41

7 4 0
                                    

Bu kaçıncı mektup oluyor bilmiyorum. Posta kutun dolduğunda fark ediyorum ki artık burası bile kabul etmiyor beni. Yazılarım yağmurda ıslanıp kayboluyor. İlk konuştuğumuz o yolu hatırlıyor musun? Orada dikiliyorum. Üzerimde lacivert bir yağmurluk asılı, saçlarım yüzüme yapışmış, ayakkabılarım ıslak. Simsiyah eve bakıyorum. Kalbim o günkü gibi hızla atmaya başlıyor. Pencerene dalıyorum. Benim koyduğum sardunya duruyor orada. Gülümsüyorum. Sana dokunmamın kafamın içinde uydurduğum bir şey olmadığını kendime kanıtlamak istiyorum. Senin de bir hayalet olmadığını anlatmak istiyorum. Benimle mutlu olduğunu...

Boş toprağa bakıyorum. Sırtımda ağırca bir sırt çantası duruyor. Anılarımı güzelleştirmek için duruyorum orada. Yağmur ve toprak kokusunu çekiyorum içime. Elimle ıslak toprağı okşuyorum yere çömeldiğimde. Çantamı çıkarıyorum. Uçları dışarı çıkmış fidanları koyuyorum kenara ve toprakta minik bir kuyu açıyorum. Tek tek dikiyorum ağaç fidanlarını. Onlar büyüyüp dallanmadan gelirsen yapacağım şeylerle ilgili adak tutuyorum. Fidanlarımın her dalına bir umut bağlıyorum bez parçaları ile. Biri tutmazsa diğeri tutar diyorum içten içe. Bir kapı kapanırsa diğeri açılır. Sokağa bakan tarafa bir sıra şeklinde diziyorum hepsini, en sevdiğin meyveyi.

Yağmur hiç dinmiyor. Günlerdir döküyor incilerini gök. Evler yıkanıyor, yollar suyla taşıyor. Birkaç yıkım yaşanıyor. Mevsim kaç kere değişiyor bilmiyorum. Yine de gelmiyorsun. Doğum gününü kendi kendime kutluyorum. Sevgilim, sen olmadığında sele kapılan bu şehir yok oluyor. Yine de gelmiyorsun. Yeni bir kitaba başlıyorum. Gelmiyorsun. Hasta oluyorum. Kilo veriyorum. Ailemle kavga ediyorum. Gelmiyorsun. Sen gelmedikçe hırçınlaşıyorum. Gördüğüm her insana saldırıyorum. Özümü yitiriyorum. Kendimi kaybediyorum. Beni bulmak için gelmiyorsun.

Seninle oturduğumuz o kafe kapandı. Deniz duruldu. Galata yıkıldı. Köprüler kapatıldı. Saksılar balkonlardan bir bir düştü. Çocuklar parka gitmez oldu. İnsanlar artık sokakta simit satmıyor. Kimse çay da içmiyor. Vapurlar kalkmıyor. Kuşlar hep yükseklerden uçuyor. Araba sesinden başka bir şey duyulmuyor. Tekrar gelirsen sana her yeri tekrardan öğretmek zorunda kalacağım belli ki. Hangi köşede güzel sarılır insanlar, hangi çıkmazda öpüşür veyahut hangi yol en uzağa gider hepsini öğreteceğim.

Artık biriyle sevişme düşüncesi yanaklarımı kızartmıyor. Yatakla sevişiyorum geceleri. Sabah olunca perdelerle. Beni bırakıp giden seni birçok bedenle aldatıyorum. Kötü hissetmeni istiyorum bir yerde. Kalbinde sapasağlam bir acı olsun. Nefes bile aldırmasın sana. Soluklanırken kesikleşsin sesin. Gözlerini yumunca benimle ilgili sahneler belirsin zihninde. Kör olmak iste. Gözünün önünde karanlık bile olamasın iste. Sonra vazgeçiyorum bu isteklerimden. Kendime çay dolduruyorum ince belli bardakta. Masanın üzerinde unutuyorum onu. Soğuyunca tek dikişte bitiriyorum. Çabuk tüketiyorum yani. Yavaşça içime akıtmıyorum hiçbir şeyi. Zevk almaya çalışmıyorum. Bir tabak yemeği dakikalar içinde gönderiyorum mideme. Tadını hissetmeden, kokusu anımsamadan ya da ağzımdaki o yeme isteği oluşmadan yapıyorum bütün bunları. Çok uzaklara dalıyorum. Sanki ufuk bir sınır değilmişçesine onu bile aşıyorum. Seninle artık sadece düşüncelerimde buluşabiliyorum. Sesin yok olup gidiyor. Bana kâğıt üzerinde konuşabiliyorsun yalnızca. Ölmüş bir şairin dizelerini sunuyorsun önüme. Sanki artık ne sen beni anlıyorsun ne ben seni. Garip bir sessizliktir ki gidiyor aramızda. Sen şarapla yıkıyorsun dudaklarını ben onları öpmek için uzanmıyorum. Artık herkesin zehri yalnızca kendisini zehirliyor. İyi yalan söyleyebiliyor muyum? Dudaklarım gülme diye bir ses çıkarınca karnımdaki bu ağrıdan uzak tutabildim mi seni? Esasında kandırdım biliyor musun? Hala bekliyorum o balkonda. Hala bakıyorum insanların suratlarına sanki senmişsin gibi ama bunu kendime itiraf etmiyorum. Çay içmediğim sabahlar kahve dolduruyorum kendime. Gazete okuyorum ama bulmaca çözmüyorum. Aklımda adını başka biri kurup düşünüyorum seni. Sanki seni unutmuşum da benim doğal halim böyle durgunmuş gibi davranıyorum. Epey insanı kandırdım, başta kendimi. Bir tek sen yapabilirsin bu ayrımı bir de babam. Bunu bilmek kötü hissettiriyor.

Evde çıplak geziyorum. İç çamaşırlarımı hiçbir zaman takım giymiyorum. Biri sen oluyorsun onların biri ben. Geceleri aynı kanepenin üzerinde buluşuyorlar. Yatağa dalınca tek vücut oluyoruz çarşafta. Artık eve öyle çat kapı girmiyorum. Eve girmenin de bir adabı vardır biliyorum. Kendimi boş yere rahatsız etmiyorum. Kapıyı çalıp iki adım geri çekiliyorum sonra anahtarı yuvasına sokup ittiriyorum kapıyı. Hoş geldin diyorum kendime. Ne zamandır görüşemedik. Gülümsüyor sonra. Hoş buldum diyor. Gerçekten hoş mu buluyor bilmiyorum. Dağınık odada gözleri turlarken pek de öyle gözükmüyor. Ses etmiyorum. Biri kumandayı alıyor eline kanal kanal gezip ilgisini çekmeyen birinde duruyor. Öteki pencereden arka bahçeyi izliyor. Gözü arada sırada yola kayıyor. Kendi kendimle muhabbet açıyorum. Bir Nilgün harıl harıl bir şeyler anlatıyor. Sanki dolup taşmış ve kendine sığmıyormuş gibi döküyor her şeyini. Öbür Nilgün ise kafa sallıyor her şeye. Hiç itirazı yok gibi kabul ediyor denilenleri. Kendiyle kavga etmeyi bile bırakıyor. Kabulleniyor ne oluyorsa ve diyor ki olacağı varmış. Üzülmüyor değil ama değiştirmek için de kılını kıpırdatmıyor anlayacağın.

Kendi hikâyeme uzaklaşıyorum. Elimde soğumuş kahvemle bir banka oturuyorum. Birileri gelip geçiyor gözümün önüne. Bana bir şeyler diyor. Fakat kafamın içiyle öylesine meşgul oluyorum ki kaldırıp bakamıyorum onlara. Evet, bile diyemiyorum. Yorgunluk mu denir buna umursamazlık mı? Bilmiyorum. Önce kendi hikâyeme sonra da kendime uzak kalıyorum. Sigaradan iğrenmiyorum. Aynanın karşısında tıpkı babam gibi kaşlarımı çata çata içiyorum. İçimdeki zehri başka bir zehirle azaltabileceğimi sanıp yapıyorum bunu.

Mektuplar dolup taşıyor. Bilinmeyene bilinmeyenden gelen tonla mektup. Bir işaret bekliyorum hala. Ufacık bir kıvılcımı büyük bir yangına çevirebilmek için an kolluyorum. O kıvılcım hiç gelemeyecek galiba. Öyle hissediyorum. Ve bazen hissedemediklerim değil hissettiklerime karşı özlem çekiyorum. Karmaşık mı oldu? Ne dediğimi ben bile bilmiyorum. Ama sahip olduğum tek şeyin ufak bir bavul olmasını diliyorum. Yetişecek hiçbir yerim yokmuş gibi salınmak istiyorum caddelerde, kimsem yokmuş gibi, vatanım yokmuş, yuvam yokmuş gibi. Aslına bakarsan zaten öyle. Sahip olduğumu sandığım şeyler bir bir gidince anladım hiçbir şeye sahip olunamayacağını. Yaşadığım hayat bile benim değil, değil mi?

GecekonduHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin