1

144 8 8
                                    


Şemsiyemi göğe siper ediyorum yağmur acımasızca bastırdığında. Kahverengiliğini yitiren süet botlarım su birikintisi dolu kaldırımlarda aheste aheste ilerlerken kulağıma üflenen şiirin son dizelerini mırıldanıyorum. Sakin bir pazar oluveriyor o gün benim için. Sabah alarmdan önce uyanıyorum. Kaçıncı kez devrettiğini bilmediğim şarkı, çalmaya devam ediyor pikapta. Bense bedenimi yataktan kurtarmaya çalışıyorum. Penceremi açık unuttuğumdan olsa gerek, diyorum boynumda ince bir sızıdır ki dolanıp duruyor. Avuç içlerimle yoğuruyorum ağrının peydahlandığı o sert yeri. Ardından hiçbir zevk almadığım kahvaltımı yapıyorum. Kafamın içinde mütemadiyen çatışan farklı olasılıklarımı susturmak ile geçiyor bu tatsız öğünüm. Sonrasında sırt çantamda gereksiz tonla kitap, elimde kesik uçlu eldivenlerim ve soluk yüzüm ile kütüphaneye giden o güzergâhta ilerliyorum. Köşeyi dönüyorum temkinli bir şekilde. Biri ile karşı karşıya gelince donup kaldığımı bildiğimden bu durumdan mümkün olduğunca kaçınmaya çalışıyorum.

Ellerimin arasındaki mektubu biraz daha sıkıyorum. Kaybetmekten korkuyorum. Sanki bu kâğıt parçası benim tek gerçekliğimmişçesine hapsediyorum onu kendime. Çocukça bir kıskançlıkla kafese koymak istiyorum onu. Zarf çaresizce bükülüp biçimsizleşiyor. Bu hâli bana geçmişle ilgili tonla şeyi anımsatıyor. Dilimi ısırıyorum. Bunu zihnimin içini susturmak için yapıyorum. Fakat beceremiyorum. Ben bastırmaya çalıştıkça o büyüyor da büyüyor ve gün geliyor benden bile taşıyor.

Sarsak adımlarımı takip edemez halde yanından geçtiğim evleri tarıyor yorgun gözlerim. Ben adımlarımı hızlandırdıkça yağmur da şiddetini arttırıyor. Bedenim içten gelen bir üşüme ile titreyiveriyor tekrar. Soğuk, incecik kabanımdan içeri dalıyor. Düşüncesizce üşütüyor beni.

Asırlarca yürüyorum. Dünyayı turlamış kadar oluyorum bu sayede. Ayak bileklerime vuruyor kilometrelerce yol. Nefeslenmek adına ufak bir mola hakkı tanıdığımda kendime kaldırım kenarına kayıyorum. Cılız bir ağacın gövdesine tutunuyor uzun parmaklarım. Karıncalar parmak uçlarımdan yükseliyor vücuduma. Bu his kendini sevdiriyor bana. Soğuktan morarmış dudaklarım kıvrılıyor belli belirsiz gülümsemek yönünde.

Şemsiyem yere iniyor, kayıp gidiyor ellerimden. Kaldırımın üzerinde yuvarlanıyor. Giderse gitsin diyorum ağacın yaprakları yaşlarını üstüme akıtırken. Göğsüme bastırdığım mektup ile tekrardan nefes alıyorum. O sırada takılıyor kahvelerime o karamsar ev. Yaşamın katledildiği bir gezegen gibi duran kurak bahçesi; beton rengi, çirkin iki katı; kapalı, siyah perdeleri dikkatimi çekiyor. Yağmurun camlara tıklayışını izliyorum. İkimiz de susuyoruz. Ben ona bir adım atacak gibi oluyorum. Atıyorum sonra. Yağmur saçlarıma iniyor ara vermeksizin. Havada kalan ayağım tekrar buluşuyor zeminle. Pis katrana bulanıyorum adım adım. Sis, bedenime nüfuz ediyor. Ona doğru yürüyorum geride bıraktıklarım umurumda dahi olmadan. Gök, şimşeklerini tekrar çakıyor gözlerime. Tanrı bulutların arasından bir uyarı gönderiyor. Dudak büküyorum. Bu ev, bu kasvet, bu gizem içimi ürpertiyor. Kalbimi saran damarlar, kanı hiç olmadığı kadar hızlı dağıtıyor. Çatlamış dudaklarım nemleniyor. Kendimi kumar masasında gibi hissediyorum.

Bahçesine kadar ulaştığımda cebimdeki ıslanmış mektubu çıkarıyorum. Gözlerim etrafa kör hale geliyor. Ne olduysa o an oluyor işte. Demir kapıyı ittiriyorum. Bir gürültü kopuyor. Kilidi bozuk posta kutusunun içine koyuyorum mektubumu. Dönüp arkamı gidiyorum sonra. Şemsiyem olmadan bu defa, yağmurun beni yıkamasına izin veriyorum. Adımlarım koşuşa dönüşüyor. Gülerek kaçıyorum ondan. Geçmişimi kimin olduğunu bilmediğim bir posta kutusunda bırakıyorum. Hafifliyorum.

GecekonduHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin