Şah - 24. Bölüm

234 20 0
                                    


URAZ

Yoğun karanlığın içinde hissettiğim belirsiz antiseptik kokusu burnumun kaşınmasına neden oldu. Titriyordum; beni saran hafif örtü sert ve ince bir buz tabakası gibiydi. Bir yerlerden üzerime üfleyen soğuk hava bu hisse tuz biber oluyordu.
Gözlerimi açmaya gerek duymadan nerede olduğumu hatırladım.
Hastane.
Büyük ihtimal yoğun bakımdaydım ya da odaya getirilmiştim. Ölümcül bir sessizlik vardı ama uzaktaki karmaşayı duyabiliyordum. Makinelerden gelen bip sesleri, koşturan ayak sesleri, fısıltıyla yapılan konuşmalar...
Gözlerimi açmak için kendimi zorladım. Görüşüm bulanıktı, kafam dumanlıydı. Damarlarımda o kadar yoğun ilaç dolaşıyordu ki, kendimi sarhoş gibi hissediyordum. Yine de acıyı hafifletme konuşunda pek de işe yaramıyordu.
Hareket etmek istemiyordum. Göz kırpmak bile canımı yakıyordu.
Yan yatırılmıştım. Acıyı umursamayarak dirseğimin üzerinde doğruldum. Başarısızlıkla sonuçlanan yatakta oturma çabam sırasında acıdan çenem kenetlendi. Benim gibi biri için bile bu acı hissi fazlaydı. Parmak uçlarım sızlıyordu. Ağzım kupkuruydu, birden midem bulanmaya başladı.
Başım çatlayacakmış gibi ağrıyordu. Kaderine boyun eğmiş gibi iç çekerek tekrar eski pozisyonumu aldım. Tek elimle belimi yoklayarak durumumu anlamaya çalıştım. Acının büyük bir kısmı sağ tarafımdaki büyük bir bandajın altından kaynaklanıyordu. Diğer kısmı da her nefes alıp vermemle bıçak gibi batan direnler yüzündendi. Sağ elimde, damarıma berrak bir sıvı pompalayan makineye bağlı bir hortum takılıydı.
Yüzümü buruşturarak hortumu elimden çekip çıkardım ve minik yarada oluşan kanı umursamadan kenara fırlattım. Hiçbir makinaya bağlı olmak istemiyordum. İç kanama geçirmeyeceğimi bilsem nefesimi kesen direnleri bile çıkarırdım.
Aklımda beliren gözlerle "Ayşin" diye fısıldadım. Ameliyat nasıl gelmişti? Şu anda durumu nasıldı? Bulanık gözlerim karanlık odayı taradı. Yalnızdım, her zamanki gibi. Cankut hangi cehenneme kaybolmuştu. Sözde beni onun uyandırması gerekiyordu. Saat kaçtı? Ne kadar zamandır uyuyordum? Telefon neredeydi? Ben uyurken Patron aramış mıydı?
Kısa bir süre sonra kapım açıldı. İçeri giren hemşire ışıkları kapalı tutacak kadar sağduyuluydu. Uyanık olduğumu fark etmesiyle gülümsedi.
"Aramıza hoş geldin."
"Ayşin nasıl?" diye fısıldadım.
Hayati bulgularımı kontrol etmek için makinalara bakarken birden gözü yerdeki hortuma takıldı. "Bunu çıkarmaman gerekiyordu." diyerek hortumu yerine takmaya çalışırken elimi çektim. "Ayşin nasıl?" diye sorduğumda duraksayan kız "Ameliyatınız güzel geçti. Gerekli bilgileri Özcan Bey verir. İzin verirseniz bu hortumu yerine takmalıyım. Başka türlü ağrı kesiciyi size veremem." dedi. Karşısında geri zekâlı varmış gibi konuşması sinirimi bozarken "İstemiyorum." dedim.
"Uraz Bey-"
"Takarsan yine çıkaracağım. Çıkardığım gibi de seni boğacağım. O yüzden benden uzak dur."
Hemşire bir an tereddüt etti. Öfke dolu gözlerle ona baktığımı anladığında kaşlarını çatarak hortumu yerine koydu ve odadan çıktı. Büyük ihtimal birazdan doktoru getirecekti. Gözlerimi başucumdaki dolabın üzerinde gezdirdim. Telefonu göremeyince inleyerek çekmeceye uzandım. Zar zor açtığım yerde telefonumu görünce derin bir nefes aldım. Direnlerin batmasıyla çığlık atacak bir haldeyken telefona doğru uzandım ama almayı başaramadım. Kendimi zar zor yatağın ucuna kaydırdıktan sonra tekrar denedim ve parmak uçlarımla telefona dokundum. Nefes nefese kalmıştım. Biraz daha zorlanarak uzandım ve telefonumu elime aldım. İnleyerek eski pozisyonumu aldım. Nefeslerimin düzene girmesini beklemeden telefonu açtım. Saatin 19.07 olduğunu gördüm. Tam tamına bir gündür uyuyordum. Gelen mesajla zar zor yutkunurken ellerim titremeye başladı.

Gönderen: Patron
İki saat içinde Kuru çeşmedeki mekânda ol.

Mesajı attığı saate baktım. 19:00 yani, yeni yeni kendime geldiğim zamanlarda atmıştı. Bu bir rastlantı mıydı? Yoksa sırf bu anı mı beklemişti? Nedense ikinci seçenek daha ağır basıyordu. Yine beni zorlamak istiyordu. Ya bu halde sözümü tutup tutmayacağımı merak ediyordu ya da dövüşe katılamayıp Ayşin'i öldürmek istiyordu.
Kaybedecek zamanım yoktu.
Dişlerimi sıkarak ayaklarımı yataktan sarkıttım ve dirseğimden destek alarak yataktan doğrulmaya çalıştım. Belimdeki bandaja hafifçe bastırarak kısa kısa nefes almaya çalışırken direnleri çekip çıkardım. Bir an nefesim kesildi. Gözlerim yaşardı, acıyla inlememek için kendimi zor tuttum.
Derin derin, düzenli nefesler alıp vererek acıyı yok saymaya çalıştım. Direnlerin çıktığı yerden akan kanı fark ettiğimde kendimi ayağa kalkmak için zorladım. Yatağın kenarına sımsıkı tutunarak dengemi sağladım. Ayaklarımı sürüye sürüye banyoya giderken görüşüm hâlâ bulanıktı ve bedenim alev alev yanıyordu. İki elimle lavaboya tutunup soluklanmaya çalışırken kanın yere damladığını gördüm. Tuvalet kâğıdını elime dolayıp diren yerine koyarken iç çektim. Bu nasıl bir acıydı...
Tekrar odaya döndüğümde başucumdaki sargı bezi ve bandajları fark ettim. Belli ki düzenli olarak ameliyat yaramı temizliyorlardı. Hızla kanlı peçeteleri çekip sargı bezini bastırdım ve bantladım. Elimi hangi yarama bastıracağımı şaşırırken dolaba doğru yürüdüm.
Kıyafetlerimi çıkarıp yatağın üstüne koydum. Pantolonumu giymeye çalıştım ama bu pek mümkün değildi. Bacaklarımdan yukarı çekebilecek kadar eğilemiyordum.
Sessizce bir süre mücadele ettim. Acıdan nefes alamaz olmuştum. Gözyaşlarım göz pınarlarımda birikmiş, akmak için emrimi bekliyorlardı. O sırada kapının açılmasıyla irkildim.
"Uraz?"
"Cankut, neredesin sen?"
Konuşmak canımı yakıyordu. Yanıma gelen Sarı "Ayşin'i kontrol ettim. Sen ne zaman uyandın? Burasının hali ne? Kanlar, ne yapıyorsun?" diye soru yağmuruna tutunca bıkkınlıkla iç geçirdim. Her birine cevap verecek enerjim yoktu. Bende benim için önemli tek şeyi sordum. "Ayşin nasıl?"
"Hâlâ yoğun bakımda." dediğinde pantolonu tekrar yukarı çekmeye çalışırken "Ne yapıyorsun Uraz?" diye sordu. Sesindeki sitemi fark edince Cankut'a baktım.
"Patron, iki saat içinde dövüşte olmamı istiyor."
Dehşetle gözleri açılan Sarı "Daha öğlen yoğun bakımdan çıktın, doktor en az üç gün yataktan çıkmaman gerektiğini söyledi. Aklını mı kaçırdın Uraz? Ölmek mi istiyorsun?" deyince "Evet!" diye bağırdım. Yaralarım sızlayınca dişlerimi sıktım.
"Ölmek istiyorum var mı? Uzatma da yardım et, etmeyeceksen de köstek olma."
Bir süre yüzüme bakan çocuk hiçbir şey söylemeden önümde eğildi ve pantolonumu yukarı çekti. Uzanabileceğim yüksekliğe çıktığında işi devraldım ve giyindim. İnleyerek formamı üzerime geçirirken Cankut bir yandan yardım etmeye çalıştı. Üstümü giymek pantolondan çok daha kolaydı. Sarı tekrar önümde eğilip ayakkabılarımı giydirirken deri montumu zar zor üzerime geçirdim.
Nefes nefese kalmıştım.
Giyinirken hiç bu kadar zorlandığımı hatırlamıyordum.
Eşyalarımı ceplerime yerleştirirken "Şimdi ne yapacağız?" diye soran Sarı'ya "Yakalanmadan dışarı çıkacağız." dedim ve elimi belimdeki bandaja bastırarak yürümeye başladım. Bir kaplumbağa hızıyla yürüyordum. Her adımım acı veriyordu ama yine de kendimi zorluyordum. İçimden bir his Ayşin'e bakmam gerektiğini söylese de yakalanma ya da geç kalma riskini göze alamazdım. Tek temennim o uyandığında burada olmaktı.
Ecel terleri dökerek asansörün önüne geldim. Etraftaki bakışları görmezden gelmeye çalıştım. Dengemi sağlamakta zorlanıyordum. Birden Cankut koluma girdi. Kaşlarımı çatarak ona baktığımda "Düşmeni istemeyiz değil mi?" diye fısıldadı. Belli belirsiz gülümsedim.
Asansöre bindik. Aşağı inerken her katta durması gergin olan sinirlerimi biraz daha zorluyordu. Derin nefesler almaya çalışırken yaralarım sızlıyor, gözlerim acıyla sulanıyordu. Ağlamamak için kendimi zor tutuyordum. Ağlamamalıydım, bunu ben istemiştim. Yer fıstığı için bu acıya katlanmalıydım.
Başım taşıyamayacağım kadar ağır, bedenim söndüremeyeceğim kadar ateşliydi.
Nihayet kimselere görünmeden hastaneden çıktık. Serin havanın yüzüme çarpmasıyla birazda olsa rahatladım. Saate baktığımda dövüşe çok az zaman kaldığını gördüm. Resmen yürürken zaman kaybediyordum.
Cankut'a tutunup olabildiğince hızlı bir şekilde arabaya gittim. Ön koltuğa otururken çığlık atmamak için dudaklarımı birbirine bastırdım. Etimin çekildiğini hissediyordum. Sarı'nın kapıyı çarpmasıyla bile etkilenen yaralarım yüzünden "Yavaş" diye bağırdım. Nefes nefese şoför koltuğuna oturan Cankut "Bu kadarcık sarsıntıya bile dayanamıyorsan rakibinin yumruklarına nasıl katlanacaksın?" diye sordu. Bilmiyordum, dövüş sırasında ne yapacağımla ilgili en ufak bir fikrim yoktu. Tek düşündüğüm şey zamanında oraya varmaktı. Zamanında oraya varıp Patron'a istediğini vermemek...
"Orası beni ilgilendirir. Senin görevin ise beni tam zamanında oraya yetiştirmek."
Cankut gaza bastı ve ıstırap dolu yolculuğum başladı. Dişlerimi sıkarak güçlü durmaya çalıştım. Ara ara Sarı'nın beni izlediğini hissediyordum. Çektiğim acıyı belli etmemek için başımı koltuğa dayadım ve akan trafiği izledim. Her ani makas hareketiyle kasılıp gözlerimi kapatıyordum. Elimi direnin çıktığı yere bastırdım. Hissettiğim ıslaklıkla elimi baktım. Resmen kana bulanmıştı. Cankut'a belli etmemek için tekrar aynı yere bastırdım. Bir de onun telasıyla uğraşamazdım.
Mekâna geldiğimizde saate baktım; dövüşe on beş dakika kaldığını gördüğümde rahat bir nefes aldım. Daha doğrusu almaya çalıştım. Ağır ve dikkatli hareketlerle arabadan indim. Cankut yanıma gelip kolumdan tutmaya yeltendi ama bakışlarımla kendini geri çekti. Arada düşecekmişim gibi hissetsem de burada ondan yardım alacak değildim. Gözleri birden büyürken "Uraz kanaman var." dedi. Başımı eğdiğimde formamın beyaz kısmının kanla kaplandığını gördüm.
"Bu kadarcık kandan ölmem." diyerek yürümeye başladım. Gözlerim kararıyor, ayaklarım arada birbirine dolanıyordu. Girişteki kalabalığı fark edince "Bu taraftan." diyen Sarı'yı takip ederek mekâna başka bir kapıdan girdim. İçerideki bağırışlar bu noktadan bile duyuluyordu. Attığım her küçük adım berbat bir acı verse de, cesur bir yüz ifadesi takınıp yürümeye devam ettim. "Yarana pansuman yapmamız lazım. Kobra'ya da geldiğini haber vereyim." diyerek beni soyunma odasının kapısında bırakan Cankut'a "Çabuk ol." dedim ve içeri girdim. Bedenim ayaklarımın taşıyamayacağı kadar ağırlaşmıştı, yine de oturmak istemiyordum. Oturursam kalkamazdım. İnleyerek üzerimdekiler çıkarttım. Dengemi sağlayamadığım için iki de bir ileri geri hareket ediyordum. Kanların gevşettiği bantlı sargı bezini çıkartıp yere attım ve formamı açık yaraya bastırdım. Dolapların içinde kendime yeni bir tişört ararken belimdeki ağrı tahammül edilmeyecek bir düzeye geldi.
Birden kapı açıldı. İçeri giren Kobra dehşetle beni incelerken "Ne yaptın sen çocuk?" dedi. Ameliyat için para topladığımı biliyordu ama böbreğini verecek kişinin ben olduğundan haberi yoktu. Cankut söyleyene kadar... "Sana da merhaba Kobra." dediğimde kaşlarını çatarak yanıma geldi. "Cankut söylediğinde dalga geçiyor sandım ama doğruymuş, gerçekten o kız senin için bu kadar önemli mi?" Kobra'nın suratına imalı bir şekilde bakarken "Bende ki de soru, ölümü göze aldığına göre." dedi ve beni kendine döndürerek formayı yaranın üzerinden çekti. Yüzü acıyla buruşurken "Direnleri kendin mi çıkardın?" diye sordu. Zar zor başımı evet anlamında sallayınca "Dikiş gerekli." dedi.
"Dikiş için vaktim yok Kobra."
"Sen canına mı susadın Kurt. Açık yara bu. Mikrop kapar, onu geçtim dikiş olmazsa kanamaya devam eder."
"Sadece pansuman yap geç, dövüşte nasılsa tüm dikişlerim patlayacak."
Korku ve endişe karışımı bir bakışla bana bakan adam Cankut'un elinden aldığı malzemelerle pansumana başladı. Midemin içinde aktif bir yanardağ vardı sanki tüm soluk borumu yakıyordu. Zaten yaralardan nefes almak güçtü. Bir de bu, işimi iyice zorlaştırıyordu. Kobra "Tamamdır." dediğinde Cankut'un dolapların birinden bulduğu bol tişörtü üzerime geçirirken "Kaç dakika kaldı?" diye sordum.
"Beş."
Allah kahretsin.
Koşar adım soyunma odasından çıktım. "Yavaş ol Kurt, ben yoksam zaten dövüş başlamaz." diye bağıran Kobra'yı umursamadan ayaklarımı sürümeye devam ettim. Önemli olan dövüşün başlaması değildi, iki saat dolduğunda benim orada gözükmemdi. Ringe yaklaştığımda duraksadım. Kobra elini omzuma koyarken ona doğru baktım. "Son kez soruyorum. Dövüşmek istediğine emin misin Uraz?" Başımı güçlükle evet anlamında salladım.
"Herhangi bir şey olduğunda, bir acı, bir terslik-"
"Dövüşü durdurmayacaksın Kobra."
Sözünü kesmemle bir süre sessizce bana baktı. Omzumu sıkarak "Tamam." dediğinde başımı onaylarcasına salladım. Kobra kısa bir an Cankut'a baktı. Sonra koşar adım birazdan mahşer yerine dönecek kalabalığa daldı. Nefes nefese ellerimi yaralarımın üzerinde gezdirdim. Bir süre sonra Kobra'nın sesi megafonda duyuldu.
"Kana susayanlar burada mı?"
Kalabalık içerisini yıkacak sesler çıkarırken duvara dayandım. Soğuğun içimdeki yangını birazda olsa söndürmesini dilerken Sarı karşıma geçti. Endişeyle beni izliyordu. Birazdan beni sinirlendirecek bir şeyler söyleyeceğine emindim.
"Dövüşe geldin Uraz, önemli olan buraya kadar gelmendi. Kazanmak zorunda değilsin."
"Zorundayım." diyerek iç çekip elimi belime yerleştirdim. "Kazanmak zorundayım, eğer kaybedersem bu sefer de paralarını kaybettirdiğim için Ayşin'e zarar vermeye çalışacak."
"Ve Çemberin Efendisi, Kurt Uraz!"
Çığlıklar, ıslıklar havada uçuşurken Cankut'a baktım. "Eğer orada bana bir şey olursa-" diye başladığım cümleyle ensemi kavrayan Sarı "Olmayacak." diyerek alnını alnıma dayadı.
"Duydun mu beni?" diyerek ensemden beni sarsarken "Sana bir şey olmayacak." dedi. "O yüzden bana kimseyi emanet etmeye kalkma."
Başımı tamam anlamında sallarken belli belirsiz gülümsedim. Kurt sesleri yeri göğü inletirken duruşumu dikleştirdim. Derin bir nefes alıp kalabalığa daldım. Beni görmeleriyle ıslıklar havada uçuşmaya başladı. Dişlerimi sıktım ve görüşüm bulanıklaştığında, başım döndüğünde, acıdan iki büklüm yere çökmek istediğimde bile acımı belli etmemeye çalıştım. Herkesin neden tişörtle çıktığımı merak eden fısıldaşmalarını duyabiliyordum.
Çemberin ortasına eriştiğimde yutkundum. Ağzım kurumuştu. Gözlerimi etrafta dolaştırdım. Kobra ne aradığımı anlamış gibi bir şişe suyu elden ele bana uzattırdı. Açlıkla kapağını açıp kana kana suyu içtim. Elimin tersiyle ağzımı silerken Patron'un locasına doğru baktım. Ayaklanmıştı. Yüzünü tam olarak seçemesem de gerginliğini duruşundan anlayabiliyordum. Beklemiyordu, şu anda burada olmam onu şaşırtmıştı.
Rakibime döndüm. Daha önce görmediğim adamı baştan aşağı süzdüm. Benden çokta iri değildi ama kasları küçümsenemezdi. Bugüne kadar dövüştüğüm herkesten farklı gibi duruyordu. Diğerlerinin yaptığı gibi abartılı bakışlarla gözümü korkutmaya çalışmıyordu; beni inceliyor, sanki aklında dövüşün üzerinden geçiyordu. Gözleri ne kadar analitik olursa olsunlar aynı zamanda akıldan yoksun gibiydi. Patron'un neden bu adamı seçtiğini anlamıştım. Bu sadece bir dövüş olmayacaktı, şeytanla dans edecektim.
Ölüm bu gece benim için gelecekti.
Ama benim ölmeye niyetim yoktu.
Kobra'yla göze göze geldik. Her zamanki gibi bakışlarıyla hazır olup olmadığımı sorguladı. Gardımı aldım. Bu hareketimle iki yaramda sızladı. Gözlerimi kapatıp sessizce iç geçirdim. Gözlerimi açtığımda çatık kaşlı bir Kobra'yla karşılaşacağımı biliyordum. Umursamadım. Başımı hazırım anlamında salladığımda bir süre gözlerimin içine baktı. Beni vazgeçirmeye çalıştığını bildiğim için gözlerimi rakibime diktim.
Kızgın bir boğa gibi beni izleyen adam Kobra'nın çaldığı düdüğü duymasıyla üzerime doğru koştu ve ben daha anlamadan suratıma yumruğu geçirdi. Bir an gerilerken ayaklarımı yere daha sağlam bastım. Ağzıma gelen kan tadını yere tükürmeme izin vermeden yumruklarını ardı ardına savurmaya başladı. Acıdan nefessiz kalırken can havliyle dirseğimi omzuna geçirdim. Dizlerinin üzerine çöken adam bacaklarımı kavradı. Daha nefesimi düzene sokamamışken kendimi sırt üstü yerde buldum.
Yaramın açıldığını hissediyordum; boğazım yırtılırcasına inledim. Bir an tüm kalabalık ölüm sessizliğine büründü. Çıt bile çıkmıyordu. Rakibimin şaşkın halinden yararlanıp bacaklarımı boynuna doladım. Bu hareketimle kasılırken sadece dövüşe odaklanmaya çalıştım.
Allah'ım sen bana yardım et.
Bacaklarımı adamın boynunu kırmak istercesine sıktım. Buna rağmen adam keyifle gülüyordu. Bu hamlemi bekliyordu, belli ki bütün dövüşlerimi ezberlemiş, hangi pozisyonda ne yapacağımı aklına kazımıştı. Tıpkı benim eski dövüşte yaptığım gibi ayağa kalkmaya çalıştığını anlayınca şeytani bir gülümseme yüzüme yerleşti ve bacaklarımı gevşetip ayağa kalkması için ona izin verdim. Zekiydi. Aklı sıra benim taktiğimi uygulayacaktı ama unuttuğu bir şey vardı. Ben ondan daha zekiydim. Belki bu hamle yüzünden ölüme bir adım daha yaklaşacaktım ama yine de onun kazanmasına izin vermeyecektim.
Tam olarak ayağa kalkmadan bacaklarımı boynundan çektim. Belim tekrar yere çarparken haykırarak tekmemi hayalarına geçirdim. Acıyla yere yuvarlanan adam mekânı inletirken Kobra vakit kaybetmeden başına gidip saymaya başladı. Dirseğimin üzerinde doğruldum. Vücudum acıdan uyuşmuştu. Nefes almaya çalışarak ayağa kalktığımda etrafın kan gölüne döndüğünü gördüm. Üzerimdeki tişört neredeyse kanımla yıkanmıştı. Dehşetle iç çeken kalabalığın gözlerini üzerimde hissederken rakibim kıvranmaya başladı. Ne kadar çabalarsa çabalasın ayağa kalkamadı.
Gözlerim bulanıyor, ara ara görüntüler kayıyordu. Kobra'nın kırmızı kareyi rakibin üstüne atmasıyla dizlerimin üzerine düştüm. Acı tüm bedenimi ele geçirmişti ve artık hiçbir şey benim kontrolümde değildi.
Uykuyla uyanıklık arasında bir yerdeydim. Dünya bulanık, ağır çekim, inanılması güç bir düşten ibaretti. Baş dönmem gittikçe artıyor, görüşüm azalıyordu. Bütün alnımı kaplamış ter vücudumdan akan kana karışıyordu ve ben hâlâ dimdik durabilmek için büyük bir çaba sarf ediyordum.
"Uraz!"
Acı içimi paramparça ederken konuşamıyor, tepki veremiyordum. Göz kapaklarım öylesine ağırlaşmıştı, başım öylesine dönüyordu ki, daha fazla mücadele edemedim ve girdabın içine daldım. Gözlerim kapandı. Gücümün son parçasıyla cevap vermeye çabaladım; kelimelerim zar zor duyulan bir fısıltı halinde çıktı.
"Sakın kendisini suçlamasına izin vermeyin."

* * *

ŞAH MAT (TAMAMLANDI) +18Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin