Tavayı benim önüme koyarken sen de çayını alıp yanıma kuruluyorsun. Tek kolun sandalyemin arkasında oluyor. Ayakların boştaki sandalyeye uzanıyor. Yanağıma sıkı bir öpücük bırakıyorsun ben ekmeği bölerken. Yemek yemeği unuttuğum her an kafama dikiliyorsun. Çayını yudumluyorsun televizyondaki sabah haberlerine göz ucu ile bakarken. İlgini çekmiyor ki televizyonu kapatıyorsun. Ben zaten izlemiyorum.
"Dışarı çıkalım mı bugün?" diyorsun. En son bir hafta önce çıkıyorum dışarı. O da bahçeye çiçeklerimi sulamak için. Onlarla konuşuyorum bir saat kadar ve sonra tekrar yatağıma dönüp gün boyu yatıyorum. Yüzüne dalıyorum ne karar vereceğimi düşünürken. Gözlerini benden ayırmıyorsun. Omuz silkiyorum en sonunda. Dibini çabucak gördüğün kulplu bardağı masaya bırakıyorsun. Ayakların toplanıyor ve kolların masadan destek alır vaziyete geliyor.
"Nilgün," diye sesleniyorsun. Bunu bekliyor gibi sanki bakışlarım anında sana dönüyor. Sesin beni öpüyor gibi şefkatli. Kırmadan sarıyor, yumuşacık. Tam da bu yüzden ağlamak istiyorum. Sanki ben tüm bu karmaşanın icinde, bu asık suratla hak etmiyorum seni. "Bir yer görmüştüm geçen. Sessiz sakin bir yere benziyordu. Oraya gidelim. Şapkanı da al yanına." Soru sormayı bırakıyorsun benim karar verecek bir yanım olmadığını görünce. Kafamı sallıyorum. Bomboş yüzüm seni korkutuyor mu bilmiyorum. Zor bela birkaç zeytin yiyorum ve kalkıyorum masadan. Sen arkamdan bakarken salondaki divanın yanına çömeliyorum. Kırışık elbiselerimden birini çekip alıyorum ve divanın üzerine atıyorum rastgele.
"Kırmızı olanını giysene," diyorsun elin ile sepeti gösterirken. Dediğini yapıyorum ve onu çıkarıyorum bu kez. Üzerime geçiriyorum keyifsizce. Gelip kenardaki şapkayı geçiriyorsun kafama. Saat ikiye geliyor.
"Gelince toplarız." Diyorsun masayı işaret ederek. Bir şey demiyorum. Dışarı çıkıp sandaletlerimi geçiriyorum ayağıma. Kapıyı kilitliyorsun. Çiçeklerime bakıyorum ilk başta. Kuruduklarını görüyorum. İçimde bir şeyleri burkuyor bu. Onlara artık sahip çıkamıyor olmak eksik ve yetersiz hissettiriyor. Derken bisikletini alıp geliyorsun yanıma. Kullanmayı öğrenmiyorum babamdan sonra. Arkaya biniyorum bu yüzden. Babam tahminimce yukarıdan bir yerden izliyor beni. Bense hiç bakmıyorum ona.
"Çiçeklerle ben ilgilenirim." Diyorsun onlara baktığımı görünce. Kafam sırtına yaslanıyor. Pedalları çeviriyorsun düz yolda hızla. "gittiğimiz yerde papatya da toplarız." Diye ekliyorsun. Evde var diyemiyorum. Her yıl toplayıp kurutuyorum yine de içmeyi unutuyorum diyemiyorum. Öylece susuyorum. Bana hiç darılmıyorsun. Bıkmıyorsun. Belki de bıkıyorsun ben bilmiyorum. Sahi, nedir aslı?
Harabe bir yere getiriyorsun beni. Bisikletimizi kenara bırakıyoruz. Koltuğunun altında merdümgiriz diye bir kitap, elinin teki elimde ilerliyoruz. Güneş beyaz tenimi kavuruyor. Çilli yüzüne dönüyorum yürürken. Senin de gözlerin durduğu yerde durmuyor. Sanki bakışıyla sarabilir bir insan bir insanı monptitim. Yapıyorsun işte.
"Tepeye çıkalım." Diyorsun kale gibi bir yapıyı gösterirken. Dediğin oluyor. Güneşten korunaklı kaleye çıkıyoruz yıkık duvarlar arasından. Her an kendimi ağlayacak gibi hissediyorum. Herkesin bırakıp gittiğini hissediyorum. Meryem geceleri geliyor bazen, gözlerimi kapatıp kovuyorum. Yüzü canımı yakıyor. Hiçbir fotoğrafını saklamıyorum bu yüzden. Hepsini yakıyorum bulduğum yerde. Tek insan da yetebilir bir insana diyorum. Sadece bazen düşünüyorum da ya ben de kendimi bırakıp gitmişsem, o zaman ne olur? Bilemiyorum.
Belime koyuyorsun tek elini. Taşın üzerine oturuyorsun. Açtığın bacaklarının arasına oturup sırtımı yaslıyorum sana. Çay olsa içerdik diyorsun mırıldanır gibi. Her şeyi çayla kombinliyorsun. Hafif tebessüm ediyorum. Gözlerim denizi tarıyor sonra. Mavili morlu deniz ofkeli gibi birilerine, kaparıp duruyor. Sanki hiç durulmuyor, her gecen dakika biraz daha köpürüyor. Saçıma bir öpücük bırakıyorsun ilkbahar gibi. Önümde açıyorsun kitabı. Merdümgiriz. Benim kitaplığımdan çalınmiş. Şiiri okuyorsun önce. Sesine her şey yakışıyor diye düşünüyorum. Tüm şiirler, tüm masallar, tüm şarkılar yamanıyor birbirine ve sende can buluyor gibi. Sen şiiri okurken ben kafamı iyice bastırıyorum göğsüne, gözlerim kapalı. Gözümün önünde büyüyor yıkılan ne varsa. Kafamın içinde takip ediyorum şiiri. Kanadı kırık kuş diyorsun kulağıma fısıldar gibi. Bana mı sesleniyorsun? Sonra devam ediyorsun: merhamet ister. Ah, senin yüzünden kana batacak.
Şiir bitiyor. Nefesleniyorsun. Sırtında kaç ton yük getirdin bilmiyorum. Yorgun gözüküyorsun hayalimde. Kucağıma salınmış ellerimi tutup dudaklarına götürüyorsun. Nabzımın üzerinden öpüyorsun. Yaşadığımı hissediyorum monptitim. Gözlerimi açıp sana dönüyorum. Senin yanında kalbim bana konuşuyor. Seninle ilgili onlarca şey söylüyor. Hicbir kelimem çirkin görünmüyor. Her daim öptüğün cenemin kenarindan kac hayat yeseriyor. Demem o ki sorun değil yalnız bırakılmak. Ben bir şekilde filizleniyorum sen olunca.
"Biz de gidelim." diyorum. "En uzak neresiyse oraya gidelim. Bizim de kimsemiz olmasın. Bir çanta yeter bize değil mi? Her yeri yuva yapabiliriz?" Düşünüyorsun. Kafanı yukarı aşağı sallıyorsun sonra. Gidelim diyorsun benim gibi. Sonra gidiyorsun.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gecekondu
Teen FictionBak, yağmur yağıyor sevgilim. Sele kapılan bu şehir sen yoksan yok olsun. Başlangıç: Aralık 18 2020