20

8 4 0
                                    

Seni kendi evime davet ediyorum. Böylesi daha pratik geliyor. Telefon, anahtarlar, ceket ve işte tamam. İki dakikada hazırlanıyorsun. Hatta benim göz kırpmam daha uzun sürüyor. Kapıyı açıyorsun sonra, gidelim der gibi bakıyorsun bana. Senin aksine yavaş yavaş kalkıyorum yerimden. Kendimi hiç yormadan açtığın kapıdan geçiyorum. Çok sakin hissediyorum. Ellerimin böylesine titremesine rağmen hem de.

Yan yana yürüyoruz dar kaldırımda. Arabalar yanımızdan hızla geçip gidiyor. Önüne bakıyorsun. Odağın hiç şaşmıyor. Fakat konuşmaya başladığım zaman eğer ki sana dönersem sen de bana dönüp öyle devam ediyorsun yoluna. Ellerin durmadan hareket ediyor, onlar da bir şeyler anlatıyor. Sanki büyük bir orkestranın şefi oluyorsun. Hipnoz edilmişçesine izliyorum seni. Anlattığın şeyin hiçbir önemi olmuyor. Bir masayı bile ilgi çekici anlatabiliyorsun. Ses tonun rastgele çıkmıyor öyle. Doğru anda doğru hamle ile beni kendine kilitliyorsun. Birine hayran olmak bu diyorum içten içe füsuna. Şiirler yazdıran his bu.

Yeşil bir kapı açılıyor çiçek dolu bahçeme. Kenarları pas tutmuş, çürük, eski bir kapı bu. Hiçbir ise yaramıyor desem yalan söylemiş olmam yine de söküp atamıyorum. Yıllardır benimle ve artık bir uzvum gibi. Seviyorum desem sevmiyorum ihtiyacım var desem o da yok. Sadece alışkanlıktan bekletiyorum onu.

Hemen ardından taşlı bir yol uzanıyor. Yazları papatyaların yeşerdiği taşlı bir yol. Kenarlarında upuzun ağaçlar. Yol bitiminin solunda duruyor üç odalı evim: Tek katlı ve yalnız. Tepesinden bahçenin yan kısmını kaplayan, yazları bana gölge yapan bir asma temeli sarkıyor. Yolun tam karşısında sebzelerin ekili olduğu bir bahçe var. Onun yanında bir kömürlük. Arkaya giden yola doğru uzanıyor. Arkası ise bakımsız kalmış kurak bir toprak parçasından ibaret. Görüyorsun ya işte sevgi giren ile girmeyen yer bir olmuyor.

Arka tarafta kırılmış oyuncaklar dolu. Çürümüş mobilyalar, kırık bisikletler. Ön taraf bahar bahçe ise arkası çöplük. Herkesin evi kendine benziyor. Görünen kısmıma dönüp bir bakarsan tek bir soluk, boynu bükük çiçek bile yok. Her tarafından yeşillik akıyor. İnsanın içini açıyor. Ama arka tarafa giden o yol, tel kapılarla kapalı. Kimse giremiyor oraya füsun haricinde. Orası füsunun yeri. Benim içimde ama benden bağımsız.

Sen ev kapısının sol tarafındaki divanda oturmuş, masaya uzattığın ellerine bakarken ben kapıyı açıyorum. Yoruldun diye mi hemen oturdun bilmiyorum. Bakışların yavaşça kalkarken geçen gün oturduğumuz çardağa bakıyorsun. Kapıyı açtığımı, seni beklediğimi fark etmiyorsun bile. Dalıp gidiyorsun. İsmini mırıldanıyorum alçak sesle. Kendine geliyorsun. Neyi düşündüğünü merak ediyorum ama soramıyorum. Yüzüne inen bu soğuk maske çekinmemi sağlıyor. Gülümse diye çok bekliyorum ama gelmiyor o mevsim. Aynı ifade ile dalıyorsun içeri.

Yürürken koridorun sağındaki duvarda asılı tabaklara bakıyorsun. Porselen, boyalı tabaklar ilgini çekiyor belli ki. Altındaki ayakkabılığa bırakıyorsun siyah bağcıklı botlarını. Tok bir ses ile yerleşiyorlar yerlerine. Her yere izin yayılıyor birden. Ayakların etnik desenli halımda dolanıyor. Ben ceketini alıp makinenin üzerindeki metal, ucuz askıya asarken sen iki odayı birbirinden ayıran, geniş, cam kapıdan içeri dalıyorsun. Bu benim asıl mabedine ilk adımın oluyor.

Salon üç kapıyla başka odalara açılıyor. Biri yatak odam oluyor. İki kişilik yatağın ve bir kitaplığın zor sığdığı küçük bir oda bu. Sadece uyumak ve çalışmak için kullanıyorum. Annemden kalma, rutubet kokan nevresimlerimin kokusu ta buraya kadar geliyor. Diğer oda da ötekinden farklı değil. Camları kirli bir pencere var ön bahçeye açılan. Güneş alıyor. Ağzına kadar dolu olan bu odada ıvır zıvır, işe yaramayan her şey dolu. Son oda en büyüğü. Kocaman. Yepyeni koltuklarım var orada. Annemin fincanlarını dizdiğim camlı vitrinler, bembeyaz halılar, geniş tablolar... Diğer odalardan apayrı bir oda burası, bana hiç benzemeyen. İnsanları davet ettiğim asıl yer. Gösterişli ve sahte yanım. Dediğim gibi herkesin evi kendini yansıtıyor. Bir yanım sıkışmış bir köşeye. Utangaç, çekingen, korkak bir yan o. Dışarı çıkmaktan bile korkan bir yan. Zihnimin içinde füsunun saklandığı bir delik. Ne zaman tehlike görsem kendimi kilitlediğim bir sığınak. Bir yanım tabular ile dolu, bastırılmış onlarca his ve dürtü. Yakında patlayacak kadar dolu orası. Artık hiçbir şey giremiyor. Ayağım ile ite kaka doldurabiliyorum ancak. Bir yanım yalnız tıpkı bu salon gibi. Tek bir divan ve komodin var. Tüm arkadaşlarını yitirmiş bir oda.

GecekonduHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin