"Alıp başımızı sana gelmek istiyoruz
Sana gelmek
Sana gelmek, orada kalmak istiyoruz"-Mevlana İdris
***
Bir sürü kitabı çıkarıp önüme yığdığım bir günün yağmurlu, serin bir sabahını yaşıyorduk. Pencere kenarında yağmur seslerini dinlerken bir yandan da kitaplara göz gezdiriyordum. En son yaşadığım kütüphane macerasından sonra, kitapları teslim etmek dışında başka bir sebeple oraya uğramamıştım. Uzun süredir kaçıp durduğum, saklandığım, karşılaşacak olsam sıcak gözyaşları döktüğüm bir derdim vardı artık. Ve ben, o dertle ne yapacağımı şaşırmış bir hâlde debelenip duruyordum...
Gün geliyor, nefesimi bile kesecek bir acıya dönüşüveriyordu bu dert. Gün geliyor, ona sarılıp Rabbime koştuğum bir nimet oluyordu. Ve gün geliyor, bana sabrı öğreten bir ziyâ oluyordu...
Bugün, Asiye Teyze'nin evine davetliydim. Aslında onunla yüz yüze gelmekten çekiniyordum. Abdullah Abi ile ilgili bir konu açılma ihtimali kalbimi endişe içinde bırakıyordu. Fakat bu sefer komşularla birlikte davet edilmiştim. Bu yüzden o konunun açılacağını pek düşünmüyordum. Hatta belki biraz olsun kendimden kaçıp kurtulurdum. Bir süreliğine, çok kısa bir zaman diliminde dahi olsa...
Kitaplarımdan ayrılıp Enes'in okula gitmeden önce yemek için oturduğu sofrayı kaldırdım. Sofrayı kaldırırken istemsizce kaşlarımı çattığımı fark ettim. Enes'in de benim de, birkaç lokma dışında elimizi uzatmadığımız bu sofrayı kaldırmak, bugünlerde bana ağır geliyordu. Normalde böyle biri değildim oysa. Ama bu bir tembellik değildi, sadece bir yorgunluktu. Ne zaman geçeceğine dair hiçbir fikrimin olmadığı bir yorgunluk. Öyle ki bazen sadece ama sadece yatıp uyumak, beni bunaltan tüm hislerden kurtulmak istiyordum. Ama sorumluluklarım bunu yapmamı engelliyordu.
Bütün ev işlerini ağır ağır, düşüne düşüne, ara ara başım dönüp dinlene dinlene tamamladım. Hızlı bir duş alıp hazırlandım. Üç tane farklı feracem olmasına rağmen içinde çok rahat hissettiğim için sürekli giydiğim ve artık iyice yıpranan feracemi giydim. Eşarbımı da yaptıktan sonra aynadaki solgun yüzüme baktım. Ağlamaktan, düşünmekten ve bazı anları tekrar tekrar hatırlamaktan dolayı solan yüzüme...
Uzun parmaklarımla yüzüme dokundum. Bir an, çok çok kısa bir an Mehmet Hoca'nın yüzünü hayal ettim aynada. Bu kısa ama sarsıcı hayal beni hem bir utanca hem de tedirginliğe sürükledi. Onun yüzünün hayali ne zaman belirse aynı utancı ve tedirginliği hissediyordum.
Beni girdap gibi içine çeken tüm düşüncelerden sıyrılmak ister gibi hızlı bir ayrılışla çekildim aynanın önünden. Kur'ân'ımı ve tesbihimi alıp evden çıktım. Asiye Teyze, komşularını biraz Kur'ân okuyup sohbet dinleyelim diye çağırmıştı. Ara ara böyle yapardı. Sanki bizlere unuttuğumuz bazı şeyleri hatırlatmak ister gibiydi bunu yaparken. Sohbeti yapmak için medrese geçmişi olan orta yaşlarda bir ablayı çağırırdı.
Çok fazla ilmi olmasa da bildikleriyle amel eden biriydi Asiye Teyze. Onun bu hâline her zaman gıpta ederdim. Onca kitap okuyup birçok şey bildiğimi zannetmeme rağmen belki de uygulayamadığım nice şey vardı. Özellikle kalbimi eğitme konusunda... Bu yüzden Asiye Teyze hâliyle bana her zaman Allah'ı hatırlatan nurlu bir yüzün sahibiydi. Aynı zamanda diğer komşulara da...
Tüm bu düşünceler içinde Asiye Teyze'nin kapısına vardığım zaman kapı ziline dokunmama gerek kalmadı. Kapı açıldı ve birden Abdullah Abi'yi karşımda gördüm. Hiç beklemediğim bu karşılaşmadan ötürü afallayarak birkaç adım geri gittim. Gözlerimi ayrı ayrı kapı zilinde, duvarlarda ve yerde gezdirirken açıklama yapma ihtiyacı hissettim. O ise beni ilk gördüğü an çarpışacak gibi olduğumuz için hemen geriye doğru gidip içeriye geçmem için beklemişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
leylâ
SpiritualYüreğine kazıdığı bir sızıydı o adam. Her geçen gün canı bir öncekinden daha çok yansa da, her gece başını yastığa koyduğunda gece karası gözlerinden yüzlerce gözyaşı damlası süzülse de, bu sessiz ve yaralayan gönül hastalığından şikayetçi değildi...