Bu aralar mutlu ve hüzünlüyüm gülerken gözlerinin yaşarması gibi. Kaldırım kenarında gördüğüm pembeli sarılı çiçekler, önüme düşen saç tutamları durup düşünmeme sebep oluyor. Her ne iş yapıyorsam o an bırakıveriyorum. Dönülmez yollara giriyorum kendimce. Düşüncelerim beni öyle sokaklara götürüyor ki korkuyorum. Bu çıkmazda sıkışıp kalmaktan, mutlu olduğum anlarda bile mutlu olamamaktan. Hani filmlerde vardır ya insanların omuzlarının üzerinde melek ve şeytan. Benim iki omzumda da şeytan oturuyor. Yüzüm gülmeye başladığı an zehirlerini fısıldıyorlar kulağıma. Kapat tuşu yok onların. Bitene kadar konuşmaları dinlemek zorunda kalıyorum.
Kar başıma inerken yüzümü havaya kaldırıyorum. Soğuk taneler yüzümü öpmeye ve sonra tükenmeye başladıklarında gülüyorum genişçe. Belki de şeytanlarımın kuyruklarını birbirine bağlamalı ve onları kendileri ile meşgul etmeliyim diye düşünüyorum. Esasında sadece saçmalıyorum.
Ayaklarım ile kar birikintilerini ezmeye devam ediyorum. O an bir müzikalde gibi hissediyorum. Kafamın içinde en sevdiğim şarkı ritimleniyor. Ayaklarım yolu dans ederek aşıyor. Tüm insanlar beni izliyor. Süzülüyorum kaldırımda. Peri masalı içine doğuyorum. Dudağımda neşeli bir şarkı, bana ölesiye uzak. Ellerim havaya sallanarak ahenk veriyor. Onu da tıpkı böyle gezsem ya diyorum. Her semtine ayak izimi bıraksam ve havasını içime çeksem. Mümkün müdür bu? Bilmiyorum. Ama onunla her konuştuğumda adını dahi bilmediğim bir şehirde dolanır gibi oluyorum. Her yer yabancı. Etrafa merakla bakıp duruyorum. Öğrenmek istiyorum esasında. Kafelerin üzerinde yazan kelimelerin anlamlarını, tarihi yerlerini, nerede savaşların olduğunu, nerde konserlerin verildiğini.
Tanrı kar tanelerini üzerime akıtmaya devam ediyor. Bir yol düşünün sonunun nerde olduğunu bilmediğiniz, insanlardan arınmış, güneşin saf ışığı altında bir yol. Evler yıkık, ağaçlar kesilmiş, asfalt kirli... Öyle çirkin bir yolda yürüyorum. Geçen haftaki mektubu ellerimde duruyor. Evde yemek yaparken veyahut çiçekleri sularken geliyor aklıma dizeleri. Sevgilim diye sesleniyor. Üstüme alınıyorum çocukça. Çünkü öyle bir yazılı ki harfler kâğıtta, başka bir ihtimal getiremiyorum aklıma. Vitrinde gördüğün bir oyuncağa sahip olmayı istemek gibi bu biraz. O öyle deyince bana yağmurun yağması bile anlamlı geliyor.İç çekip duruyorum öylece.
Çantamdan kâğıt kalem çıkarıyorum evinin önünden çekerken. Defteri büküp yukarı kaldırdığım dizime sabitliyorum. Mürekkebi azalan kalem, ölü ağacın üzerinde kolayca kayıyor. Heceli duraklarda buluşalım diyorum ona. Katlıyorum kâğıdı. Her zamanki yerine gönderiyorum. O an gözüme takılıyor bahçesindeki küçücük sera. Gülümsemeden edemiyorum. Bak diyorum füsuna onun bahçesinin zamanı da gelmiş.
Hızlı adımlarla kitapçıya gidiyorum. Rafların arasında kaybediyorum kendimi. Birkaç kitabı alıp kucağımda sabitliyorum. Adını daha önce hiç duymadığım, almadığım tarzda bir sürü kitap topluyorum. Ardından kendime ait yapıyorum onları. Çantama dolduruyorum.
Önüne oturduğum camdan görüyorum gelişini. Kar yağıyor üstüne. Başı öne eğik yürüyor. Eldivenli elleri kabanının yakalarını tutup kaldırıyor. İçeri girince çok kısa geziniyor gözleri etrafta. Beni buluyor. Yanıma geliyor saniyeler içinde. Eldivenlerini sıyırıp cebine koyuyor. Gözleri durduğu yerde durmuyor. Saçlarıma asılıyor; yanaklarıma, gözlerime biniyor. Hoş buldum diyor benim hoş gelinime karşılık. Elinde adını bilmediğim kalınca bir kitap beliriyor. Montun içinden çıkarıyor. Sonra ahşap masaya tok bir ses ile bırakıyor. Benim de okumamı istediğini söylüyor. Omuz silkiyorum okurum dercesine. O nasıl oluyor bilmiyorum ama anlıyor işte. Ben de ses etmiyorum daha fazla.
Kaloriferin üzerine yaslanıyor o da. Bana bakıyor mu diye kontrol ediyorum ara ara. Bazen yakalıyorum bazen de gözleri ilerideki rafa dikili vaziyette düşünürken buluyorum. Aklının içini okuyabilmek istiyorum. Benim hakkımda ne düşündüğünü, saçma bir yazıya karşılık niye buraya geldiğini ya da neden hala mektuplarıma cevap verdiğini merak ediyorum.
"Nilgün," diye zikrediyor adımı. Sanki dakikalardır bunu düşünüyormuşsun gibi geliyor. "Çiçek sever misin?"
"Sardunyaları severim." diyorum. Kafasını sallıyor. Tekrar düşünceye dalıyor. Onu oradan çekip kurtarmak istiyorum ama mümkün olmayacağını da biliyorum. Sanki benimle konuşurken bile arkadan başka şeyler düşünüyor. Kafasının içinde ondan bağımsız bir sürü karakter var. Sürekli kavgada olduğu bir sürü kişi. Hangisine takılıp gideceğini bilemiyor.
Elime koyuyor yeni yazdığı şiiri. Yepyeni bir güne başlamak gibi geliyor bu. Her satırı tekrar tekrar okuyorum o bakışlarımı yakalamaya çalışırken. Bu sözlerin bana mı edildiğini merak ediyorum. Elimdekiler bana mı ait yoksa başkasına mı bilemiyorum. Dün tanıştığı birine şiir yazabilir mi insan bilemiyorum.
Eğer seni öpersem diye fısıldıyorum kendime sanki kimsenin duymaması gereken bir şeymiş gibi. Göğsümdeki kelebekler sana geçer. Düşünüyorum. Sonra uzanıyorum ve kızıllarını kelebeklerime boğuyorum. Göğsümün içinde hafifleme oluyor. Kelebeklerin yükü gidiyor ve bir rahatlama geliyor. Ben dudaklarımı henüz teninden ayırmamışken kafasını çevirip o da öpüyor beni. Bu defa ateş kanatlı kelebeklerim göğsümü yangın yerine çeviriyor. Bir oraya bir buraya uçuşup duruyor. Öyle ki kalbim ağzımda atıyor.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gecekondu
Teen FictionBak, yağmur yağıyor sevgilim. Sele kapılan bu şehir sen yoksan yok olsun. Başlangıç: Aralık 18 2020