Marcus
Siktir! Siktir! Siktir!
Tam on gün boyunca o odada Alex ile kalıp, gözümü üstünden bir an bile ayırmadım.
Aldığı her nefesi onunla birlikte alıp, acı çektiği belli olan her kâbusunda onunla birlikte yıkıldım. En sonunda sadece tek bir geceliğine ayrıldım. Tek amacımsa; artık gidip bir duş almak, Alex'in kanına bulanmış kıyafetlerimden kurtulmak, kafamı toplamak için az da olsa uyuyabilmeyi denemekti ve Parker'a yokluğumda beklettiğim her türlü şeyle gerekirse bir süre daha onun ilgilenmek zorunda olduğunu söylemekti.
Ve elbette Alex, o kadar süre içerisinden kendine gelmek ve gözlerini açmak için o anı beklemek zorundaydı değil mi?
Sanki onu o odaya atıp, kendisine gelmesini beklerken günlük hayatıma devam edebilirmişim gibi?
Onu ruhsal olarak iyileştiremiyor, kafasına giremiyordum. Ve bu konuda benim kadar iyi iş çıkarabildiğini bildiğim tek kişi maalesef Briana'ydı.
Bunu yapamıyor olmam neredeyse imkânsızdı ve en sonunda kendimden ve yeteneklerimden bile şüphe eder olmuştum.
Alex zaten koca koca soru işaretleriyle doluydu. Kim olduğunu tam olarak bilmiyor, çocukluğunun çok önemli bir kısmını hatırlamıyordu. Üstelik sahip olduğunu sandığımız elf çeliği kılıçlarının altında çok daha büyük bir gerçek vardı. Onlar kadim kılıçlardandı. Alex'i buraya taşıdıktan sonra sırtında ki kılıfı çıkarıp Caleb'e uzatmamla öğrenmiştik.
Merak kediyi öldürür dedikleri bu olmalıydı. Çünkü kılıçları incelemek ister gibi çıkarmak için içlerinden birinin kabzasına dokunduğu an, onu resmen duvardan kazıyarak çıkartmamız gerekmişti.
Hepimiz dehşet içinde, hala yerde kılıfları içinde duran kılıçlara bakakalmıştık...
Bu imkânsızdı...
Asla olmamalıydı...
O an; o odada sadece ben, Parker ve Caleb'in olması hepimizi çok daha fazla soru soracak meraklı herkesten koruyordu. Çünkü hiçbir fikrimiz yoktu. Yine de işi şansa bırakmadan hızla kadim bir büyü mırıldanıp, kimse daha sesini çıkartamadan odayı konuştuklarımızın duyulmaması için mühürlemiştim. Çünkü kesinlikle herkesin soracak bir sorusu olacaktı.
Parker dehşet içinde kılıçlara bakarken, "Bu imkansız..." diye mırıldandı ancak daha çok kendi kendine konuşuyor gibiydi.
Benim için de o ana kadar öyleydi ama demek ki atladığımız bir şeyler olmuştu...
Tüm bu süre içerisinde ikimizin bakışları da hala yerde duran kılıçlardayken kendi düşüncelerimize dalmış ve Caleb'ı unutmuştuk bile...
Benim bakışlarım hızla hala tek bir tepki bile vermeden yatakta uzanan Alex'e kayarken göz ucuyla da olsa sonunda Parker'ında kendine gelip, Caleb'a yardım etmeye çalıştığını görebiliyordum.
Yavaşça Alex'e doğru yaklaşıp, yatağın kenarına otururken bir kez daha çeresizce kendine gelmesi için yalvarırken buldum kendimi.
Elimi uzatıp, alnına düşen bir kaç saç tutamını geriye doğru ittim ve bir ömür sadece öylece baksam bile asla sıkılmayacağım o güzel yüzünü inceledim dikkatle. O kadar çok sırrı vardı ki resmen gizemlerle kaplı bir duvarın ardında yaşıyor gibiydi...
Alex'in bilmediğim tek geçmişi artık sadece çocukluğunun bir parçasıydı. Geriye kalan ömrünün büyük bir kısmını başını belaya solarak, sonra o belalardan kurtulmaya çalışarak, savaşarak ve tamamen kendi çabalarıyla hak ettiği yere gelerek geçirmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AĒVA +18 (Avesta Serisi 3. Kitap FİNAL)
FantasySöz konusu olan birini kaybetmek gibi ince bir ip olunca her an yıkıma hazır hale gelirdiniz. Kalbinizin bir parçasının daha kopup gittiği bir hiçliğe düşerdiniz ve orada sadece acı olurdu. Bir sevgiyi, bir güveni, düşündükçe sizi mutlu eden hatıral...