Mat - 13. Bölüm

187 13 0
                                    


'Kalp deniz, dil kıyıdır. Denizde ne varsa kıyıya o vurur.'
Mevlana

URAZ

İnsan inanırdı. Çünkü inanmak kolay yoldu. İstediği cevabı alma hissi çoğu zaman mutlu ederdi ama bazen öyle şeyler yaşanırdı ki, güven sarsılırdı. İnanç kaybolurdu. Neyse ki yer fıstığıyla aramızdaki durum bu raddeye ulaşmadan hallolmuştu. Yani dünkü konuşmadan sonra hallolmuş olmalıydı.
''Ayşin!''
Dış kapının eşiğinden yatak odasına doğru seslendim. ''Geldim.'' Panduflarını sürüye sürüye koşan yer fıstığı çantasını kapatmaya çalışıyordu. ''Kusura bakma ya. Çantamın fermuarı bozulmuştu da onunla uğraşıyordum.'' Çantasını portmantoya koyup üzerini giyindi. Atkı ve beresini sıkı sıkıya bağladı. Eldivenlerini giyerken göz ucuyla bana baktı. ''Bereni takar mısın?'' Hafifçe tek kaşımı kaldırdım. ''Ve tabi ki atkını da.'' İlk iş günümde ilkokul bebesi gibi görünecek değildim. Montumun yakaları yeterince kapalıydı. Bere ise sadece saçlarımı bozacaktı.
''İyi böyle.''
''Saçmalama Uraz.'' Kendini giydirmeyi bırakıp bana aldığı bereyi eline aldı. ''Tüm gün dışarıda olacağız ve hava çıkmadığın için bilmiyor olabilirsin ama çok soğuk.'' Onu bu işe dâhil etmekle daha baştan iyi etmediğimi hissediyordum. Ayşin elindeki bereye baktı. Daha sonra beni baştan aşağı süzdü. Arabadayken başıma geçirmek kolaydı. Ayaktayken bunun mümkün olmadığını tahmin etmiş olacak ki, bereyi bana doğru uzattı. Önce bereye, daha sonra Ayşin'e baktım. Almam için diretti. Benim direnmemse sadece zaman kaybıydı. Bereyi hızla aldım ve ayna karşısında bir boka benzemeye çalışarak kafama taktım. Memnun bir ifadeyle beni izledi.
''Atkın yok mu?''
''Yok.'' Allaha şükür. Düşünceli bir şekilde gözlerini boğazımın olduğu yerlerde dolaştırdı. ''Neyse, montunu boğazına kadar çekersin artık.'' Bıkkın bir şekilde ona doğru döndüm. ''Artık çıkabilir miyiz?''
Başını evet anlamında sallayarak çantasını omzuna astı. Kapıyı sertçe açtım ve önden geçmesi için çekildim. Ayşin'in ardından çıkıp kapıyı çektim. Asansöre doğru ilerlemeye başladım. ''Kapıyı kilitlemeyecek misin?''
''Gerek yok. Yürü.''
Koşarak bana yetişirken ''Nasıl gerek yok? Ya hırsız girerse,'' diye telaşını açıkladı. Asansörü çağırdım. ''Dua et de girmesin.'' Kapıların açılmasıyla içeri girdim. Elim otopark düğmesine gitti. O an aklıma Sarı'nın arabada benzin kalmadığını söylemesi geldi. Cebimdeki son para, benim arabanın kalkışına yetmezdi. Demek ki o beklenen gün, bugündü.
Sıfıra bastım. Ayşin'in dikkatinden kaçmadı. ''Araba dışarıda mı?'' Başımı hayır anlamında salladım. ''Otobüsle gideceğiz.'' Ona bakmasam da yaşadığı şoku hissedebiliyordum. ''Toplu taşıma aracı mı kullanacaksın?''
Alaycı bir ifadeyle ''Hayır sadece bineceğim,'' dedim. Yüzünü buruşturarak koluma hafifçe vurdu. ''Çok iğrençti.'' Dudağımın kenarındaki kıvrım bir tık daha büyüdü. Küçük bir çan sesiyle kapılar açıldı. Karşımızda beliren birkaç komşuya başımla selam verdim ve yürümeye başladım.
Dış kapıdan çıktığım gibi, soğuk yürüme tokat attı. Ürperdim. ''Soğukmuş değil mi?'' Ben haklıydım sözlerini çekemeyeceğim için cevap vermedim. Ellerimi cebimin en derinine sokup yürümeye başladım. Soğuk havanın bacaklarıma dolandığını hissediyordum. Her adımım biraz daha zorlaşıyordu. Durağın camlarını rüzgara karşı siper olunca biraz olsun ısındığımı hissettim. Yer fıstığı dişlerini takırdatarak yanıma ilişti.
''Kar yağsa da hava yumuşasa.''
Bana doğru sokuldu. Kolu koluma değecek kadar yakındı. Garip ama, dokunduğu yer ısınıyor gibiydi. Olduğu yere zıplamaya başladı. O hareket ettikçe ben sarsılıyordum ve lanet olsun ki yaydığı ısı yüzünden bundan uzaklaşmak istemiyordum. Ben bu hallere düşecek adam mıydım lan?! Ah ulan Patron. Sırf şu bekleyişim için bile senin canını alabilirim. ''Ah geliyor!'' İlerideki trafik ışıklarını işaret etti. ''Nihayet,'' diye mırıldandım.
''Neyse ki çok beklemedik.''
Bir tarafa doğru yürümeye başladı. Daha sonra durup peşinden gelip gelmediğime baktı. ''Yürüsene.'' Otobüs buraya gelmeyecek miydi? Neden ileri yürüyecektim ki? Bana doğru geldi. ''Hadisene. Otobüsü kaçıracağız.''
''Bizi görmüyor mu?''
Gözlerini deviren yer fıstığı ''Toplu taşıma kültürün olmadığı ne kadar belli,'' dedi ve koluma girip beni çekiştirmeye başladı. ''Adam sende hareketlenme görmezse, basar gider.''
''Saçma.''
''Hayatın gerçeği.''
Beni durağın önünde bir yere çekti. Otobüs bize yaklaşırken kolumdan çıktı. Sanki kolu bana ait bir uzuvmuş gibi eksiklik hissettim. Çantasını açıp cüzdanını çıkardı. ''Akbilin var mı?'' Yüzüm öyle bir hal almış olacak ki, konuşmama gerek kalmadan ''Yok tabi,'' dedi. Olmaması normal değil miydi?
Otobüs ağzına kadar doluydu ve havalandırma çalışmıyordu. İçerisi fazla sıcak, havasız ve gürültülüydü. Ayşin ikimiz için akbilini okuturken arkasında bekledim. ''Ortaya doğru gidelim.'' Şoför gaza bastı. İvmenin verdiği hızla sarsıldık ama bu kalabalıkta düşmek imkansızdı. Yine de yukarıdaki demire tutundum. Yer fıstığını ise ensesinden yakaladım. Askıda kaldı. Ayaklarının sağlam bastığına emin olduğum an bıraktım. Başını geriye doğru çevirip minnettar bir bakış yolladı. Daha sonra önüne dönüp ilerledi. İnsanları yarmaya çalışırken pek başarılı durmuyordu. Belli bir alana kadar ilerledi ve pes edip kaldı. Etrafındaki hanzoları bertaraf etmek için yanına gittim. Yüzünü bana doğru döndü. Koruma iç güdüsüyle bir elime sırtına yerleştirdim. Montunun üzerinden bile kasıldığını hissediyordum.
''İyi misin?'' diye sorduğumda başını hızlı bir şekilde evet der gibi onayladı. Şoförün gaz frenleri arasında montuma tutundu. Elini çekecek gibi olduğunda ''Kalsın,'' dedim. Başını hafifçe kaldırıp bana baktı. Yanakları pembeden kırmızıya dönmüştü. En çokta burnu. Küçük bir çocuğa benziyordu. Dudağımın kenarına keyifli bir tebessüm yerleşti. Benimle beraber o da belli belirsiz gülümsedi. Fren mekanizmamı çalıştıran şey de, bu gülümseme oldu. Kafamı dağıtmak için bakışlarımı dışarı çevirdim. Camların buğusundan nerede olduğumuzu anlamıyordum. Hastanenin uzaklığını düşünürsek yolumuz uzundu. Sıkıntıyla iç çekerken kulağıma bir şey değdi. İrkildim ve ne olduğuna baktım. Yer fıstığı kulaklıkla donakaldı. Diğer ucu kendinde takılıydı.
''Daha tahammül edilen bir yolculuk olsun istemiştim.''
Müzikten hoşlanmıyordum. Fakat içerideki uğultuyu bir nebze olsun bastırır umuduyla 'Tak' der gibi başımı salladı. Gözleri yine içtenlikle parladı. Kulaklığı dikkatlice kulağıma yerleştirdi ve telefonunda bir şeylere tıkladı. Birkaç saniye sonra kulağıma dolan melodi Ayşin'e bakmama neden oldu. Bakışımı hissettiğinden mi bilmiyorum o da başını kaldırdı. Yüzü güneş gibi sıcak bir gülümsemeyle kaplıydı.

''Muhtemel aşk için, aştım bendimi.
Yolculuk nereye, dinlemeden kendimi.
Ah...Ah. Muhtemelen aşk.''

Unutmamıştı. İlk kez biri, sadece benim için önemli olan bir şeyi unutmamıştı.

* *

Tahliller, kontroller derken saatlerimizi hastanede harcamıştık ve tek güzel yanı dikişlerimin alınmasıydı. Hareketlerimi kısıtlayan, ağrımı arttıran iplerden kurtulduktan sonra yeniden hayata gelmiş gibi hissediyordum.
''Uraz bu taraftan.''
Havaalanına gelmiş, salak saçma tonla kontrolden geçmiştik. Şimdi ise diş hatlarda bir o yandan bir diğer tarafa koşturuyorduk. Norveç kafilesinin uçağı henüz inmemişti ama biz inatla acele ediyorduk. ''Gezi otobüsü gelmiş mi?''
Yer fıstığı bana bakarak konuşmaya çalışırken ayakları birbirine dolandı. Neyse ki düşmeden kendini toparlayabildi. ''Yavaş.'' Uyarımı umursamadan koşar adım gelen yolcu kısmına doğru ilerledi. ''Gelmiş mi?''
''Az önce konuştum. Çıkışta bekliyor.''
''Harika.''
Nihayet bariyerlerin önünde duran yer fıstığı nefes nefeseydi. Bu kadar acele edecek ne vardı anlamıyordum. ''İyi misin?'' diye sorduğumda eli böğürün de başını evet anlamında salladı. ''Bir su olsa fena olmazdı ama.'' Çevreyi kolaçan ettim. İleride bir büfe gördüğümde ''Bekle burada,'' deyip yürümeye başladım. Cebimi karıştırıp bozuklu ararken büfenin önüne geldim.
''İki su.''
Büfedeki adam ''Soğuk mu?'' diye sordu. ''Hayır.'' Arkadan aldığı iki küçük suyu bana uzattı. Bozukluları denkleştirmeye çalışırken ''Ne kadar?'' diye sordum.
''10 TL.''
Avucumun içindeki paraları saymayı bırakıp adama baktım. Dışarıda 50 kuruşa satılan plastik parçalarının içini hangi dağdan aldığı suyla doldurmuştu ki, 5 liraya satıyordu. ''Hayırdır kardeş. Sorun mu var?''
''Sence yok mu?''
Tek kaşını kaldırıp bana meydan okurcasına baktı. Bir şey daha söylesem dalacak gibiydi. Buna benim duruşum da neden olmuş olabilirdi. ''Neymiş söyle de bilelim.'' Karşısındakinin kim olduğunun farkında bile değildi. Ateş olsa, sadece benim çemberime katkı olurdu ama şu anda kavga edemezdim.
Bozuk parayla dolu avucumu yumruk yapıp montumun cebine soktum. Paraları bıraktıktan sonra arka cebimden cüzdanımı çıkardım. Son kalan kağıt paramı adama hırsla uzattım.
''Hayrını görürsün inşallah.''
İmamı anlamıştı. Kendi kendine bir şeyler söylenerek parayı alıp üstünü uzattı. Bense küfürlerimi sıralayarak parayı cüzdanıma tıkıp cebime soktum. Suları aldığım gibi yer fıstığının yanına döndüm. Yol boyunca da bu hayatın gelmişine geçmişine sövmeyi ihmal etmedim.
''Ne oldu?''
Dehşet dolu bir ifadeyle bana bakan yer fıstığı, geldiğim yöne bakmayı da ihmal etmedi. ''Yok bir şey,'' deyip suyun tekini uzattım. ''Emin misin?'' diye sorarak suyu aldı. Kapağını açtığım suyu, cevap vermemek için kafama diktim. Sessizce beni izledi. İstediği cevabı almadan pes etmeyecekti. O yüzden iki nefes arasında ''Yok bir şey,'' dedim.
''Peki. Sen öyle diyorsan.''
Gözü yine arkamdaki noktaya kaydı. Ben söylemiyorsam nedenini bulmak istiyor gibiydi. Konuyu değiştirmek için ''Ne zaman gelecek bunlar,'' diye söylendim. Sanki neden buraya geldiğimizi unutmuş da yeni hatırlamış gibi etrafına bakındı.
''Sahi bizi nasıl tanıyacaklar?''
Bilmiyorum der gibi omzumu silktim. Yer fıstığı etrafa bakınmaya devam etti ve tıpkı benim gibi ''Bekle burada,'' deyip bir yöne doğru yürümeye başladı. Göz hapsime alıp nereye gittiğine baktım. Kısa bir süre sonra gözden kayboldu. Refleks olarak adımlarım gittiği yöne doğru hareket etti. Fakat telefonum çalmaya başladığı an devamı gelmedi. Telefonumu çıkarıp arayan kişiye baktım. Gördüğüm isimle minnettar mı olmalıydım yoksa bela mı okumalıydım emin olamadım.
''Efendim.''
''Kurt, hastaneden sonra aramadın.''
''Arayacak mıydım?'' diye sorduğumda teessüf eden bir sesle ''Aşk olsun. Geleyim dedim istemedin. Haber vermeyi unutma demedim mi?'' dedi. Otobüsten inişimiz öyle olaylı, hastanedeki bekleyiş öyle sıkıcıydı ki aklımda kalmamıştı.
''Dikişlerimi aldırdım.''
''Oh oh iyi. Daha rahat hareket edersin artık. Kontrolde ne dedi?''
''Değerlerimde çok bir değişme yok. Yine de beni daha iyi görmüş. Her zamanki şeyleri sıraladı.''
Pis pis güldüğünü hissettim. ''Ayşin ilaç gibi geldi demek ki.'' Söylemek istediği umarım benim anladığım şey değildi. ''Sarı.'' Uyarıcı tonumu anında anlayan çocuk ''Neyse, havaalanında mısınız?'' diye sordu.
''Evet.''
''Uçakları kaçta inecekmiş?''
''Yarım saat rötarlı kalkmış. Bekliyoruz,'' derken yanımdaki eksiği hatırladım. Gözlerim otomatikman Ayşin'i kaybettiğim en son noktada dolaştı. Elinde büyük bir beyaz kartonla yürüyen yer fıstığı kaşlarımın çatılmasına neden oldu. ''Maile baktın değil mi?'' Ayşin'i izlerken ''Hı hı,'' diye cevap verdim. ''Sonra konuşalım Sarı.'' Bir şeyler söylerken yüzüne kapattım. Telefonu cebime sıkıştırırken ''O ne?'' diye sordum yanıma gelen yer fıstığına.
''Karton.''
Gözlerimi kısarak ''Şaka yapıyorsun,'' dedim. ''Evet yapıyorum.'' Dehşetle gözleri büyürken ''Aman Allahım. Hem de aynı sen gibi yapıyorum. Korkunç,'' dedi ve anında ifadesini değiştirip gülmeye başladı. Resmen bacak kadar boyuna bakmadan benimle dalga geçiyordu. Tek kaşım seğirirken dilimle köpek dişimi baskıladım. Ayşin yere oturmak için eğilince, düşüyor sanıp kolunu yakaladım.
''İyi misin?''
''İyiyim.'' Şaşkın görünüyordu. Koluna daha sonra bana baktı. ''Asıl sen iyi misin?'' Yanlış alarm olduğunu anlayınca kolunu serbest bıraktım. ''Düşüyorsun zannettim.'' Sıcak minnet dolu bir bakış atıp önüne döndü. ''Sadece kartona yazı yazacağım.'' Dizlerinin üzerine oturdu. Kartonu önüne dikkatlice yerleştirdi. Çantasını önüne alıp içini karıştırdı ve kısa bir uğraştan sonra bir kalem çıkardı.
''Kafilenin başındaki kişi kimdi?''
Başını yukarı doğru çevirip bana baktı. Allahın gavurunun ismini nereden aklımda tutacaktım ki? ''Hah. Thomas Blue.'' Kaşlarım çatıldı. Sadece bir kere gördüğü, sayfalarca olan mailin içindeki bir ismi, bu kadar kolay mı hatırlamıştı? Kartona büyük harflerle ''Mr. Blue,'' yazdı ve harfleri koyulaştırdı. Altına da geldikleri adanın ismini: Svalbard.
''İşte oldu.''
Kalemi çantasına attı. Kartonu eline alıp ayağa kalktı ve benim elime tutuşturdu. ''Şöyle aç biraz, yukarıda tut Uraz.'' Beni yönlendirdikten sonra birkaç metre geriye gitti. Başımı eğip kartonu inceledim. ''Tamam okunuyor,'' diyerek yanıma döndü. ''Artık bizi tanırlar.''
Zekasına hayran kaldığım yer fıstığı suyunu içmeye başladı. O sırada gelen yolcuların kapısı açıldı. Tek tük insanlar çıkmaya başladı. Ayşin telaşla bana döndü. Suyu genzine kaçırmış olacak ki öksürmeye başladı. Bir yandan da gelen insanları işaret ederek bir şeyler söylemeye çalışıyordu. Öksürükleri konuşmasına engel olunca kartonlu iki elimi tutup olabildiğince açtı ve kendi boyunu geçecek kadar yukarı kaldırdı. Gelenler bizim kafileden olabilir miydi? Norveçliler neye benziyorlardı acaba?
* *

ŞAH MAT (TAMAMLANDI) +18Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin