Bir çınar ağacının gölgesine siniyorum, ellerim dopdolu. Herkesten kaçmak istiyorum. Kimse bulamasın beni artık diyorum. Küçük bedenim ağacın gölgesinde kaybolup giderken dizlerimi kendime çekiyorum. Sanki kayan ayaklarım değil toprak oluyor füsun. Başım dönüyor. Kafamın içinde ise dönme dolap gibi bulutlar. Mavi gökte süzülüyorlar. Yere doğru deviriyorum bedenimi. Hava öylesine soğuk, öylesine soğuk ki dişlerim birbirine vuruyor. Buna rağmen yüzümün alevlendiğini hissediyorum. Dudaklarım şapşalca bir gülümseme yayıyor etrafa. Utanıyorum kendi kendime. Ellerimi suratıma bastırıyorum. İçimden gelen o kahkahayı durduramıyorum. Nefes alıyorum. Toprağımın altından çıkıyorum. Tıpkı bir şeftali çekirdeği gibi o soğuğu gördüm. Kabuğumu çatlattım ve işte filizleniyorum. Kocaman bir ağaç olmanın hayalini kuruyorum. Önce fidan sonra bir ağaç geniş gölgemde onlarca insanla.
Simitçi geçiyor bağıra bağıra. Bu kimsenin umurunda olmuyor. Fakat o bağırmaya devam ediyor. Onu arıyor. İşine yarayacak o kişiyi. Gittikçe uzaklaşıyor. Sesi de durmuyor yerinde, kısılıyor. Önüme dönüyorum. Belki de nereye dönsem önüm orası oluyor bilmiyorum. Karşımda kız kulesi sırtını yaslıyor bana. O koca denizin ortasından Galata'ya bakarken ben de onu taklit ediyorum. Sonsuz bir bakışma içinde kaybolup gidiyoruz. Kimse cesaret edip tek kelime edemiyor. Ağzımı açacak gibi olduğum her an vazgeçip kös kös oturmaya devam ediyorum. İşin sonunda gün batmak üzereyken el sallıyorum ona. Yine gel diyorum. Yarın mümkünse erkenden görüşelim. O da susuyor. Maviliğin içine gömüyor kendini. Ufukla birleşiyor.
Taşlı yolu yürüyorum usul usul. Bir uçtan öbür uca bilmem kaç kez gidip geliyorum. Gözlerimin gördüğünü aklım bin kez tekrarlıyor. Simsiyah saçları karartıyor görüş açımı. Adımlarım atmaz oluyor. Ne olduysa bana bilmiyorum. Kalbim bir kuş olup kanatlanmak istiyor. Ellerine konana kadar süzülüyorum gökte. Yol bitmiyor. Ne zaman ki takatim kalmıyor o anda çıkıyor karşıma. Göğüs denilen bir kafeste soluklanıyorum. Yüzü, elleri kare kare iniyor karşıma. Dokunsam diyorum, uzanıyorum. Uzandıkça bir umuttur ki yeşeriyor içime. Dokunuyorum. Ateşe dokunmak gibi geliyor da yine de çekemiyorum elimi. Parmaklarım adımlamaya devam ediyor onu. Ne kadar çıkmazı varsa dalmak istiyorum. Her sokağına bırakıyorum ayak izimi. Sonra bir ışık vuruyor yüzüme. Gözlerim kamaşıyor. Siluet kayboluveriyor. Omuzlarım devriliyor. Bu yükü taşıyamaz oluyorum. Gözlerimi kapatıp tekrar hayal etmek istiyorum fakat nafile bir çabadan öteye gidemiyor bu isteğim.
Kaç gün olduğunu bilmiyorum. Bu ona beşinci mektubum oluyor. Onları aldığından haberdarım. Ertesi gün geldiğimde orada olmadıklarını görüyorum çünkü. Ondan herhangi bir satır bekliyorum. Bir gazetenin üzerine sıralanmış, rastgele ve biçimsiz sözcükler bile olsa bu satırı oluşturacaklar, bunu istiyorum. Onunla konuşmaya ihtiyacım varmış gibi hissediyorum. Bu her yabancıya duyduğum bir istek mi yoksa onda mı bir şeyler var anlayamıyorum. Onu tanımıyorum. Düşüncelerini bilmiyorum. Sevdiklerini bilmiyorum. Fakat bunlara karşı müthiş bir istek duyuyorum. Bu istek içimde durdurulmaz volkan patlamalarına sebep oluyor. Lavlar kalbimin etrafını sarıyor. Yanarak can veriyorum sanki.
O gün de dönüşte kutuya mektubu attıktan sonra görüyorum onu, her zaman oturduğum kafenin kaldırımına çökmüş bir vaziyetteyken. Kucağında alacalı bir kedi, sakallarına sürtüyor başını. İri elleri ile tuttuğu kıl yumağını, yavaşça okşuyor. Yola doğru uzanmış bacaklarından, gülen yüzüne doğru tırmanıyor bakışlarım. Geçen gün gördüğüm o sert adam kayboluveriyor. Ruhuna dokunmuş gibi hissediyorum. Parmak uçlarım karıncalanıyor. Onunla ilgili olan bu hisse tutuluyorum. O ise kediyi göğsüne yatırıyor. Görünüşün ne kadar aldatıcı olduğunu kazıyorum kafama. Dokunulmaz adam, karşımda yıkıyor tüm duvarlarını.
Gülümsemeden edemiyorum. O karşımda sanki dünyanın en önemli işini yaparcasına kediyi severken ve bunu bu derece mutlu yaparken kendime hâkim olamıyorum. Yakınına gitmek istiyorum. Gözlerinin kenarı nasıl kırışır, dudakları nasıl bükülür öğrenmek için yakınına gitmek istiyorum. Bir adım gerisine oturup ben de elimi kediye uzatayım diyorum. Amacımın kedi sevmek olmadığını ikimiz de bilsek yine de çekmesek ellerimizi diye düşünüyorum.
Yapamıyorum ama. Kollarımı tutuyor bir güç, bacaklarıma felç düşüyor. Olduğum yerden izliyorum usulca kalkışını. Koynundaki kediyi indirmeden ilerliyor evine. Sağı solu kontrol etmeden karşıya geçiyor. Ölmek ister gibi yapıyor bunu ya da farkında olmadan. Bilmiyorum. Taş yoldan ilerlerken aklına bir şey düşüyor belli ki duraksıyor. Geldiği yolu geri dönüyor. Posta kutusuna tek elini daldırıp mektubu avuçluyor. İşte o zaman kaldırıyor başını. Etrafı kolaçan ediyor. Görmüyor beni. Gözünün önündeyim oysaki. Kör kesiliyor. Dönüyor arkasını. Karanlığına gömülüyor.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gecekondu
Teen FictionBak, yağmur yağıyor sevgilim. Sele kapılan bu şehir sen yoksan yok olsun. Başlangıç: Aralık 18 2020