4. Bölüm

169 18 0
                                    

Kemiklerim kırılırcasına ağrıyordu. Dün yediğim dayaktan sonra çok normaldi.

Yanan ve kıpkırmızı olduğundan emin olduğum gözlerim ancak yarıya kadar açılıyordu. Annem olacak kadın bana bu sefer sigara getirmemişti. Arada getirirdi.

Dayanamıyordum. 3 ay nasıl dayanmıştım. Gün geçtikçe daha da ağır şiddet uyguluyordu.

Ben bunları haketmemiştim. Ben bir katil değildim. Artık yaşamamın bir anlamı yoktu. 2 gün geçmişti ama Atlas beni bulamamıştı.

Vücudum soğuktan ve yaralardan titrerken yerdeki keskin kelepçeleri aldım.

Bileklerime doğru götürdüğümde derin nefesler almaya başladım.

Hazır mıydım? Evet. Yaşamanın ne anlamı vardı ki? Tüm bu işkencelere katlanmamın bir anlamı yoktu.

Atlas hariç sevenim de yoktu zaten. O da bulamamıştı beni. Evet, kesinlikle hazırdım.

Kelepçenin sivri ucunu bileğimde yavaşça gezdirdim. Henüz bastırmadığım için kanamamıştı. Acıyacaktı. Ama vücudum acıya alışıktı.

Oğuz'un vücudu acıya alışıktı. Çünkü Oğuz lanetliydi.

Bu lanetten kurtulmamın tek yolu buydu. Ölmek.

Kelepçelerin sivri ucunu hafiften bileğime bastırdığımda yavaş yavaş kanamaya başlıyordu.

Nefeslerimi kesik kesik almaya başlarken biraz daha bastırdım.
İkisine de bastırdım.

Kanıyordu. Odayı yine aynı koku sarmıştı. Kan kokusu.

O sırada kulağıma bazı bağırtılar geldi.

"Nerde lan çocuk! Biliyorum senin sakladığını şerefsiz herif! Nerde çocuk!!"

Atlas'ın babasının sesiydi. Gelmişler miydi. Bileklerime baktım. Kanıyordu. Çok kanıyordu.

Başım dönüyordu. Bodrum kapısı zorlandığında hızlıca açıldı.

Önde Atlas'ın babası Rasim amca, arkasında da Atlas vardı.

Neden daha erken gelmemişlerdi. Neden birkaç dakika önce gelmemişlerdi.

Hayır, onların suçu değildi. Ben bekleyememiştim. Suç yine bendeydi.

Çünkü ben lanetliydim.

Yanıma koştuklarında zorlukla fısıldadım.

"Her şey için çok geç..."

OğuzHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin