Yokuşu iniyorum ayağıma büyük gelen botlarım parmaklarımı acıtırken. Üzerimde dizlerime kadar uzanan gri bir hırka, sarılıyorum ona. Bedenim ile soğuk arasına cılız bir duvar örüyorum. Yan tarafta bomboş bir arazi uzanıyor yola doğru. Kuzular hedefleri aynı noktaymışçasına hep birlikte bir yere gitmeye çalışıyor. Çoban gülümsüyor bana. Ne zamandır görmedim seni diyor. Ben de gülümsüyorum. İşlerim vardı diyorum yalandan yere. O sıralar yalan ağzıma yuva yapıyor. Sanki biri anlayacakmış beni gibi iyi ve meşgul rolü oynuyorum. Mesela olup olmadık yerlerde çantamdan Dostoyevski çıkarıp sayfaları karıştırıyorum okur gibi yapıyorum. Kimse bana değmesin istiyorum. Esasen kitapla hiçbir bağım olmuyor. Kafamın içinde dönüp duran tilkileri yakalamaya çalışıyorum. Bazen sayfayı çevirmeyi bile unutuyorum.
Onu arkamda bırakıp yürümeye devam ediyorum. Çöp kutusunu gördüğümde dönüyorum sola doğru ve niyeyse yavaşlıyor adımlarım gittikçe, nihayetinde duruyor. Demirlerin arasından yükselmiş ayva ağacına bakıyorum. Köpekler yattıkları yerden kalkıyor. Ev ıssız. Pencereler örtülmüş eski perdelerle. Asma, yapraklarını betonun üzerine dökmüş. Çiçekler kurumuş. Demir kapıyı ittirerek açıyorum. Önüne konan taşlar zorluyor beni. Paslı kapı gıcırdıyor. Hayaletler bile gidiyor. Elimi cebime atıyorum gözlerim muşambaya sarılmış bahçe mobilyalarına bakarken. Kediler dört bir yanda. Açıyorum sonra plastik kapıyı. İçeri leş gibi kokuyor. Kapıyı örtmüyorum arkamdan. Pencereleri açıyorum. Salonun orta yerinde durup sağıma soluma bakıyorum. Sağımda mutfak duruyor. Kutu kadar bir yer. Buzdolabının içindekiler bozulmuş, tezgâh nasıl bırakıldıysa öyle pis. Kimsesiz kalmış yani. Kimse gelip ilgilenmemiş. Halılar toplanmış kenara yalnızca. O da bir işe yaramamış. Koltuklar, vitrin, eski tüplü televizyon, masa... Hepsi tozlanmış. Masanın üstünde unutulmuş çay dolu demlik ve bardaklar yıllanmış zaman geçtikçe.
Bu görüntüye karşı gözlerimi kapatıyorum bir an. Sarımsı duvarlar üzerime üzerime gelmeye başlıyor. Sobanın üzerindeki kâse yere doğru atıyor kendini. Bu şahit olduğum ilk intihar olmuyor. Perdeler yırtılıyor yere düşüyor. Orkideler ölmüş bakımsızlıktan. Onlar da yere düşüyor. O an ani bir karar ile irkiliyorum. Salonun yanındaki o küçük odayı ve en sondaki yatak odasını da havalandırıyorum ve saatler sürecek temizlik işine koyuluyorum. Önce mutfağı temizliyorum. Dolap kapaklarından çay kaşıklarına kadar her şeyi yıkıyorum. Saatler acımasızca devriliyor birbirinin üzerine. Buzdolabı tekrar çalışıyor. Bozulan her şey çöpte buluyor kendini. Halılar seriliyor. Sonra salona geçiyorum. Silmediğim tek yer camlar kalıyor. Koltuk minderlerinin altını süpürge ile çektiriyorum. Sanki beynim gelen hiçbir emri sorgulamıyor. Makine gibi duygusuzca her yeri düzene sokmaya çalışıyorum. Vitrin içindeki bakır tencerelere kadar temizliyorum. Sonra sırayla diğer odalara geçiyorum.
Gece vuruyor oklarını karanlığa. Bitap bir halde atıyorum kendimi pis kokan nevresimlerin üzerine. Yarın ilk işim onları yıkamak olacak diyorum kendimce ve uykuya dalıyorum. İçimde tatmin duygusu büyüyüp genişliyor. Yüzümde kocaman, yorgun bir gülümseme oluyor. Beyaz tavan ve o garip avize mutlu ediyor artık beni. Güneşin zor bela ulaştığı oda hafifçe aydınlandığında gözlerimde sanki kurulu gibi açılıyor. Alışkın vücudum yapay hiçbir uyaran olmadan her sabah aynı saatte kalkıyor. Ağrıyan vücudumu zor bela kıvırıyorum yatakta ve doğruluyorum. Her yanımın tutulduğunu hissettiğimde yüzümü buruşturuyorum. Kapaklarını açtığım giysi dolabına takılıyor gözlerim ilk başta. Babaannemin dizili kıyafetlerinden birkaçını alıyorum. Yorgun yüzüm karşımdaki aynadan sırıtıyor bana. Ona bakarak üzerimdeki kıyafetlerden kurtuluyorum. Sonrasında babaannemin büyük kıyafetlerini geçiriyorum üzerime. Benimkiler de nevresim takımları ile birlikte yıkanıyor.
İlk gün evin içini temizliyorum diğer günse dışarıyı düzeltmeye başlıyorum. Kuyuyu açıp bahçeyi yıkıyorum kuru yapraktan kurtardıktan sonra. Ptları yoluyorum. Buralara marul ekeceğimle ilgili kendime tembih veriyorum. Arka tarafa gitmeye hala cesaret edemezken de ön tarafı saatler içerisinde düzenliyorum. Koltukları muşambadan kurtarıyorum. Beyaz, demir masayı silip kenara kaldırıyorum.
Derin bir nefes alıyorum koltukta oturmuş çıkmaz sokağı izlerken. Mahallede kimsenin kalmadığını görüyorum. Kediler ve köpeklerden başka kimse kalmamış. Bütün yüzler ve evler değişmiş. Sanki bütün çocukluğum silinmiş. Aklıma bu bahçede yenen yemekler düşüyor. Bütün apartmanın buraya doluştuğu anları anımsıyorum. Çocuklar için ayrı masa kurulunca büyüklerin yanında yemek için can attığımı, yanık etlerin bile lezzetli geldiği, mütemadiyen gülüştüğümüz, küs kimsenin kalmadığı o zamanlar. Bayram sabahları veyahut iftar saatleri... Su içmek için ölesiye heyecanlanırdım şimdi ise hiçbir şeyden öyle tat alamıyorum. Her şeyi yitirmiş hissediyorum. Herkes birbirine küstü önce. Kimse kimsenin evine gitmez oldu. En yakınım dediğim insanı çarşıya çıkınca görür oldum. Taşındık sonra. Oradan kurtuldum diye bir oh çekmiştim. Yalandan bir rahatlamaydı o. Gittiğim gece sabaha kadar ağlamıştım.
Sonra tek tek herkes gitti oradan. Bir daha kimse kimseyi aramadı. Herkes unuttu belki o zamanları. Ya da herkes farkındaydı her şeyin ama kimse bir şey yapmadı bu durumun değişmesi için. Gerçi ne fark eder bilmiyorum. Şimdi herkes toplansa son bir kez. O günkü gibi içten gülebilir miyiz? Aynı insanlar mıyız? Bir şeyler değişmedi mi? Birbirimize bakışımız, hislerimiz değişti. Herkes mutlu taklidi yaparsa herkes mutlu olmuş olur mu?
Babamı böyle zamanlarda çok iyi anlıyorum füsun. Ne için mücadele ettiğini anlıyorum. Annemi de anlıyorum. Niye kimseye kin tutmadığını, niye her şeye rağmen bir arada kalmak istediğini anlıyorum. Çünkü gerçekten sürüden ayrılanı kurt kapıyor. Çünkü bir kere parçalanınca bir daha bir araya getirsen bile aynı tutmuyor. Bir kere parçalanınca daima bir kez daha parçalanmak için an kolluyor. O bağ hiç güçlenmiyor sadece inceliyor.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gecekondu
Teen FictionBak, yağmur yağıyor sevgilim. Sele kapılan bu şehir sen yoksan yok olsun. Başlangıç: Aralık 18 2020