13

14 6 2
                                    

Léa'ya

Eskiden biri vardı odamda. Karanlık çöktüğünde yatağımın başına gelir saçlarımı okşardı. Bana evi duymamam için şarkılar söylerdi. Ona âşık olduğumu sanıyordum. Sadece sağırlaşmaya ihtiyacım vardı, sağır edecek kadar yüksek sesle müzik dinlemeye. Bir şey oldu adını bilmediğim. Uzaklaştım o müzikten ve sanki ben her adım attığımda yeni bir bilgi indi bedenime. O duygunun aşk değil ihtiyaç olduğunu anladım. O müziğe, o sese o zamanlar ihtiyacım vardı fakat şimdi sadece sessizlik istiyorum. Hiçbir şeyi bastırmadan herkesi susturmak istiyorum. Bu ihtiyaç değil. Bu bana birden geldi. Birkaç şiir dizesi ile. Yolumun önüne konmuş bir ev. Onu gördüm ve hayatım artık başka bir yöne doğru gitmeye başladı. Bu herkesten saklamak istediğim bir şey. Okunacak şiirler varsa sadece ben okumak istiyorum. Gidilecek yer varsa sadece ben... Kabul edebilirim. Biraz bencilce. Ama bu adını koyamadığım duyguyu zapt edemiyorum. Biri geldi beni karanlık odanın içinde buldu. Uyutmak yerine uyandırdı. Kollarımdan tuttu ve sertçe sarstı. Kim olduğum sorusunu düşünmemi sağladı. Sonra aydınlattı odayı. Karanlığa alışık gözlerimi açıp onu görmem zaman aldı. Bu yüzden hayatımı ikiye bölecek olursam tam buradan bölerim: Nilgün bir ve Nilgün iki.

O gün hiç öğrenmek istemeyeceğim bir şeyi öğreniyorum. Kâğıda dökmeyi bile içimin kabul etmediği bir şeyi. Gün ağarmadan çıkıyorum yola koltuğumun altında yığınla kitapla. Eski bir arkadaşımın evine gidiyorum koşarak. Koltuğumun altındaki bu kitapların neden orada olduğunu bilmeden gidiyorum. Adını bilmediğim o arkadaşımın evine koşuyorum. Kapıyı alacaklı gibi çalıyorum. Kabalık bu biliyorum yine de durduramıyorum kendimi. Eteklerine asılıp ağlamak geçiyor o kapıyı açtığında. İçime sığmayan bu duygu yoğunluğuna anlam veremiyorum. Umurumda da olmuyor o an bu. Kitapları sakince koyuyorum masaya. Sana getirdim diyorum ve koltuğun köşesine siniyorum. Yüzümden mi anladı bilmiyorum ama yanıma yanaşıyor sessizce. Oturuyor sonra. Ne olduğunu soruyor. Üstü kapalı anlatıyorum ona. Sadece dinliyor, hiçbir şey yapmıyor. Ben ağladığımda ağlama demiyor peçete uzatmıyor ama dönüp arkasını gitmiyor da. Her kelimemi dikkatle dinliyor.

"Sen de düşmüşsün," diyor gülümseyerek. Masanın üzerine rastgele atılmış sigara paketini narin elleri ile kabaca alıyor. Dudakları arasına sabitliyor incecik tütünü ve mavi çakmağı ile ateşe veriyor. Kısılan gözleri yayılan dumanda takılı kalıyor bir süre. Pür dikkat izliyorum onu. Bacaklarını atıyor üst üste. Sıyrılan eteğinden uzuyor kısa bacakları. Oysa o büyümek istiyor. Her yere yayılmak, dallanıp budaklanmak. "Aşk denir buna Nilgün. Lânet bir şeydir. Kendini kaybedersin bazen. Bazen de buluverirsin. İkisi de benzer birbirine. Garip ama kendine bile yabancı gelirsin. " Bir nefes daha alıyor sigarasından ardından dirseği ile dizini öpüştürüp sigaranın ucunu izlemeye devam ediyor. "Kanatlarını hissedersin, önce havalanırsın en yükseklere. Mavi gökler etrafında dönüp durur üzerinde menekşe moru bir elbise ile. Sonra biri gelir Nilgün. Çirkince biri. Kirli elleri ile bembeyaz kanatlarını parçalamaya çalışır. Kaçamazsın ondan. En tepeden aşağı süzülmeye başlarsın ve yere çakılırsın."

"Onu tanımadan nasıl âşık olabilirim?"

"Bana soracak olursan tanıdığında âşık olduğunu öğrenirsin. Ondan öncesinde farkında bile değilsindir. Her gün onu görmek ister canın ama niye anlayamazsın. Bir çiçeği tutuşu bile hoşuna gider niye anlayamazsın. Her hareketini güzel bir kılıfa sokarsın. Mükemmel görürsün onu."

"İllüzyon mu bu?"

"Sadece aşk." Gülüyor yüzüme. Ağlayacak gibi duran bu halime mi yoksa aklına gelen başka bir şeye mi bilemiyorum. Sığındığım çatı katında ayaklarımı tavana uzatıyorum. Kahve içiyor karton bardakta. Saçlarıma doluyor parmaklarını. Geri çekilecek gibi oluyorum başta. Sonra buna dermanımın olmadığını fark edip kırıklarımı iyileştirmesine izin veriyorum. Ellerinden akan her neyse bir iksir gibi yayılıyor saç derime. Gözlerim kapanıyor vücuduma binen uyku hali ile.

"Hislerine güven." Diye fısıldıyor. Hislerim ona koşarak gitmemi söylüyor. "Onlar seni daima doğru yola götürür."

"Ya onlardan da emin değilsem."

"Aceleci olma." Beklememi söylüyor. Benim içimden koşup dağlar aşmak geliyor, bütün mektupları yırtıp atmak. Nasıl isteyebiliyor sakin olmamı?

Kartlarını karıyor elinde, masanın üzerine dağıtıyor. Dudağına yapışan sigarasından bir yudum daha çekerken yüzük dolanmış parmakları robot gibi çalışıyor. İçeride tütsü ile sigaranın harmanlandığı garip bir koku dolanıyor fakat rahatsız etmiyor. Aksine ne zaman bu kokuya tanık olsam yabancı bir yerde, aklıma evim ve güvende olduğum birkaç yer düşüyor.

Kendince okuyor kartları. Bana da tutup gösteriyor. Bir sürü şey anlatıyor. Anlayamıyorum, aklım ermiyor yine de sakince dinliyorum onu. Konuşması bittiğinde anlamsız bakan gözlerimi fark edip daha yalın bir dille anlatacağını biliyorum. Tam o sırada birden ayağa kalkıyor. Karışık desenli eteği takip ediyor onu arkadan. Simsiyah, gece karası saçları dağılmış, ayakları çıplak. Tıpkı rastgele çizilmiş eskizler gibi veyahut bir mucize, aniden hayatına giren dönem dönem seni iyileştirip sonra da kaybolan.

Eski püskü kitaplığının önünde duruyor. O kadar çok şiir kitabı var ki üst üste yığılı kafam bulanıyor. Tekrar tekrar okuduğunu yıpranmış sayfalarından anlıyorum. Acı kahve bir defter çıkarıyor. Her yerden yeniden yazmaya başlamış. Başında apayrı bir şey yazıyor ortasında sonunda apayrı, tıpkı zihni gibi dağınık. Yine de aradığını hemencecik buluyor. Kısa, ojeli tırnaklarını izlerken ben o, saman sarısı sayfaları karıştırıp notunu buluyor. Elime bırakıyor sonra. En sevdiğim şiiri parmaklarımdan bedenime taşıyor.

"Bak, "diyor gözleri kâğıttayken. "Onlarca şiir yazdım Nilgün. Hiçbiri ulaşmadı yerine." Bir sigara daha tutuşturuyor. Kararmış gözaltları, sesinde yarım yamalak bir telaş bu bana hep eksik kalmış hissettiriyor. Sanki sevmek bütünlükten çıkıp eksik bırakırmış gibi. "Hislerin seni yanıltmayacak Nilgün. Bu kafanda ne kuruyorsan o olacak demek değil. Bir yol yürünecekse yürü. Sonuna gelmeden sadece sonu hakkında tahmin yapabilirsin."

"Ne istediğimi bilmiyorum."

"Sadece korkuyorsun. Sana söz verebilirim bu konuda. Hayatın boka batacak. Hiç olmaz dediğin şeyler olacak ama yaşayacaksın. Huzur dediğin şey kutu gibi bir evde yaşayıp kendini tatmin edebilecek kadar şeyle yetinmek değil Nilgün. Ben burada mutluyum. Boyalarım, birkaç satır şiirim ve tanrılarımla. Gelip sana bunları yap ve sen de benim gibi ol demiyorum. Ne konuda eksiksen evren onun üstüne gider. Sürekli korkun ile sınanıyorsan onu alt etmen gerekir."

"Ona basit bir mektup yazmak bile benim hiç yapmayacağım bir şeydi zaten Léa."

"Öldürmüyor ama değil mi? Eğer içinde bir şeyler ona gitmeni söylüyorsa git. Sonuç ne olursa olsun ondan bir şeyler al."

"Ya yanılırsam?"

"Denemeden bilemezsin."

GecekonduHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin