37

10 3 0
                                    


Gittiğin andan itibaren yazdığım bir defter. Evin yukarısındaki kırtasiyeden bilmem kaç kuruşa aldığım ince bir kâğıt yumağı. Onlar da saymayı bırakmış. Gelmeyeceğine dair inançları güçlenmiş. O gün son kez yazıyorum. Kendime başka uğraşlar bulma derdine düşüyorum. Bilmediğim kelimeler öğreniyorum. Kendimi daha iyi ifade etmek istiyorum. Duygularım açık birer kâğıt olsun diye uğraşıyorum. Hiçbir zaman başaramıyorum bunu. Hep üstü kapalı konuşuyorum. Meryem'in ellerine ihtiyaç duyuyorum. Sen yokken girdiğim her sokakta kayboluyorum. Dinlediğim her şarkı uzaklara bakmamı sağlıyor. Nefes alırken artık göğsüm genişlemiyor gibi geliyor. Sigarayı kısa kesiyorum, televizyonun sesini daima açık bırakıyorum. Meryem'in gelmesine ihtiyaç duyuyorum. Kendimi zehirlemek adına bazı teşebbüslerde bulunuyorum. Gelmiyor. Güneşin gidip ardında geceyi bırakmasından nefret ediyorum. Karanlık çökmeye başladığı an perdeleri örtüp uyuyorum. Bazı geceler zor oluyor bu. Beynim rahat kalmamı istemiyor. Ona yazıp siliyorum. Verdiğim tüm kararlar kayboluyor. Yine de yazamıyorum. Orada yokmuş gibi hissediyorum artık. İçimde ona veda etmem gerekiyor. Sonra da sana.

O çok sevdiğim elbiseyi geçen gün aleve attım sokak ortasında. Ağlamak istemedim o yanarken. Kendimi tuttum. Önünde dikildim yalnızca, yanışını izledim. Sonra defteri gönderdim. Tekrar okumak istemeyeceğim her şeyi yaktım. Fotoğrafları attım. Geçmişi hatırlatan her şeyi attıktan sonra da hafızamda hiçbir eksiklik oluşmadı.

Dediklerin ve yaptıkların kafamın içine yedeklenmiş gibi silsem de tekrar yükleniyor. İçinden çıkılmaz bir döngüye giriyorum.

Mevsimler değişiyor. Bir gün ansızın kapım çalınıyor. Divandan zoraki kalkıyorum. Cielin geldiğini söylüyor füsun bana. Yanıldığını kapı açılınca anlıyoruz. Koridoru geçip demir kapıyı aralayınca gülümsüyor karşımdaki tanıdık sima. Elinde kocaman bir kutu duruyor. Kaşlarım çatık ve yüzümde anlamsız bir ifade ile bakıyorum ona. Kapıyı milim oynatmıyorum. Baştan aşağı süzüyorum onu. Değiştiğini görüyorum. Sanki biri dövmeye başlıyor beni. Yıkılmış hissediyorum. Kapıyı bırakamıyorum. Sanki güçsüz bileklerim ile ondan destek alıyorum.

"Ben geldim," diyor genişçe gülümserken. Kutuyu yandaki bahçe masasına bırakıyor. Tek bacağı kısa yeşil masa saklanıyor. Tekrar ona dönüyorum. "Gelmeyecek misin?"

Kapıyı arkamda bırakıp sakladığım yerden çıkıyorum. Ağzımı açıp tek kelime edemiyorum. Adeta şok geçiriyorum. Gidip kavanozu kontrol etmek geliyor içimden. Kaç gündür atmayı unuttuğumu bilmiyorum. Karşıma oturuyor. Elleri masanın üzerindeki yerini alıyor. Betonu izliyorum dalmış bir halde. Masanın üzerindeki kutuyu bile unutuyorum. Eski Nilgün olsa koşa koşa içeri gider, bıçak alıp kutuyu parçalardı. Ne aldın bana diye sorardı heyecanla. Yapamıyorum. Bu ruh halimi artık kimseden saklayamıyorum. Benden güçlü oluyor. Her yanımı kaplıyor. Hayatım kanserle kaplanmış bir organ haline geliyor. Tüm fonksiyonlarını yitiriyor. Yatağa bağımlı birine dönüşüyor, takviyelerle tutunmaya çalışıyor. Tutunamıyor.

"Nilgün?" gözlerim gayriihtiyari kalkıyor onun gözlerine. Elalar parlıyor. Cebinden küçük bir kâğıt parçası çıkarıyor. Bana doğru uzatıyor. Hareketsizce bekliyorum onu. Gözleri ile işaret ediyor kâğıdı. Mecburen alıp bakıyorum. İçinde kâğıda sabitli bir sürü çiçek buluyorum. Ona bakıyorum tekrar. Sevinçle konuşmaya başlıyor. "Gittiğin her yerden çiçek buldum sana." Dudakları kıvrılıyor. Rengârenk yaprakları bakışlarım ile seviyorum, okşuyorum.

"Bu kutu?" diyorum sonra. Aç diyor omuz silkerken. Sanki getirdiği şeyi kendi bile bilmiyor.

Sarsak adımlarla içeri gidip büyük et bıçağını alıyorum. Daha küçüğünü bulmaya uğraşmıyorum. Bant yırtılıyor keskin uç ona sürtünce. Kapaklar açılıyor ellerim tarafından. Plaklara bakıyorum. Birini elime alıyorum. İçimden nehirlerce hatta denizlerce ağlamak geçiyor.

"Rossini." Diyorum gülümseyerek. Sessizce izliyorsun beni. Plakların hepsini masa üzerine çıkarıyorum.

"Hepsi farklı şehirden." Duruyorsun bir müddet. Sonra tekrar aralanıyor dudakların. Hüzün gülmeyi kesiyor. Endişeli bir hal alıyor. "beni gördüğüne sevinmemiş gibisin Nilgün." Burnumu çekiyorum. Elimin tersi ile siliyorum.

"Şaşkınım. Beklemeyi bırakmıştım." Üzülüyor musun bilmiyorum. Ama ben bunu derken parçalanıyorum. Birinden umudu kesmek ne kadar zordur her defasında hissediyorum.

"Geleceğimi söylemiştim." Omuz silkiyorum. Kendimi sıktığımı görüyor. Bakışları ellerime düşüyor. Avuç içlerim yaralanıyor.

"Giden kimse geri gelmiyor."

"Ben geldim." Diyor fısıltı ile. İçimden iyi ki diyorum. Yoksa şeytanlarım ile tek başına delirirdim bu evde. Düşüncelerim öldürürdü beni. Leşimi kimse bulamazdı. Yüzüne kara bulutlar çöküyor. Benim yanımda hiçbir kimse neşeli kalamıyor. Herkesin ruhunu emiyorum. Bütün neşeyi hüznüne büküyorum. Tüm gülüşleri solduruyorum. İnsanlar dalıp dalıp gidiyor benim yanımda. Bir söz söylemeden önce bin kez devir daim yapmak zorunda kalıyor. Her şeye kırıldığımı bildiklerinden sanırım. Birçok sözü esirgiyorlar benden. Bu iyi mi kötü mü bilmiyorum. Ama bazen ihtiyaç duyuyorum. Her şey yolundaymış gibi hissetmekten daha fazlasına. Her şeyin yolunda olmasına mesela. Düşünmek istemiyorum. Düşündükçe düşüyor insan monptitim. Düşmek istemiyorum. Ayakta durmak istiyorum. Bir ağaç yapraklarını dökmüşse bunun bana sonbahardan önce ilkbaharı getirmesini istiyorum. Karanlık olan o tarafla baş edemiyorum. Yok olmasını değil renklenmesini istiyorum.

"Nasıldı?" diye soruyorum sanki mektuplardan yeterince öğrenmemiş gibi. Arkasına yaslanıyor. Ahşap sandalye sarılıyor sırtına. Uzun, siyah saçları dökülüyor yüzüne. Masa üzerine uzanmış eline bakıyor gülümseyerek ve neden olduğunu bilmeden kafa sallıyor.

"Geçirdiğim en iyi zamanlardı." Diyor. Üzülüyorum. Bencillik her yanımı kaplıyor. Benim olmadığım bir hikâyede mutlu olması canımı sıkıyor. "hayatım boyunca bunu beklemiş gibi hissediyorum."

"Biri vardı yazdığın. Gelecekten biri. O mu peki?"

"sanırım hayallerimin ötesinde. Onunla olmak garip. Kendimi on yaşında hissediyorum." Gözlerim yola kayıyor. Beyaz araba orada bekliyor. Mona'nın bu kadar kısa süreliğine yanıma uğraması beni telaşlandırıyor. Sanki tekrar gitmesinden korkar gibi bir hale bürünüyorum. Yine yalnız kalmaktan korkuyorum.

"Hemen gidecek misin?" kafasını iki yana hayır anlamında sağladığında kasılı bedenim gevşiyor. Bir oh çekiyorum. Yoldaki arabayı işaret edip konuşuyor.

"Git dedim aslında ama bekleyeceğini söyledi ben de ısrar etmedim. İstediğimiz kadar konuşabiliriz, sorun yok." Ben de tıpkı onun yaptığı gibi kafa sallayıp onaylıyorum onu. Birkaç dakika sessizlik oluyor. Nereden devam ettirsem diye düşünüyorum muhabbeti. O da asmaları izliyor nedenini anlamadığım bir şekilde. Sanki ilk defa görür gibi bakıyor onlara.

"Aynı yerde mi yaşayacaksınız?"

"Öyle olsa daha iyi diye düşündük. Ben ona taşınacağım muhtemelen. Benim eve ikimiz sığmayız."

"onun evi nerede?" nasıl tarif edeceğini düşünüyor. Şehirde hiçbir yeri tam olarak bilmeyen ben için bir yer söylemek çok zor oluyor. Nihayetinde bir yolunu bulup anlatıyor. Hangi yolları kullanarak oraya gelebileceğimi de söylüyor. Bir şey olsa ve yanına gitmek istesem bu saatler sürer diyorum içimden. Aynı şehir içinde apayrı iki uçta gibi. Biraz daha surat aşıyorum. Elimden her şeyim alınmış gibi huysuz hissediyorum.

"Ne zaman istersen gelmeye çalışırım." Diyor. Çağıramayacağımı biliyorum. Kötüyüm demeyeceğimi de. Gelip kendinin kontrol etmesini, aslında müşkül bir halde olduğumu kendinin fark etmesini bekleyeceğimi biliyorum. Yapmadığı her gün için ona biraz daha küsecek olmamı ve sonra dayanamayıp barışacağımı da...

"daha yakında olamaz mısınız?' diye şansımı deniyorum yine de. Sonra vazgeçiyorum. Konuyu kapatıyorum. İlk defa mutlu oluyorsun mona ve bunu mahvetmekten korkuyorum. İçimde küçük bir kız çocuğu var sevdiği insanları başkaları ile paylaşamayan. Ama fark etmeye başlıyorum herkesin bir hayatı olduğunu, kimseye müdahale etmemem gerektiğini.

GecekonduHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin