34

7 4 0
                                    


Çıplak yere boylu boyunca seriyorum kâğıtları. 5 ya da 6 tane beyaz örtü biçimsizce dağılıyor birbirine. Dizlerimin üzerinde yere çökmeden hemen önce boya tüplerini alıyorum kucağıma. Sarı, kırmızı, mavi... Kâğıt bardakların içinde boyaları karıştırıp farklı renkler elde etmeye başlıyorum. Zaman ileri doğru akıp gittikçe renkler de artıyor. Açıyorum onları eter yardımı ile ve kâğıtların üzerine rastgele akıtmaya başlıyorum. Kırmızı yeşille öpüşüyor mavi moru seviyor sarı turuncuyu terk ediyor derken kâğıtlar döşenmeye başlıyor. Fırça ile başladığım bu yolculuğa sonrasında ellerim ve ayaklarım da eşlik ediyor. Birini çiziyorum kafamın içinde. Renkleri onun bedenine buluyorum. Saçlarım yüzümün önüne geliyor. Karanlık odaya saçılan yapay ışık gittikçe çelimsizleşiyor. Boş dairede yankılanıyor sesim. Yere seriliyor bedenim sırt üstü. Üzerimde annemin eski bir elbisesi, kesip biçtiğim. Boyalı örtülere seriliyorum. İşte ellerim ayaklarım ve tüm vücudum. Her şeyim ile uzanıyorum. Sırtıma batıyor fırçalar. Omuz silkiyorum. Yine aynı şeyi yapıyorum belki bin defa. Bana iyi gelmeyeceğini biliyorum. Bilinçdışında yönetiliyor hepsi. Beynim diyor ki: sen sus. Hiçbir şeyi gerektiği gibi yapamıyorsun. Olay bende. Ve işte bu geliyor. Her şey yolundaymış hissi. Kafamda düşünceler arttığında müziğin sesini de artırıyorum. Gülerek ve dans ederek şarkı dinlemeye başlıyorum. İlgimi çekmeyen müziklerin hayranı oluyorum. Saçma sapan kitaplar okuyorum. Yeni insanlarla tanışıyorum. Sanki herkes gidince hayat birden güzelleşmiş gibi tüm günümü oraya buraya koşuşturarak geçiriyorum. Normal olmuyor bu. Nilgün olmaktan çıkıyorum. Sabah dans ederek uyanıyorum mesela. Kendime kahvaltı hazırlıyorum. Mutfakta karıncalar ile konuşuyorum. Besliyorum onları. Ekmek kırıntılarını tezgâh üzerine diziyorum. Aynanın karşısında daha fazla vakit geçiriyorum sonra. Makyaj yapıyorum. Bilmem kaç bin kez kıyafet değiştiriyorum. Monadan gelen mektupları okuyorum. Milayla fotoğraflarımıza bakıyorum. Annem arıyor. İlk çalışta açıyorum. Nasılsın dediğinde her daim duraksıyorum. Cevabının aynı olacağını bilsem bile bir anlık durup düşünüyorum. Kendi kendime de soruyorum nasılsın diye. Esasında bu süreç boyunca en çok bunu öğreniyorum. Kendime nasılsın demeyi. Kendimle konuşmayı. Düşüncelerimi susturmuyorum. Evet diyorum ben paranoyak bir insanım. Hastalıklı düşüncelerim var. Sürekli şaşırtıyorlar beni. Bu kadarı da olmaz dediğimde daha fenasını buluyorlar. Olmayacak şeyler çıkartıyorlar. Ama yine de susturmuyorum kendimi. Herkes gibi olmamaya karar veriyorum kendime karşı. Bastırmıyorum onları. Utanmıyorum da. Olduğum kişiden. Düşüncelerimden. Duygularımdan veyahut yaşadıklarımdan. Biraz abarttım pekâlâ. Hala çekiniyorum. Kendime açamadığım konular var. Ama hallediyorum.

Çiçeklerimi suluyorum kahvaltıdan sonra. Onlar benden daha konuşkan oluyor. Gece boyu gördükleri şeyleri anlatıyorlar bana. Onlar konuşurken heyecanlanıyorum. Daha önce hiç duymadığım masalları biliyorlar. Çay içiyorum sonra. Balkon dediğim o köşede oturup çocukların top koşuşturduğu sokağı izlerken iç çekiyorum. Karşı evdeki soluk güllere bakıyorum, vişne ağacı, demir kapı... Bana küçüklüğümü hatırlatıyor. Dondurmam yere düştüğü için ölesiye ağladığın zamanları. Gülüyorum sonra. Üzüldüğüm şeyler bazen geçici oluyor böyle bazen kalıcı.

Yaprak topluyorum. Şişkin sarmalar sarıyorum kendime. Yemeklerin altını genelde yakıyorum. Yanımda sürekli gezdirdiğim bir defter var. Okuduğum kitaptan yediğim yemeğe kadar yazıyor. Unutmaktan korkuyorum. En çok da o başıma geliyor. Bazen diyorum ki hatırladığım her şey ya kafamdan uydurduğum senaryolarsa. Tek başıma yaşadığım şeyleri nasıl kanıtlarım kendime. Düşündükçe düşünüyorum bunu. Bir sonuca varamayınca gerek yok deyip üstünü kapatıyorum tekrar düşünmeye başlayana kadar.

Beynim tam olarak böyle işliyor. En başta bahsettiğim konu ile son bahsettiğim konu arasında aşılmaz bir uçurum oluyor. Konular birbirine karışıyor. Burada öylece yatmış boya kokusu içinde tavanı izlerken kim olduğumu bilmiyorum. Sanki adım siliniyor. Kimse seslenmiyor bana. Ben kimseye dönüp bakmıyorum. Geçilen tüm sokakların yabancısı oluyorum. Okunan tüm kitapların yabancısı. Kulağımı bir şarkı tırm
alayınca mırıldanamıyorum. Yediğim yemekler tadını bırakmıyor dilime. Çiğneyip dursam da saatlerce plastikten farklı gelmiyor. Gece çökünce ve ben yatağa tekrar zımbalayınca kendimi bir an önce sabah olması için dua ediyorum. Çünkü gün boyunca bastırdığım ne kadar duygu varsa gece boşalıyor. Öfkeleniyorum. Hiçbir zaman insanları tam olarak terk edemediğim için. Ya da onları giderken durduramadığım için. Bu kadar korkak biri olduğum için kendime öfkeleniyorum. Defterlerce yazıyorum. Saat 3 oluyor bazen 4. Uyku nedir unutuyorum. Rastgele bir kitabın rastgele bir sayfasında buluyorum kendimi. Ne zaman ki okumaktan yorgun düşüyorum. O zaman dinleniyorum.

Dediğim gibi gece beni bırakmıyor. Uyurken kollarımdan dürtüp yokluyor. Işığı yakıp evin her yerini kontrol ettikten sonra tekrar uzanıyorum. İkinciye uyumaya çalışmak zor oluyor üçüncü ise daha zor. Adını unuttuğum ilkokul arkadaşlarımla ilgili sanrılar doluşuyor kafama. Yaşadığım rezillikleri düşünüp tekrar rezil oluyorum. Kafamı yastığa gömünce dünyadan soyutlandığımı sanıyor olmalıyım ki uzun bir süre çıkamıyorum oradan.

"Füsun." Diyorum boşluğa "Beni niye terk etmiyorsun? İnsanın kendinden gitmesi böylesine zor bir şey mi? Seninle konuştuğum kadar kimseyle kaba konuşmadım. Kalbini defalarca parçaladım sözlerimle. İnatla yanımda kalmanın nedeni ne?" İkimiz de susuyoruz. Yatağımın kenarına oturuyor o genelde. Düşecek sanıyorum her defasında. Bazen düşüyor hatta. Ama yine de devam ediyor. Kınalı saçlarına uzanıyor ellerim. Anında geri çekiliyor. Benden bile mi korkuyor?

"Sana herkesin gideceğini söylemiştim." Diyor bilmişlikle. Yüzünde alay yok ama derin bir hüzün var. Sanki elimle uzatsam o ifadeyi avcuma alabilirim gibi.

"Gitsinler," diyorum omuz silkerek. "Görmüyor musun ben böyle daha iyiyim. Yalnız olmayı seviyorum. Kendime daha fazla vakit ayırıyorum." Füsun elini küçük dudakları üzerine kapatıp gülüyor. O istediği zaman melek de olabiliyor şeytan da.

"Kendini kandırmayı hiçbir zaman bırakmayacaksın değil mi? Bakkala bile biriyle gidiyorsun sen." Yanıldığını anlatmaya yelteniyorum. Dudaklarım açılıyor kapanıyor. Beni izliyor pür dikkat. Her hareketimden bir anlam çıkarıyor. Füsunu bu yüzden sevmiyorum. İnsanların saklamak istediği şeyleri gün yüzüne çıkarıyor. Duymak istemediklerini söylüyor.

"Her an gidecekler diye korkuyla yaşamaktansa böylesi daha iyi." Dalga geçer gibi kafa sallıyor.

"Geldikleri an kapıyı açacaksın. Kilit bile yok bu yüzden. Bir saniye de olsa gecikmek istemiyorsun." Kaşlarım çatılıyor. Yatakta sırtımı dönüyorum ona. Kollarım annesine küsmüş çocuklar gibi bağlı birbirine. Arkama uzanıyor. Minik elleri sarılıyor bedenime. Beni öpüyor omuzlarımdan.

"Bir gün yine herkes gittiğinde ben burada olacağım." Diye fısıldıyor. "seni asla yalnız bırakmayacağım Nilgün."

GecekonduHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin