Evin az ilerisindeki köşede bekliyorum seni. Gece, beyaz elbisemin eteklerimden bulaşıyor temiz tenime. Adımlar ile eskitilmiş bir kaldırıma bırakıyorum kendimi. Ayağıma büyük gelen çirkin ayakkabılarımı birbirine yaslıyorum. Dizlerim sola doğru eğiliyor. Omzuma konan ceketle anlıyorum geldiğini. Başım sana dönüyor geldiğini teyit etmek ister gibi ardından oturduğum yerden usulca kalkıyorum. Bakışlarım ışık hızıyla dolaşıyor dibimizdeki binaların balkonlarını. Gidelim mi diye sormuyorsun fakat yürümem için bana açtığın yolda ilerlemeye başlayınca ben yanımda yürümeye koyuluyorsun. Yeni duş aldığımı belli eden ıslak saçlarım ceketine taneler döküyor ve omuzlarını nemlendiriyor. Titriyorum. Bunu gerçekten ürperdiğim için mi yoksa bana yanaş diye mi yaptığımı ben bile anlayamıyorum. Bir dünya yürüyoruz. O yolu bilirsin. Seninle dünyayı turlasam da zaman yanılgıya düşürüyor beni. Beş dakika diyebiliyorum geçen zamana yalnızca. Sen de beni onayladığında seviniyorum. O vakitler içinde bir köşede saçma da olsa bir yerim varmış gibi düşünüyorum. Okuduğum kitapları, izlediğim filmleri anımsıyorum. Hafızama kazınmış ne kadar aşk hikâyesi varsa gözümün önüne doluşuyor. Yanında olmak yepyeni bir kitaba başlamak gibi hissettiriyor. Bazen tutamadığım bir heyecana yenik düşüyorum bazen de dalıp gidiyorum sana.
O taşlı sokaktan aşağı iniyoruz. Denizin kokusunu ta buradan alıyorum. Bana her dönüp bakışında mahallemde top oynayan çocuklar oraya buraya koşuşturup bağırıyor. Susun diyemiyorum onlara. Daha yüksek sesle bağırsınlar istiyorum.
Alçak bir masanın iki yanına geçiyoruz seninle. Ellerim ceketinin kollarını sıkıca tutarken sen gömleğinin ilk düğmesini açıyorsun. Sanki hiç üşümüyor diyorum füsuna. Öyle mi diye de sormuyorum. Merak etmek istiyorum. Ellerinin rengine bakıyorum, burnunun ucuna sonra. Tepkilerini takip ediyorum. Vücudunun bana anlattığı şeyi anlamaya çalışıyorum.
Deniz bize gelmeye yelteniyor ikide bir. Sonra vazgeçip geri çekiyor kendini. İşte öyle bir gece sesin doluyor kulaklarıma dalgalar ile karışık. Yüzüne tırmanıyor gözlerim sonra.
"Ne içelim?" Omuz silkiyorum bu soruna. Ne içtiğimin önemi yok der gibi bir şey bu fakat ısrar ediyorsun. Rastgele birini seçiyorum. Önümüze konuyor az sonra. Ya içmeyi unutuyorum konuşurken ya çekiniyorum senden hala. Bu da bir belirsizlik olup gidiyor aramızda. İsminden sonra dediklerim daima soru işareti ile bitiyor. Tahmin edilemez biri gibi geliyorsun. Sanki sen bile kendini yeterince tanımıyorsun.
Birbirimize tonla soru yöneltiyoruz, çoğu cevapsız kalıyor, yol kenarlarındaki tabelalar gibi gelecek konuya yönünü gösteriyor. Gece rengi saçlarına dökülüyor tepedeki lamba yorgunca. Işık sakalına doğru indikçe azalıyor. Monptit* diyorum sana. Garip bir şekilde hoşuma gidiyor. Sana her seslenişimde dudak kıvrımlarım gülümseme yönüne hareket ediyor. Adını gizliyorum. Bu kitaptan bile. Sana yabancı birinin adını takıyorum. İsmin dahi yalnızca bana kalsın istiyorum. Eğer sana sesleneceksem fısıldayarak yapıyorum bunu. Sen bile duymuyorsun bazen.
Ahşap sandalyede kıpırdanıyorum. Belime inceden bir sızı yapışıyor. Eğik oturuşumu geç de olsa dikleştirmeye çalışıyorum. Geçmişini anlatıyorsun bana. Bazen gülüyoruz bazense ortam sessizleşiyor. Elinin altında beni neşelendirmeyi sağlayan bir buton var gibi hissediyorum. Çünkü evlere ayrıldığımızda ve yarın olduğunda bu neşem yerini endişeye bırakacak biliyorum. Hastalıklı düşüncelere sahibim. İnsanlar benden bir adım öteye kaysa hepsi diriliyor zihnimin içinde ve kafası kopmuş tavuklar gibi dolanıp duruyor. Uyurken bile rahat vermiyorlar bana. Rüyalarıma girip uykumu bölüyorlar. Bu yüzden sevdiğim kim varsa yanımda istiyorum ve gariptir ki sevdiğim kim varsa benden uzakta oluyor.
Boş bardağı bırakıyorsun masaya. Dudaklarında asılı kalıyor gül rengi damlalar. Düşmüş gözlerin tembelce turluyor yüzümü. Kalkmak ile kalkmamak arasında mekik dokuyorsun. Üşüyen parmaklarımı alıyorsun avuç içine. Bir şeyler diyecek gibi açılıyor dudakların sonra niyeyse vazgeçiyorsun. Ben elbisemin eteklerini toplamaya çalışırken elin belime tutunuyor. Kimin kimi taşıdığından emin olamıyorum. Birbirimize yaslanıyoruz ve geldiğimiz yolu geri tepiyoruz bir miktar. Bana yabancı bir sürü masal anlatıyorsun. Arada bir duraksıyor olmandan anlıyorum kafandan uydurduğunu. Öylesine sakin anlatıyorsun ki bazen omzumda uyuyup kaldığını sanıyorum. Yüzüne bakıp kontrol ediyorum seni. Uyumadığını görünce bir sonraki kelimeni beklemeye koyuluyorum tekrar.
Söz verdiğin gibi renkli ışıkların oraya gidiyoruz. Kulakları sağır edecek kadar yüksek sesle çalıyor müzik. Sahneyi ise karınca kadar ancak görebiliyorum. Çat pat duyduğum seslere eşlik ediyorum yalnızca dudaklarımı kıpırdatarak. O kalabalığın içinde kendimi saklamıyorum. Aykırı elbisem kimsenin umurunda olmuyor. Cılız sesim de. Girdiğimiz andan itibaren başka bir dünyaya ışınlanmış hissediyorum. Ellerin ellerimde, belimde veyahut saçlarımda... Takip edemiyorum. Kulağıma eğiliyorsun. Tenimi yakan nefesinden anlıyorum bir şeyler dediğini fakat duyamıyorum. Sana döndüğümde ise dudakların sıkıca kapanıyor. Sanki benimle oyun oynuyorsun. Ne zaman ki önüme dönüp gözlerimi sahneye diksem dudakların yine kıpırdamaya başlıyor. Kovalamaca gibi sürüp gidiyor bu oyun. Ben seni yakalamaya çalışıyorum sen hiç yakalanmıyorsun.
Omuzlarımdaki ceketin ağırlık yapıyor bana. Bir çırpıda onu sana geri veriyorum. Gök üzerime düşüyor. Gözlerimi kapatıyorum. Hüzün dolu bu müziğe bedenimi sallayarak cevap veriyorum. Herkes hipnoz olmuşçasına şarkıyı söylerken ben ritim tutuyorum. Dünyadan uzak bir yerde oluyorum o vakit. İnsanların olmadığı, milyonlarca ışık yılı uzaklıktaki başka bir gezegene süzülüyorum. Ne kütle çekimi var burada ne de bükülen zaman. Nasıl oluyor bilmiyorum. Dönüp duruyorum. Ayaklarımın altı hissizlik ile doluyor. Ellerin belimi tutmasa sanki bağımsız olacağım herkesten fakat işte tutuyor daima.
Müzik değişiyor. İki şarkı arasında yumuşak bir geçişle gidip geliyor kadın. Hayran hayran bakmak istiyorum ona sahnedeki duruşunu kafama kazımak veyahut. Fakat gözlerimi açamıyorum. Kafam hafif bir hareket ile göğsüne düşüyor. Baygın gibi gözüktüğümü düşünüyorum dışarıdan. Fazla içmiş ve kendinden geçmiş biri gibi. Ne zaman ki konser bitip dönmeye karar veriyoruz o zaman gözlerimin perdesi kalkıyor. Renkli ışıklar arasından katran karası gözlerini bulmaya çalışıyorum. Mor bir ışık vuruyor yüzüne. Bildiğim bütün şiirlerden güzel diyorum füsuna. Gördüğüm tüm sokaklardan güzel.
Elim eline bulaşıyor. Bir kâğıt parçasını tutuşturuveriyorsun. Dörde katlanmış eski bir kâğıt. Buluştuğumuz kaldırımın kenarına geçip gidişini izliyorum. Dönüp dönüp bakıyorsun ardına. Yüzümde sonradan fark ettiğim geniş bir gülümseme ile o gecelik veda ediyoruz birbirimize. Gözden kaybolduğunda ayırıyorum kâğıdı katından. Ellerime dökülüyor yazdığın şiirler. Bilmem kaç kez okuyorum. Evin her odasında bazen sesli söylüyorum bazen içimden mırıldanıyorum. Sesini hayal edip tekrar okuyorum.
Eve dönüyorum sarhoş gibi. Ayaklarım geri geri gidiyor. Tekrar sana varmak istiyorum. Olmaz diyor içimden inatçı bir ses. Tüm gün birlikte olduğumuzu tekrarlayıp duruyor. Elimde ufak bir ağaç parçası, kafamda binlerce dönme dolapla buluyorum evin yolunu. Gelirken iki adım olan bu yol dönerken bitmiyor.
İçeri girer girmez kitaplığa koşuşturuyorum. Sanki bedenim tekrar doğmuş gibi her şeyi yazmaya başlıyorum. Yarın sabah kalktığımda tüm anıların silikleşeceğini bildiğimden aklıma konan her ayrıntıyı belgeliyorum. Sayfalar art arda kapanıyor. Bileğim ve parmaklarım sızlamaya başlıyor. Mecburi bir mola veriyorum. Sırtımı rahatsız koltuğuma gömüp kollarımı iki yana bırakıyorum. Dudaklarım aralık, gözlerim kapalı kafamı arkaya yaslıyorum. Düşündükçe yüzüme sıcak bir gülümseme çarpan bugünü hafızama kazımaya çalışıyorum. Keşke diyorum bazı anları şişeleyebilsek. Kocaman bir şişe olsa bu. Bazen gidip yudumlasak ve o ana geri dönsek. Mümkün olmuyor tabii. Daha iyi anılar doğurma peşine düşüyorum. Biliyorum ki birlikte yürüdüğümüz her sokağın sonunda bir festival vardır.
*José Mauro de Vasconcelos, güneşi uyandıralım kitabından alıntıdır.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gecekondu
Teen FictionBak, yağmur yağıyor sevgilim. Sele kapılan bu şehir sen yoksan yok olsun. Başlangıç: Aralık 18 2020