Bölüm 38

85 3 3
                                    


Kalbimde haykırıyor aykırı bir aşk.
Tenim, kokunun günahına inat.
Hayallerim, inadında yarım yamalak.
Yanlışları götürüyor hayatın doğruları.
Günahının balçığın da kalmış aklım.

Zırhıma kuşanıp geçmiş de kalmış bir yanım.
Kafesinde köpeklere yem olup kaldım.
Bu aşkın serapın da kavrulup yandım.
Dört bir yanım öpüşelerin kadar yalan dolan.
Ama sen duyma, bir yanım bahseder adından.

Duydum ki vazgeçmişsin benden.
Artık öpemezmişsin gözlerimden.
Yanmış gönlüm ataşlarda görmez,
Başka gözleri seyreder olmuş,
Kanayan yüreğime merhem o güzel gözler.

-hayır lütfen!
Armağan kafasına uzatılan silahın namlusuna doğru uzattı elini.
-Yapma nolursun!
Avuç içinden bir kaç damla kanın süzülüp yere damlaması ile kadın gözlerini Armağan'dan çekip yere düşen damlalara baktı. Bıyık altından gülümseyip tekrar gözlerini Armağan'a çevirdi. Kendisine bakan bu iki çift gözden korkan Armağan çığlık atarak başını önüne egdigi sırada kabustan uyanıp yataktan bağırarak fırladı.
Çığlık seslerini duyan Zeynep koşarak odaya daldı.
-Hanımım.
Armağan Zeynepe doğru bakıp gözlerini kocaman açarak sayikladi.
-O.. o burdaydı.

Hep sonradan başımıza gelen aklın ne faydası var ki hayata. Geç kalınmış bir yeri aramak, düzeltmek, orada yeşermeye çalışmak imkansızdır. Hep sonradan gelir de akıl  başa, sonrasına dönmez hayat.

Sıla, ayaklarının arasına sızan deniz suyunun kendini huylandırmasından zevk alsada baş ucunda anlamsız bir şekilde saz çalıp gevelen Enes artık sinirine dokunacak olacaktı ki kafasının altına koyduğu sandaletlerden birtanesini alıp yanın da oturan enesin bacağına vurdu.
-Kesecek misin bu tatanayı.
Enes gözündeki gözlüğü çıkarıp gülümsedi.
-Keyfin iyi gibiydi.
-iyi zaten cano sende zırvalamazsan.
-Siktir! Ben olmasam nefes dahi alamazsın oksijenin burda hayatım.
Sıla gülümsedi.
-Omega beş yenur.
Sıla gözlerindeki gözlüğü çıkarıp yerinden doğruldu.
-Nefes aldığımı hissediyorum.
-Alırsın yavrum, cenabetin içinden sıyrıldın.
Sıla bir kahkaha patlattı.
-Sorma! Gözlerini devirdi.
İkisi kahkahalar atmaya devam ederken Enes durgunlasti.
-Neler yaşadık be. Şu hayatın adaletsizliği hep omuzumuzda.
-Adalet? Dedi Sıla gülümseyerek.
-Hangi adalet?
Sıla ayağa kalkıp üstünü sirkeledi.
-Artık hiçbir şey umrumda değil ben sadece yaşayacağım en dibine kadar.
Enes de yerinden kalkıp üzerini sirkeleyip köşede duran kafeyi eliyle işaret etti.
-Bir şeyler yeriz.
Sıla başıyla onaylayıp o yöne doğru yürüdü.

Garson ikisinin içeceklerini ve ortaya küçük pasta dilimini bırakınca masanın yan tarafında duran kütüphaneden eline geçirdiği bir kitabı getirip masaya bıraktı. Sıla önüne konan kitaba baktıktan sonra kafasını kaldırıp garsona baktı. Garson gülümser bir ifade ile konuştu.
-Burası bir kitap kafe gördüğünüz gibi bizler her gelen müşterimizin masasına bir kitap bırakırız.
Enesin hoşuna gitmiş olacak ki heyecanlı bir şekilde konustu:
-Bir anlamı var mı peki?
Adam başını salladı
-Olamaz olur mu müşterilerimizin hepsi başka bir hayat hikayesi ile bu masalara oturuyorlar ve tıpkı kitaplar gibi farklı olan bu hikayeler arkadaşlarım ve benim için hangi kitabı anımsatıyor ise masaya o kitap geliyor.
Enes şaşırmış ve beğenmiş bir şekilde kitabı eline aldı.
-Bakalım bize ne düşmüş.
Ters duran kitabı çevirince "Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü" kendilerine geldiğini göstermek için sılaya çevirdi.
Sıla göz ucuyla kitaba bakıp kafasını camdan gözüken sahile çevirdi.
-Hadi Sıla kitaplar senin dikkatini çeker.
Enes Sılanın kendisine bakmadığını görünce garsona konuşmaya başladı:
-Bu aralar iyi değil normalde aşıktır kitaplara üniversitede görmen lazımdı hep bir şeyler karalayip dururdu.
Garson sesini çıkarmadan gülümseyip masadan ayrılınca Enes de diğer kitaplara bakmak için masadan kalktı. Sıla masada duran kitabı parmak uçları ile kendisine çekip bildiği o sayfayı açtı.
En iyisi düşünmemekti. Kaçmaktı. Kendi içine kaçmak. Fakat bir içim var mıydı? Hatta ben var mıydım? Ben dediğim şey, bir yığın ihtiyaç, azap ve korku idi.
Bu kitapta en sevdigi köşeydi bu satırlar.
Gülümsedi bilmiyordu kimse onun neyi sevdiğini neyi bildiğini kimse onu bilmiyordu. Hayatta verdiği en büyük savaştı bu değersizlik duygusu. Bu yüzden çabalamamıştı bir yere ait olmak için. Ait olmak ona uğrayan bir yer değildi.
Parmak uçlarını kitabın üzerinde gezdirip başını sahile dönüp derin bir nefes aldı.
-Artık omuzlarıma sızsan ne fayda ben de sende sahipsiziz.

MAHPUSHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin