6

31 3 3
                                    

Füsun'a

Siyah örtü iniyor başıma. Tüllerin arasından kapkaranlık görüyorum dünyayı. Asıl renginin bu olduğuna karar veriyorum. İki yanıma da yayılmış karaltı beni onaylıyor. Güvenebilir miyim ona bilmiyorum. Bakmaya devam ediyorum. Sanki ben baktıkça nesneler erimeye sonrasında çirkin katrana bulanmaya başlıyor. Gözlerimi sımsıkı yumuyorum ve bu saçmalığa son veriyorum.

Ayağıma yakışmayan, bende eğreti duran ayakkabılarım saat gibi tıkırtılar çıkarıyor ben adımlamaya koyulduğumda. Çıplak omuzlarım kabanımla doluyor. Dirseklerime kadar çekilmiş eldivenlerimin üzerine annemden kalan yüzükleri döşüyorum. Cılız parmaklarıma büyük gelen yüzükler kaybolmasın diye ellerimi yumruk yapıyorum. Ayna karşısına çekiyorum kendimi son kez. Ayak bileklerime kadar uzanan elbisemi süzüyorum. Çirkin yüzüme bakıyorum. Sağa dönüyorum olmuyor, sola dönüyorum fakat sonuç değişmiyor. Kafamı yere eğerek geçiyorum yoluma. Kucağıma kıpkırmızı çiçeklerimi alıyorum ve anahtarı kapı üzerinde bırakıp çıkıyorum evden, ocağı kontrol etmeden, telefonu almadan. Hiçbir sorumluluk yüklemeden kendime, kuş kadar hafifçe süzülüyorum o kaldırımda. Sonbahar dökülüyor göğüs kafesime. Ruhuma hafiften bir sancı peydahlanıyor. Kırmızıya boyanmış dudaklarım kıvrılıyor. Ah diyorum içimden. Gülümsemeye devam ediyorum. Bütün sonbaharları çalıp ona götürmek istiyorum. Solmuş ne kadar çiçek varsa toplayıp ona götürmek, kitap aralarına saklamak beraber. Mümkün olmuyor bu. Yabancı kalıyorum ona. Çağlarımız, zamanlarımız uyuşmuyor. Anlaşamıyoruz. Sabahtan akşama kadar konuşsam da dinletemiyorum kendimi. Ne çok istiyorum. En çok onun tarafından sevilmeye ihtiyaç duyuyorum. Dedim ya işte olmuyor. Bir türlü uyum sağlayamıyoruz birbirimize. Sürekli çatışma halinde kalıyoruz.

Çiçekleri daha sıkı tutuyorum. Gece örtülüyor başıma. Gözlerim yanaklarımı seviyor. Yine de gülümsememi durduramıyorum. Uzun yolu sağa sola bakmadan yürüyüp geçiyorum. İnsanlar uyuyor etrafımda. Huzurlu olup olmadıklarını bilmiyorum. Ne hissettiklerini bilmiyorum. Düşüncelerini bilmiyorum. Bu yüzdendir ki mezarlıklar korkutuyor beni. Ne zaman yolum oradan geçse etrafa korku dolu bakıyorum.

Tek başıma ilerliyorum taş yolda. Çiçeklerim göğsümle bir oluyor. Su dolduruyorum, bir bardak etmiyor. Gittikçe gömülüyorum. Kafamın içinde sürekli çatışmada olan birkaç kişi var. Dikdörtgen alanın başına gelince susturmaya çalışıyorum onları. Geçen hafta yaptığım mezara bakıyorum. Göğsümden yolup çiçekleri üzerine atıyorum. Çiçekler dağılıyor kahverengi örtünün üzerine. Çömeliyorum. Bilmediğim bir dilde ninni mırıldanıyorum ona. Uyu diyorum. Huzurla uyu. Yaşayacakların bitti. Sıra bende. Artık seni bırakıyorum.

Suyu döküyorum mezar taşına. Füsun yazılı mermeri eldivenlerimin ıslanmasını umursamadan ovalıyorum. Ardından ayağa kalkıyorum. Yukarıdan bakıyorum ona.

"Bazen bırakmak gerekir, Füsun. Bıraktıkça hafiflersin derdi annem. Hafifledikçe hızlanırsın. Sana takılı kalmak olduğum yerde saymama sebep oluyor. Sen bana sorumluluksun." Bir adım atıyorum ondan uzağa. Geriye dönüp bakıyorum. "Ben artık geleceğimi geçmişim değil o anım seçsin istiyorum." Gidiyorum sonra. Yamuk saçlarımı bırakıyorum o mezara. Babamı bırakıyorum. Annemi bırakıyorum. Kıymık gibi batan ne varsa tükürüyorum. Adımlarım hızlanıyor. Kafamdaki örtüyü atıyorum. Yüzüklerimi, eldivenlerimi, ait olmadığım o ayakkabıyı bırakıyorum girişe. Çırılçıplak gidiyorum evime. Düşüncelerim olmadan, kalbimdeki sıkışma olmadan soyunuyorum yatağa. Benim yarınım yok. Benim dünüm yok. Bir bedenim yok. Kalıbım yok. Herhangi bir görüşüm, eğitimim, favori şarkım yok. Işığı kapatıyorum. Kıvrılıyorum yatağa. Deliksiz uyuyorum.

GecekonduHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin