Şimdiki adı Derbera olan Ayrıkoyak Sina'nın çiftliğine yakındı, evet. Buna rağmen insanın başını döndüren karmaşıklıkta okaliptus ormanlarını geçmeleri ve dikleşmeye başlamış araziden aşağı gürüldeyerek çağlayan ırmakların çevrelerinden dolanmaları gerekti. Öğle güneşinin göğün orta hattına tırmanmaya başladığı anlarda okaliptuslar yerini sık ve karanlık bir mantar-ormana bıraktı.
Sesler de böyle sustu. Okaliptuslar ve orkide sarmaşıkları yittikçe kuşların sesi de geride kaldı. Orada burada koşuşturan, şarkı söyleyip birbirlerini çağıran, gündelik işleriyle uğraşan iblissoylu halkların varlığı bıçak gibi kesildi. Meşe kadar iri mantarlar güneşi kapattı. Koca kayaları ikiye bölmüş koca şapkalı mantarlar, zemini kaplayarak etrafa uğursuz bir sarı renk saçan küfler, içi boşalmış ve canını yitirmiş ağaçlara sarılıp güneşe ellerini uzatmaya çalışmış mor çalılar, bir göz gibi onları takip eden ufak çiçekler...
Tüyleri diken diken oldu kızın.
Bu sahne tanıdıktı çünkü.
Sekizkök'e gelmeden önce geceyi geçirmek için durdukları Irmaksonu'ndaki dağa yerleşmiş iblis ilencine benziyordu.
O ilencin sebat etmiş halinin, yozlaşıp çürümeye durmuş ciğerlerinin içinden geçiyorlardı sanki. Kızın kemiklerinden taşan büyüsü korumacı bir edayla cildine sürünüp parmakları arasında tedirgin tedirgin dolanmaya, Eliz'i göremediği bakışlardan sakınmak istercesine onu ve kardeşini ince karanlıktan parıltılarla sarmalamaya başladı. Hava bile ağırdı burada. Küf kokuyordu. Rutubet. Eskimiş ölüm. Toprağın bile kabul etmediği, yarım bir hayat.
O derin sessizlik, ara sıra önlerine çıkan güneş ışığında süzülen sporlar, şekildeğiştirenlerin huzursuz adımları ve ormanın sanki çevrelerinde dönüp uzuyormuş hissini veren birbirine benzer manzaraları... Kızın kaburgaları içinde yeterince sıkıntı yokmuş gibi önce gırtlağını temizlemeye sonra da öksürmeye başladı Erez. Başta nadir. Zaman geçtikçe sık sık.
Alyaz önünde oturan kardeşini dürtükledi. Ama Eliz zaten olanın farkındaydı. Nasıl olmayabilirdi ki? Tenine yaslı kemikten cildine karışan titreşimlerin kuvveti bazen kızı panikle Beri'yi öne hızlanması için zorlayacak kadar hafifliyor, bazense onu yerinden zıplatacak kadar şiddetleniyordu.
"Ertim," diye seslendi Alyaz. "Dinlenmek için biraz durabiliriz."
Erez geriye dönüp Alyaz'a kaşlarını kaldırarak baktı. "Dinlenmek için mi dinlenmem için mi?"
"Yel adına, fark eder mi?" İki şekildeğiştireni işaret etti Alyaz. "Baksana şu zavallıcıklara. Sabahtan beri koşturmaktan telef oldular. Ha sen, ha onlar."
"Daha uzun mesafeleri kat ettikleri de oldu." Sertçe yutkunurken önüne döndü Erez. "Şimdilik devam edelim. Mantarlar seyrelince dinlenebiliriz."
Ama genç adamın sesindeki tını kızın sırtına buzdan bir sarkıtmış gibi süründü. Eliz bacaklarını Beri'nin yumuşak karnına sürttü. Böylelikle Beri sanki en başından beri istediği buymuş gibi tırıs ilerlemeye başladı. Ta ki Öte'nin yanına gelene dek. "Doğruyu söyle," Eliz'in sesi ormandaki sessizliği uyandırmaktan kaçınır gibi kısıktı. "Tüm bunlar, şu mor sarmaşıklar, göze benzer çiçekler, yapış yapış toprak... İlenç bu, değil mi?"
Yanıt vermeden önce bir süre eskiden görkemli bir söğüde ait olabilecek kalın gövdeyi sarmalamış mor ve beyaz renkli parazit çiçekleri seyretti Erez. "Yüksek ihtimalle değil." Ama sesi kendinden emin çıkmamıştı hiç.
"Değil mi?" diye sordu kız gözlerini kırpıştırarak. "İlenç değilse ne o halde?"
"Ne olduğunu ben de bilmiyorum. Ama ilenç değil. İlencin o..." Uygun kelimeyi kovalıyormuş gibi duraksarken kaşlarını hafifçe çattı. "Kendine has gürültüsü yok burada. Çiçekler konuşmuyor. Toprak fısıldamıyor."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KEMİK VE GECEDEN
FantasyKız oğlanı ilk kez bulduğunda sonsuz bir gecenin içinde ve donmuş topraklar üstünde, yirmi cesedin yanı başındalardı çünkü kainat onları anlaşılmaz ve karmakarışık bir bağ ile bağlamıştı. Kız oğlanı son kez bulduğundaysa... Elleri onu öldürmeye git...