25. Bölüm

56 11 0
                                    

Ölüm ve yaşam.

Bu iki kavramın arasında kalan ve sallanan bir köprüden düşmemeye çalışan biri gibiydim.

Çevremde çok insan yoktu. Belli başlı kişiler. Peki ya ölüm kelimesine neden bu kadar yakın hissediyordum.

Ölmek neydi?

Kalbinin durup hayatının sonlanması mı, yoksa yeni bir hayatın başlangıcı mı?

Kimine göre öyle, kimine göre böyle. Benim için hiçbiri.

Ölmek ölmekti. Başka bir açıklaması yoktu. Bildiğim tek bir şey varsa o da beden ve ruh ölümünün farklı şeyler olmasıydı.

Beden ölürse nolur? Önce organlar işlevini yitirir, sonra seni her gün insanların bastığı bir toprak bütününe hapsederler. Bedenin çürür, o toprağın altındaki böcekler senin bedenini yer bitirir. Toprakla bütünleşir ve yok olur gidersin.

Beden ölümünü yaşamamıştım, zaten yaşasam şuan bunları söyleyebiliyor olmazdım.

Ama ruh ölümüme ramak kalmıştı. Anahtar hâlâ küf kokan o kuyudaydı. Peri kızım gelmiyordu, kurtarmıyordu beni.

Onun sessizliği yetiyordu ki bana, konuşmasa da olurdu.

Sensizlik bir ses olsaydı sessizlik olurdu Peri kızım. Senin sessizliğin, bizim sessizliğimiz.

Bedeni zayıflamış, karşımda duran küçük Beren'e bakıyordum. Ruhu capcanlıydı, henüz hiçbir yere hapsolmamıştı.

Peki ya bedeni? O küçük bedeni kan kanserine dayanabilecek miydi?

Dudaklarım şaşkınlıkla aralandığında bu durumdaki bir çocuğa bu şekilde bakmamam gerektiğini hatırladım.

Normalmiş gibi davranmalıydım, yoksa üzülürdü.

"Benden korkuyor musun?"

Neşeli halinden eser kalmayan bu küçük bedenin bana söyledikleri canımı oldukça yakmıştı.

Başımı iki yana salladım hızlıca. "Hayır! Hayır tabiki korkmuyorum. Sadece...güzelliğin karşısında büyülenmeden edemedim." dediğinde eliyle dudaklarını kapatarak kıkırdadı.

"Sana bir masal anlatabilir miyim!?" Hevesle sorduğu soruya aynı hevesle başımı salladım.

"Bir zamanlar bir şatoda bir prenses yaşarmış. Prensesin adı Hera'ymış. Bir gün Hera hastalanmış, yorgun düşmüş. Sonra bir cadı gelmiş evine. Ona demiş ki hastalığın iyileşicek fakat bir süre saçlarını bana vermen gerekiyor. Sonrasında ben sana geri vericem. Saçların iyileşmeni zorlaştırır demiş. Prenses mecbur kabul etmiş. Ama bir şartı varmış. Cadınan saçlarını gece uyurken almasını söylemiş. Cadı da kabul etmiş. Biliyor musun ben Hera'yım. Bende hastayım ya, saçlarımı iyileşebilmek için cadıya ödünç verdim. Sabah kalktığımda yoktu. Ama biliyorum, iyileşince geri getiricek. Ben cadıyı görmedim ama olsun, o beni gördü! Abimden bir mesaj yollamış bana. Çok güzel olduğumu söylemiş, sencede öyle miyim Oğuz?"

Dolan gözlerimi saklamaya çalışarak başımı salladım. "Çok, çok güzelsin Beren. Aynı Hera gibi." dediğimde başını salladı.

"Evet! Aynı Hera gibi."

OğuzHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin