıcı yumru yeniden çıkageldi. Dolan gözlerimi ondan çekip poşetleri evin yakınına bir yere bırakan Abdullah Abi'nin ellerine baktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
leylâ
SpiritualYüreğine kazıdığı bir sızıydı o adam. Her geçen gün canı bir öncekinden daha çok yansa da, her gece başını yastığa koyduğunda gece karası gözlerinden yüzlerce gözyaşı damlası süzülse de, bu sessiz ve yaralayan gönül hastalığından şikayetçi değildi...