Marcel'in uyanmasını beklerken dağıttığı evi eski haline getirdim. Ya bir şey aradı ya da sinir krizi geçirdi.
Kitapları raflarına dizdikten sonra siyah kaplı deri birkaç defteri kenara ayırıp tüm işlerin sonunda bakmaya karar verdim. Evin bazı yerlerinde kabartma halindeki M harfleri ve tablolar o kadar dikkatimi çekiyorduki kendimi hep onlara dokunurken buluyorum. Özellikle zihnimde Klaus'un sesiyle. "Sen bir Mikaelson kadınısın." onun soyadını daima kullanıp bundan da mutlu olmuşumdur ama ilk defa bu kadar yabancı hissetmiştim.
"Sana her merhaba diyenin boynunu mu kırıyorsun?"
Koltukta kendine gelen Marcel'e yönelip saldırısına karşı hazır bekledim. "Merhaba demedin ki. Nasıl olduğumu sordun."
"Sen de iyiyim dedin. Öfke nöbeti geçirdiğini söylemedin." boynunu tutup kalktığında bağlanmamış olmasına şaşırmıştı. "Bana güveniyor musun?"
"Kendime güveniyorum."
"Neden geldin? Klaus nerde?"
"Senin zekice hazırlanmış planını mahvetmekle meşgul." etrafı incelemeyi bırakıp bana döndüğünde gülümseyerek koltuğa oturdum. "Davina olayı bariz belliydi ama şimdilik güvende merak etme. Diğer yandan senin yaptığın şeyleri onun üstüne atma planın... Bak bu gerçekten güzel planmış ama istediğin tepkiyi alamayacaksın."
"Ne saçmalıyorsun?" kendinden emin gülümsemesi yerini hafif telaşa bıraktığında benim gülümsemem arttı.
"Josh ile... Adı Josh değil mi? Her neyse onunla okan konuşmanı duydum. Ve tahmin edersin ki karşı cephenin komutanına da ilettim."
Kullandıkları kelimeleri hemen tanımıştı. "Klaus benim şehrimi..."
"Lütfen yeter! Şehrin kimin olduğu umrumda değil, uzayda yer kaplayan bir sınır parçası işte. Sizin için ne anlamı var bilmiyorum ama..."
"Benim umrumda! Eğer böyle düşünüyorsan aileni de al ve geri dönmeyeceklerinden emin ol."
"Sorun bu zaten. Benim umrumda değil ama ailemin umrunda. Üstelik çocuklarımın güvenle yaşayacakları bir şehri görmezden gelmem."
"O halde ne istiyorsun?" beni konuşturarak demir sopayı aldığını görmediğimi sanmıştı bu yüzden iyice yaklaşana kadar bekleyip büyüyle onu fırlattım. Saldırıyı kafasına koymuştu anlaşılan.
Ona yaptığım büyülere direnip dikkatim dağıldığında dişlerini boynuma geçirmeden önce damarlarını kaynatıp acı içinde yere çekmesini sağladım. Pes edeceğini düşünürken ayak bileğimi çekip yere, yanına düşürdü. Başımın ağrısını görmezden gelip bileğini kırarak üstüne çıktım. "Dur yoksa kalbini sökerim."
"O kadar değil."
Evet, değilmiş. Fırlatıp kitaplığı üstüme düşürünce nefes almak için büyüyle kitaplığı kaldırdım.
"Vazgeç Marcel." damarlarımdaki büyüyü sakin tutup sadece evin kalkanına yumruk atan adama baktım.
"Belki yalvarmanı Klaus'a dinletmeliyim." İsveç olayları her anlamıyla gözlerimi ele geçirirken kitaplıktan kurtulup burnumdan akan kanı sildim.
"Yalvarmaktansa ölmeyi tercih ederim. Prensip meselesi. Şimdi..." onu koltuğa fırlatıp sandalyeye oturdum. "İstediğim şey bu şehirden gitmek. Onun içinde bazı şartlar var. Önce Papa denilen cadı. Bildiklerini anlat." yalan söylememesi için doğruluk büyüsü yapıp yaralarıma baktım.
"Kim olduğumu biliyor musun?"
"Biliyorum... Küçük savaşçı ya da savaş tanrısı gibi bir şey." ciddi yüzü anlık gülümsesede hemen kaşlarını çattı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ECNADEYN: IŞIĞIN BATIMI
FanfictionEcnadeyn kitabının devamıdır. İlkini okumalısınız.