Kapımın önünde duran kırmızı sardunyaları görünce adımlarım yavaşlıyor. Yanlarına ulaştığımda üzerinde yazan nottan anlamıyorum kimin gönderdiğini. Zaten biliyorum. Gülümsüyorum kendimi tutamadan. Yüzümdeki gerginliği unutuyorum. Sanki az önce korkup kaçmak isteyen ben değilmişim gibi gelen hediyelere sırıtıp duruyorum.
"Bak, yağmur yağıyor sevgilim." diye fısıldıyorum kendi kendime belki bininci defa. O sıra kulağımın yanında hissediyorum nefesini. Yazdığın şiire devam ediyorsun kendi sesinle:
"Ama izlemem sele kapılan bu şehri." ardından sana dönüyorum. Sen şiirin devamını okurken ben elimdeki notu dahi tutamıyorum. Ne zamandır burada beklediğinle ilgili sorular dolaşıyor aklımda. Niye geldiğini düşünüyorum sonra. İyi ki de gelmişsin diyorum çünkü benim sana gelecek cesaretimin olmadığını biliyorum.
"Teşekkür ederim." diyorum çiçekleri gösterirken. Gözlerin odağını hiç oynatmadan bana bakmaya devam ediyor. "çiçekler için."
"Mektup yazmadın." Kaç gün olduğunu söylüyorsun, sebebini soruyorsun fakat ben ağzımı açıp tek kelime edemiyorum bununla ilgili. Sadece dâhiyane bir fikir bulmuşum gibi birden yükselip çay deyiveriyorum. İçer misin? Zaman kazanmak için yaptığım bu hareket sonucu apar topar içeri girip seni de kapının önünde tek bırakıyorum. Sanki biri gelip aklımı benden çalmış gibi saçma sapan davranıp duruyorum. Bunları gece yatağıma geçip düşündüğümde de kafamı yastığa gömüp kendi kendime utanıyorum.
Soğuk çardakta oturuyoruz. Demirleşen ellerimi cam bardağı sararak ısıtmaya çalışıyorum. Burnunun ucu kırmızılaşıyor yine de üşümediğinle ilgili tonla şey sayıyorsun. Niyeyse o an bedenimi sızlatan o soğuk tatlı geliyor. Bitmesini istemediğim bir şeye dönüşüveriyor.
"Cumartesi gecesi müsait misin?" Daha önemli bir işim olmayacağını bildiğimden hemen kafamı sallıyorum bu soruna. Yüzünde belli belirsiz bir değişim oluyor. İfaden farklılaşıyor. Olumlu mu olumsuz mu karar veremiyorum. Beklemeye devam ediyorum. Biraz korkuyorum. Yanlış bir şey söyleyip seni de kaçırırsam diye. Bir yanım demir kapılara zincir vurmak istiyor, seni buraya hapsetmek. Bir yanımsa tüm kapıları, pencereleri açıp kendi rızan ile yanımda durmanı. Sonuç olarak ikisini de yapacak güç bulamıyorum. Dedim ya korkuyorum. Sorumluluk almak istemiyorum üzerime. Hata yaptıktan sonra keşke başka türlü davransaydım diye başlayan bir cümle kurma düşüncesi bana diri diri mezara girmekle aynı geliyor. Bekliyorum bu yüzden. Çoğu zaman bilmediğimi söylüyorum. Herhangi bir şey hakkında bilgi sahibi olmak istemiyorum. Yük yüklenmek istemiyorum.
"İki biletim var gelmek istersen." Bakışların niyeyse bende durmuyor. Benimkiler zaten gezgin gibi bir o yana bir bu yana dolaşıyor. Bu yüzden pek buluşamıyorlar.
"İsterim." Diyorum beni de şaşırtan bir kararlılık ile. Ön taraftan olmadığını söylüyorsun. Arkalardaymış ama ziyanı yokmuş. Nasıl olsa maksat eğlenmekmiş. Tekrar kafamı sallıyorum. Aslında dediğin bu şeyi ölçüp tartmıyorum. Sanki o an elime bir silah versen ve vur şunu desen vururmuşum gibi geliyor. Konuşmaya devam et diye mi yapıyorum bunu bilmiyorum. Esasen ben kendim hakkında çoğu şeyi bilmiyorum.
Biraz daha konuş diye bekliyorum ama susup kalıyorsun. Cebinde telefonun zırlayıp duruyor. Açıp bakmıyorsun. Ya duymuyorsun ya önemsiz görüyorsun o an. Saatini kontrol ediyorsun göz ucu ile. Beni bir telaş sarıyor. Konuşma sırasının bende olduğunu düşünüp konuşacak şeyler arıyorum. Füsun bana sesleniyor içeriden. Konuş yoksa kalkıp gidecek, diyor. Sıkıldı. Geldiğine pişman oldu. Fakat bir türlü aklıma gelmiyor. Acil durumlarda duran beynim beni şaşırtmıyor. Sessizce bekliyoruz. Ne düşünüyorsun? Kapının önüne gelip alacaklı gibi vuruyorum. Ben geldim, aç diyorum. İçeriden bağırış sesleri yükseliyor. Beni duymuyorsun. Pencereye gidiyorum. Siyah perdenin açıkta bıraktığı yerden içeri uzatıyorum bakışlarımı. Bir şey göremiyorum. Sonra bir el gelip perdeyi boylu boyunca çekiyor. O eli bulup kırmak istiyorum.
Bir kedi gelip sürtünüyor bacaklarına. Senden şefkat mi istiyor anlayamıyorum. Fakat sen biliyor gibisin onların dilini. Kucağına çıkarıyorsun siyah kıl yumağını. Yeşil gözleri gecenin içinden parlarken koynuna doğru yatırıyorsun. Sen sevdikçe daha da mayışıyor. Bense durgunca izliyorum sizi. Bu senin herkese göstermediğin yumuşak tarafın gibi geliyor. Duvarların arkasında saklanan, özünde narin biri*.
O kadar dalıyorsun ki kediye çayın soğuyor, fark etmiyorsun. Buz gibi olmasına aldırmadan yudumlamaya devam ediyorsun. Bense çay her yarılandığında üstüne ekliyorum. Gün öylece rafa kalkıyor.
*Beyaz hayvanlar, özünde narin şarkısından alıntıdır.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gecekondu
Teen FictionBak, yağmur yağıyor sevgilim. Sele kapılan bu şehir sen yoksan yok olsun. Başlangıç: Aralık 18 2020