Sisli havanın verdiği karamsarlıkla ıslak toprakta biraz daha yürüdüm. Ayakkabılarımın izi toprakta çıkarken derin derin nefesler aldım.
Yavaşça mezarın yanına oturdum. Çamur olmuş toprağı sıktım elimle. Etraftaki sise baktım.
Belkide bu sis ölmüş kişilerin ruhlarıydı ve bizi ziyarete gelmişlerdi. Yoksa bulutlar neden aşağıya insindi ki? Havadaki ölü ruhları hissediyordum. Garipti ama bu beni rahatsız etmektense rahatlatıyordu.
Hafif çiliyen yağmur siyah saçlarımı ıslatırken hasta olacağımı düşünemiyordum bile.
Odaklandığım tek şey beyaz mezar taşının üstünde yazan isimdi.
Ege Özkaya.
Kardeşim. Babamın öldürdüğümü düşündüğü kardeşim. Evet o ölmüştü. Fakat onu öldüren sebep ben miydim? Bilmiyordum. Bu konuda herkesin fikri değişiyordu. Babam gibileri beni suçlarken bazıları suçum olmadığını söylüyordu.
Ben bilmiyordum. Kendimi teselli ederek vicdanımı rahatlatmayacaktım. Ama öldürüp öldürmediğimden, bunun suçlusunun ben olup olmadığından emin değildim.
Aklım o güne gitti. Her şeyden habersiz iki küçük çocuğun yaşadığı güne...
Yazardan...
Minik ayaklarıyla halıya basa basa ilerledi küçük Oğuz. Henüz 8 yaşındaydı. Kardeşi Ege ise 6.
İki kardeş annelerini fazla görmüyorlardı. Genelde dışarıda olurdu. Babaları ise evden çalışırdı yani hep evdeydi. Onlara bakıcıları bakıyordu.
Kenan Oğuz'un bile bilmediği bir nedenden dolayı Ege'ye daha iyi davranırdı. Oğuz'a şiddet vs. uygulamasada Ege'ye karşı daha şefkatliydi.
Oğuz içten içe bu durumu kıskansada bir şey diyemedi. İki kardeş o gün beraber parka gitmek istemişlerdi.
Oğuz parka gitmek istese Kenan götürmezdi. Ege gitmek istese sadece Ege'yi götürür, Oğuz'u evde bırakırdı. Ama bu iki kardeş beraber gitmek istiyordu.
Kaçacaklardı. Dadıları mutfakla uğraşırken babası her zamanki gibi çalışma odasındaydı.
Kardeşler fırsattan istifade evden çıktığında koşarak parka gitmeye başladılar. Dadıları fark etmeden biraz oynamalıydılar.
Karşıdam karşıya geçerken Oğuz kardeşinin elini tutmayı unutmuştu. Oysaki hiç unutmazdı. Ama bu seferki heyecanla unutmuştu.
Küçük Ege üzerine doğru gelen arabayı fark edemeyecek kadar küçüktü.
O andan geriye kalan şeyler kornanın yüksek sesi, arabanın parlayan farları, Ege'nin güçsüz çığlığı ve etrafın bulandığı kanlar olmuştu.
Oğuz'dan...
O günden sonra o adam benden daha da nefret etmeye başlamıştı. Hep hor görüyor şiddet uyguluyordu.
İlk zamanlar o kadar kötü değildi fakat o adamın ruh sağlığı gün geçtikte bozuluyordu.
Sonunda ise tamamen delirmişti. O zaman bu zamandı işte. 18 yaşıma geldiğimde.
İşkenceler, bodrumdaki o rutubet ve kan kokusu...
Ama kurtulmuştum. Bedenim kurtulmuştu.
Bedenim buradaydı. Ama ruhum o izbe bodruma hapsolmuştu.
O adam ruhumu o odaya kilitleyip anahtarı küf kokan bir kuyuya atmıştı. O kuyunun bir sonu yoktu.
Ruhumun anahtarı o küf kokan kuyuya hapsolmuşken biri girmişti hayatıma.
O ince ve narin ellerini o kuyuya daldırarak almıştı ruhumun anahtarını.
Koşarak açmıştı o bodrumun kapısını. Ruhum kurtulmuştu, Peri kızım ruhumu kurtarmıştı.
Konuşmamıştı, dokunmamıştı. Ama ruhumu kurtarmıştı. Bana bileklerimi ve acımı unutturmuştu. Bundan daha fazla bir iyilik olabilir miydi? Olamazdı.
Sonra bir şey olmuştu. Peri kızım gitmişti, gelmemişti.
O adamın, Kötü kralın kahkahalarını duyabiliyordum. Kötü kral o anahtarı almıştı Peri kızımdan. Tekrar kuyuya atmıştı.
Ruhum Peri kızımdan sonra tekrar kilitlenmişti o bodruma. Ruhum tekrardan beklemeye başlamıştı kurtarılmayı.
Hayır, kurtarılmayı değil, Peri kızını bekliyordu. Çünkü o gelirse tekrar kurtulurdu.
Gelirdi yine değilmi? Kurtarırdı onu o izbe bodrumdan.
Değil mi?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Oğuz
Truyện Ngắn[TAMAMLANDI] Psikopat bir baba oğlunun ölümünün sorumlusunun diğer oğlu olan Oğuz olduğunu düşünürse ne olur?