Dünyadan uzaklaşıyor gibi hissediyorum. Bahçeye astığım hamakta uzanmış sallanırken ve kucağımdaki köpeğe sıkı sıkı sarılırken gözlerimi göğe perdeliyorum. Alt sokaktan bangır bangır müzik sesi geliyor. Mahalle çok değişmiş diyorum. Sessiz sakinliği bile yok olup gitmiş. Ses gittikçe uzaklaşıyor. Fakat o gitse bile başka biri geliyor. Hiç dinmiyor. Başıma ağrı saplandığını hissediyorum. Yüzüm buruşuyor. Kucağımdaki köpek huysuzlanıyor. Burnu boynuma doğru uzuyor. Kafasını okşuyorum.
Saat ne sabah ne de akşam. Arasında bir yerde bekliyorum. Güneş tepede asılı. Asma ondan koruyamıyor beni. Yüzüne vuruyor ışığı. Kafamı öbür tarafa çeviriyorum. Kuruyan güllere dikiyorum bakışlarımı. Kalk diyor bana füsun. Kalk. Dinliyorum onu. Küçücük bir kız ellerimden tutup beni yönlendiriyor. Beline doğru uzanan saçları güneşte parıldıyor. Üzerinde beyaz pilili bir elbise, kollarının arasında siyah beyaz bir ayıcıkla sürüklüyor beni. Masanın başına oturtuyor. Elime bir kâğıt bir kalem veriyor. Yaz diyor sonra. Böyle olmayacağını söylüyor. Gelen duygu yaramalıymış. İçinde tutmak onu bastırmak çözüm değilmiş. Bir yerden bastırınca öbür yerden patlarmış insan. Bu yüzden ya konuşmalıymış ya da yazmalıymış sayfalarca.
Kafa sallıyorum ona. Ve elime alıyorum ucu sivri kurşun kalemi. Mektuba adını vererek başlıyorum. Kimsenin olmadığı yerlerde adını fısıldamak hoşuma gidiyor. Binlerce kez söyledim biliyorum. Sonra içimde bir lunapark olduğundan bahsediyorum. Sen varken hiç boş olmayan o parkın şimdi ıssız ve yalnız olduğunu anlatıyorum. Demirlerin paslanıp çürüdüğünden, güneşin bile artık orayı aydınlatmadığından ve içimde giderek daha fazla yer kapladığından. Yalan değil. Eskiden boşluk hissederdim tam orada. Bomboş bir arazi. Kimsenin olmadığı. Seni bulmadan önce sonsuz bir çöl. Şimdi ise harabelerle dolu. Parçalarım dökülüyor gibi hissediyorum. Sanki biri beni ayırıyor. Etimi sıyırıyor kemiklerimden sonra kaynatıyor onu kocaman bir kazanın içinde. Alev çıkmadan yakıyor canımı. Kül olduğumda savrulduğum yer neresi oluyor?
Garip bir doluluk hissi bu. Uykularımı bölüyor çoğu zaman. Sanki biri karnıma şiş sokuyor. Kalbimden önce beynim acıyor. Düşüncelerim, hayallerim ya da umutlarım bilmiyorum. Bir şeyler ters gidiyor anlayacağın. Toparlayamıyorum. İki kere ikiyi dört yapamıyorum. Eksiltemiyorum da. Yakasını tutup bırak peşimi diyemiyorum. Sabah gözümü ilk açınca tavandan önce senin yüzünü görüyorum. Gözlerini bana dikmiş izliyorsun. Hâlâ gözlerinin ta içine bakamıyorum. Gülüp kafamı çeviriyorum. Sonra tekrar bakmak istediğimde orada olmuyorsun. Garip. Sanki bir an bırakınca ellerini bir daha asla tutamıyorum. Uyumadan önce son düşündüğüm şey sen oluyorsun. Yastığı göğsün hayal ediyorum. Ellerim senin ellerinmişçesine okşuyor saçlarımı. Kendime sarılıyorum. İnsanın kendine sarılması garip geliyor bazen. Bazense güçlü hissettiriyor.
Yolda yürüyorum. Artık karıncaları ezmekten korkmuyorum. Yere değil insanların yüzüne bakıyorum. Rasgeldiğim her suratta seni arıyorum. Sanki son bir kez daha buluşsa gözlerimiz rahat öleceğim. Şehirlerce, kıtalarca yürüyorum. Kaldırımlar eskiyor, güneş bile bıkıyor orada durmaktan. Ben seni aramaya devam ediyorum. Kaşlarım çatık o son günden beri. Kızgınım sana biraz da dargın. Ama bir kere seslenirsen bana adımla kaşlarımın gevşeyeceğini biliyorum.
Vişne ağacının dalına konan her kuş bana seni hatırlatıyor veyahut ikiye bölünmüş bir domates. Aklıma gelmen için bahane arıyorum esasında. Televizyondaki saçma magazin programlarında bile bulabiliyorum seni. Ayaklarım üşüyorsa mesela ya da o gün kahvaltı yapamamışsam sen olsaydınla başlayan tonla cümle kuruyorum. Yükleminin olmadığı bir sürü eksik cümle doğuruyorum geceye. Sonum hep üç nokta oluyor. Senin eksik cümlenle tam bir cümle olmak istiyorum. Önce eksileyim diyorum en uç yerimden sonra çoğalayım.
Otobüslerden korkmuyorum artık biliyor musun? Kalabalıklara karışıyorum. Kirli hissetmiyorum. Banyo kapısı ile dertleşiyorum. Küvetin içinde saatlerce kalıyorum. Su soğuyup bedenim buruşunca senin havluna sarılıyorum. Hâlâ sen koruyorsun beni soğuktan. Saçlarım ıslak ıslak geziyorum. Hasta olursam gelirsin belki diyorum. Hala burada olduğunu biliyorum. Çünkü nabzımı kontrol ediyorum. Atıyor hala. Yanaklarım sana yeni bakmış gibi sıcacık. Burada olduğunu biliyorum.
Sizin takım maçları kaybediyor bu ara. Çetelesini tutuyorum günlüğümün arkasına. Bu sene şampiyonluk görünmüyor gibi duruyor ama ben umudumu kaybetmiyorum. Siyahları beyazlardan ayıramıyorum. Neyin doğru neyin yanlış olduğunu bilmiyorum. Kapının önüne sandalye atıp akşama kadar oturduğum oluyor. Tenim kavrulurken yolu izliyorum. Geçen arabalardan birinin durmasını bekliyorum. Herhangi birisinin değil. İşine yaracak birisinin. Dilini bilmediğim şarkılar dinliyorum. Fransızca mesela. Artık bilmemek huzur veriyor bana. Hiçbir şeyden haberdar olmamak. Yine de merak ediyorum seni. Ne halde olduğunda ilgili türlü senaryolar kuruyorum. İyidir diyorum çoğu zaman. Öyle miydin hala bilmiyorum.
Yağmur döküldüğünde başıma kaçmıyorum. Bedenimi yıkıyor tanrı kutsal suyu ile. Yüzümü kaldırıyorum kara bulutlara. Arkasında saklanan gökkuşağını görüyorum. Bütün bedenim ıslanıyor. Arınmış hissediyorum. Çıplak ayaklarım çirkin katrana basıyor. Ayaklarıma batıyor ufak tefek çakıllar. Ses etmiyorum. Canımın yanmasından besleniyorum. Yüzüm gülüyor. Gece çökene kadar dünyanın en mutlu insanı da olabiliyorum. Nedendir bilmem aslında her zaman diliminde yalnızım. Ama gece yatağa yalnız giriyor olmak ve bedenimi saran kolların benimkiler olması beni ağlamaya itiyor. En çok öyle anlarda ihtiyaç duyuyorum sana. Kimsesiz bir gecede çal istiyorum kapımı. Her daim aralık bekliyor seni. İnadına midir bilmem hiç de gelmiyorsun.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gecekondu
Teen FictionBak, yağmur yağıyor sevgilim. Sele kapılan bu şehir sen yoksan yok olsun. Başlangıç: Aralık 18 2020