Metroya biniyorum insanlara çarparak ilerlerken. Üzerimde kırmızı elbisem asılı, kolumda büyük bir çanta içinde tıka basa kâğıt. Boş bir yer bulup yerleşiyorum oraya. Kafam ayakkabımın ucundan kalkmıyor. Kafamı taşıyamıyorum. Sessizce izliyorum ayakkabılarımı. Eskiyişini izliyorum, soluşunu izliyorum, nasıl yorgun olduğunu ve nasıl soluklandığını. Çantamı tutuyor ellerim sıkıca. Kaybetmek istemediğim bir şey gibi sahip çıkıyorum ona. İçinde sana yazılan tüm mektuplar... Başımı alıp nereye gitsem oraya geliyorsun. Bazen bu yüzden korkuyorum işte. Seni de kafamdan uydurduysam diye. Yok, canım diyorum sonra. Evdeki eşyalarına bakıyorum. Ben mi aldım koydum bunları buraya diye söyleniyorum. Yatağı dağıtıp gitmişsin toplamadım hala. Hiç ellemiyorum. Bir kanıt gibi orada bekliyor o. Sonra pil takmak için indirdiğin saat hala sandalyenin üzerinde... Dolaptaki bozulmuş süt atılmadı, salıncak da sallanıp duruyor. Kendimi bu şekilde kandırıyorum hayal ürünü olmadığına. Kendime sahip çıkamıyorum.
İnsanlar binip iniyor metrodan. Ben milim oynamıyorum yerimden. Kaç kere gidip geliyor bilmiyorum. Bir ileri bir geri... Sonsuz bir döngünün içinde duraksıyorum. Beş Dakika daha diyorum. Kafama astığım keçe şapka sıyrılıp dizlerime düşüyor. Alıp geri takmıyorum onu. Hiç istifimi bozmadan devam ediyorum. Ne zaman sıkışıp kalsam bir yerde babamı düşünüyorum. Bana akıl versin değil de seçeneklerini göstersin istiyorum. Yürüyeceğim yolu o seçmesin ama hangi yolu seçersem seçeyim benimle yürüyeceğini bilmek istiyorum. Bunu düşünmek iyi geliyor, yüzüm gülüyor.
Saatler geçiyor orada. En sonunda bitiriyorum düşünmeyi. Üzerimde ne saat ne telefon var. Zamansızca yürüyorum o gün. Hiçbir yere hiçbir ana ait olmuyorum. Özgürleşiyorum kısaca. Uzun merdivenleri koşarak çıkıyorum. Sokağa atlıyorum. Nerede olduğumu bilmiyorum. Omuz silkiyorum. İnsan dolu caddede koşa koşa ilerliyorum. Varacak yerim olmasa dahi koşuyorum. Bir şey mi arıyorum? Yoksa bir şeyden mi kaçıyorum? Bilmiyorum. Başı kesilmiş bir tavuk gibi bir oraya bir buraya savruluyorum.
Sanki bir ses var içimde. Füsunun sesi değil başka bu. Bana öleceksin diyor. Korkuyorum başta. Ölüm düşünmek tüylerimi ürpertiyor. Yavaşça sakinleşiyorum. Kalbim koşmanın etkisi ile hızla çarparken kendimi durduruyorum. Deniz kıyısında bir yerde banka oturup soluklanıyorum. Bugün son günün diyor içimdeki o ses. Belki de diyorum tek bir gün vardır yaşamak için. Bir saat sonra öleceğim kesinleşmiş olsa ne değişirdi ki hayatımda? Dünden farklı ne yapardım? Hiçbir şey. Belki çiçekleri taşırdım komşuya. Ben birazdan öleceğim sana emanet derdim. Veya evin kapısını aralık bırakırdım. Olur da biri gelirse ölümü bulsun isterdim. Ya da hiçbirini yapmaz yine burada otururdum. Ne şekilde öleceğimi düşünürdüm. Ne yaptığımı bunca zaman. Sahi, ben ne yaptım bunca zaman? Nilgün kim dese biri ne derdim insanlara? İnsanlar benim hayatımı yazmak istese sanki çok önemli biriymişim gibi ne yazarlardı? Yazmaya nereden başlarlardı? Beni ne ben yapıyor? İsmim mi düşüncelerim mi duygularım mi yoksa her şeyin birleşimi mi? Birini çeksem içinden, mesela duygularımı alsam o kişiye hala Nilgün denir mi? Aynı beden içinde başka biri mi olur O? Öyleyse füsun beni tanımlamak mümkün değil. Kimseyi tanımlamak mümkün değil. 1 yaşındaki ben ile şimdiki ben koca bir uçurum. Yanı ben bir süreç miyim? Merak edenler olursa diye buraya not bırakıyorum. Hiçbir yere ait olmamak bu. Ben hiç kimseye ait değilim hiçbir fikre hiçbir gruba. Adım bile benim değil esasında. Her geçen saniye ölüyorum ve yeni bir ben doğuruyorum. Beni nasıl tanımlar insanlar?
Denizden soğuk rüzgârlar esiyor tenime. Hafiflemiş hissediyorum. Mektupların bir kısmını çıkarıp okumaya başlıyorum. Binlerce ruh hali görüyorum. Bir mektupta bir daha da gelme diyorum sana. Ötekinde bunun için neler yapmazdım diyorum. Birinde diyorum ki haklısın ötekinde bencilsin. Oku oku bitmez sanıyorum ama bitiyor. Hem mektuplar bitiyor hem de ben bitiyorum. Unuttuğum ne varsa hatırlıyorum. İnsanlar ölünce nereye gider? Bunu merak ediyorum.
Akşamüstü vurunca kapısı açık bir kafenin camına doğruluyorum yerimden. Mehtap ne demekti diye düşünüyorum yol boyu yürürken. Denizle alakalı bir şey olsa gerek diyorum. Yürümeye hiç ara vermiyorum. Yakamoz neydi sahi diyerek atılıyor füsun. Yine mi sen sesleri yükseliyor içimden. Bir koroya dönüşüyor. Bana sorarsan yakamoz da denizle alakalı bir şey ama ne olduğunu tam bilmiyorum. Füsun beni onaylıyor ama leyla karşı çıkıyor. Leyla kim derseniz ben de bilmiyorum. Bu yüzden yok sayıyorum sizi. Kimse kim diyorum. Hatta demiyorum usulca oradan da uzaklaşıyorum. Bir şapkam bir ceketim olması gerekiyordu. Onun yerine bir çantam bir de tek tarafı kırık gözlüğüm var. Beni idare ediyor. Sadece akşamüstleri vurunca cama üşüyor gibi oluyorum. Geceye kadar sokakta kalırsam buzdan bir heykele dönüşürüm diye düşünüyorum. Bu yüzden hiç o kadar uzun dışarıda kalmıyorum.
Simit aldığımız o seyyarın önünden geçiyorum. Yüzüne bakıyorum bir şeyler arıyorum. Beni tanıdı mı merak ediyorum. Soracak gibi oluyorum sormuyorum. Düşünmek için konu bulduğumda onu böyle geçiştirmek istemiyorum. Gerçi bu benim elimde olmuyor. Kafamın içinde dönüp duran o şeyin elinde oluyor. Kollarım ve bacaklarım görünmez sağlam bir iple bağlı kafama. Beni hareket ettiren, konuşturan hep o. Beynim yani. İsmini söyleyip ona malzeme vermek istemedim sadece.
Sonra bir şey oluyor. Sanki güneş bir anda sönüyor. Dürülüp cebime giriyor. İnsanlar nereye gidiyor diye bakıyorum. Çekip birini kolundan tutmak istiyorum. Nereye diye sormak... Öylece duraksıyorum. Biri hızla çarpıyor bana. Pardon diyor dilinin ucu ile. Önemli demek için ağzımı açamıyorum zaten o da bunu beklemiyor, devam ediyor. Seni tam karşımda görüyorum. Her zamanki beyaz kırışık gömleğin, koltuğunun altında gazetelerle... Sen de durduruyorsun adımlarını. Aramıza dinozorlar giriyor. Sonra dağlar ve yollar. Karnımda bir sızı baş gösteriyor. Delice atan kalbimden önce karnıma koyuyorum elimi. Beni öldürmeyen şey beni mahvediyor gibi geliyor.
Bu defa akşamüstü sana vuruyor. Siyah saçlarını kavuruyor ve sanki uçlarından alevler çıkıyor. Gözümün önünde yanışını izliyorum. Kimse fark etmiyor bizi. Gerilemek ve oradan uzaklaşmak istiyor canım sanki sen de adım atmak istiyor ama cesaret bulamıyor gibi bakıyorsun. Gözlerini seçebiliyorum. Dünyanın iki ucuna savrulmuş âdem ve Havva gibi tekrar bir araya geliyoruz. Adağım tutuyor. Hoş geldin diyorum sana içimden. Tanrı gülümsüyor usulca ve kilitli kapı aralanıyor.
19 Mayıs 2021 13.57
Not: Hikayenin devamını okumak için lütfen başa dönünüz.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gecekondu
Teen FictionBak, yağmur yağıyor sevgilim. Sele kapılan bu şehir sen yoksan yok olsun. Başlangıç: Aralık 18 2020