AYŞİN
''İstifa ediyorum!''
Okuduğum kitaptan başımı kaldırıp masada kafa kafaya vermiş ikiliye baktım. Cankut ellerini teslim olur gibi havaya kaldırmış bir vaziyette ''Pes ediyorum,'' diye bağırdı. ''Öğrencilik hayatı devam ettiremeyeceğim. İstifa ediyorum.'' Baş kaldırışı işe yaramış olacak ki Uraz'da arkasına dayandı.
''Saçmalama Cankut.'' Okuduğum sayfayı kaybetmemek için ayracımı içine koydum ve ayağa kalktım. ''Tüm felsefe notlarına çalıştın mı?'' Bayılırmış gibi kendini masaya attı. ''Çalışmadıysan devam.''
Başını kaldırıp ''Öldürün beni!'' diye bağırdıktan sonra tekrar masaya kapandı. Uraz'a baktığımda telefonunu kurcaladığını gördüm. Öğlen ki öfke nöbeti tadındaki patlamadan sonra fazla sakin gözüküyordu. Sanki tüm enerjisi, kırılan gitarla beraber yok olmuştu. Sinirine alışık olsak da onu bu denli çıldırtan şeyin ne olduğunu düşünmeden edemiyordum.
''Yemek falan yiyelim bari.''
''Semerinle idare et.''
Telefonundan başını kaldırmadan konuşması merakımı kamçılıyordu. Mesajlaşır bir hali vardı. Kiminle konuşuyordu acaba? Ablam olabilir miydi? Babamla dört kez konuştuğumuzu var sayarsak ablamla konuşmasını gerektirecek bir şeyi yoktu. Yoksa var mıydı?
''Açım aç. Anlamıyor musun?!''
Cankut'un can çekişmeleri, dikkatimi dağıtan düşünceleri aklımdan uzaklaştırdı. ''Üzgünüm ama son makarnayı yaptım,'' dememle ağladı ağlayacak gibi duran çocuk ''Peynir, ekmek falan yiyelim bari,'' dedi.
''Onlarında sonuncularını kahvaltıya koydum.''
İnleyerek başını masaya vurdu. Çıkan ses, canının acımama ihtimalini ortadan kaldırdı. ''Cankut!'' diyerek başını ellerimin arasına aldım ve masadan kaldırmaya çalıştım. Alnının tam ortasına yerleşen kızarıklık acı çeker gibi yüzümü buruşturmama neden oldu. Fakat onun çektiği acının az önceki darbeden dolayı olduğuna süpheliydim. ''Buz koyalım da şişmesin.''
Cankut'un başını serbest bırakırken iki gözün beni takip ettiğini hissettim. Göz ucuyla Uraz'a baktım. Az önceki pozisyonundan farklı olarak gözleri benim üzerimdeydi. Benim baktığımı fark edince, odağına Cankut'u aldı. Fakat ifadesinden hiçbir şey değişmedi. Kana susamış katiller gibi, kurbanını öldürmek için fırsat kolluyor gibiydi. Ders konusunda yapılan yaygara canını sıktı desem, oyun oynarken yaşanan olaya hiçbir açıklama getiremiyordum.
''Gerek yok buza falan. Bizim başımızı yeterince şişirdi. Birazda onun şişsin.''
Uraz'ın cevabıyla yakınmayı bırakan Cankut ''Senin benimle derdin ne?'' diye sordu. Yalnız konuşmak isteyeceklerini düşünüp, buz getirme bahanesiyle salondan çıktım. Fakat mutfağa girmek yerine onların beni göremeyeceği en yakın noktada durup ne konuştuklarını dinlemeye çalıştım.
''Tamam Patron'a sinirlisin anladık da sinirini benden neden çıkarıyorsun?'' Patron mu? Neden sinirlenmişti ki? Yoksa... ''Senden falan çıkarmıyorum.'' Düşüncelerime ara verip içeri dinlemeye devam ettim.''Lan! Bu halin tavrın ne o zaman?'' Ufak bir sessizlik çöktü. Uraz'ın bugünkü tavrının nedenini öğrenmeye çok yaklaşmışım gibi hissettim. ''Yorgunum Sarı.'' Beklediğim cevap bu değildi. ''Sabahın 6'sından beri ayaktayız. Neredeyse 12 saattir şu sandalye tepesinde ders çalışıyoruz. Belim ağrıyor artık. Anladın mı?''
Suçluluğa yakın bir duygunun yüreğime saplandığını hissettim. Sabahın köründe uyandırdığım yetmiyormuş gibi, saatlerdir sandalye tepesine dikmiştim. Kendimi dönem kaybetmemelerine o kadar adamıştım ki, dinlenmesi gerektiğini unutmuştum. Öğlenki öfkesi ağrılarındandı belli ki. Nasıl bu kadar kör olabildim.
Mutfağa gidip buz torbasını aldım. Salona döndüğümde konuşmanın bittiğini ve herkesin kendi köşesine çekildiğini gördüm. Cankut'a buzu uzatırken '' Bugünlük bu kadar çalışma yeter,'' dedim. Bana inanamıyormuş gibi bakan çocuk ''Essah mı?'' diye sordu. Şive değiştirecek kadar saçmaladığına göre, çalışmayı bırakmamız en hayırlısıydı. Başımı evet anlamında sallayınca ''Oh be,'' dedi ve buz torbasını keyifli bir şekilde alnına dayadı. Bir iç çekiş sesiyle üç saniye içinde uzaklaştırdı. ''Soğukmuş yahu.'' Ne bekliyordun bakışı attıktan sonra koltuğa yığılmış gibi oturan Uraz'a döndüm.
''Yatalım mı artık?''
Başını telefonundan kaldırmadan ''Yat sen,'' dedi. Kılını kıpırdatmadı. O kadar yorgunum diye yakınıyordu. İstediği bu değil miydi? ''Siz yatmayacak mısınız?'' diye sorduğumda telefona bakarak tebessüm etti. Çıldırmamak elde değildi gerçekten.
''Birazdan yatarız.''
O konuştuğu kişi her kimse, saçlarında boğul inşallah Uraz!. ''O zaman kalk da bari yatağımı yapayım,'' dediğimde başını bana çevirdi. Sanki dünyanın en saçma şeyini söylemişim gibi bakıyordu. ''Yatağın yapılı. Git yat.'' Şimdi ben ona aynı şekilde bakıyordum. Tamam ikimizde ameliyatlıydık ama ben iyiye giderken o kötüye gitmeyi tercih etmişti. Kendini böyle düşünmezse olacağı oydu zaten. Daha tam olarak iyileşmemişken, onu yatağından edecek kadar taş kalpli falan mı görüyordu beni?
''Temiz çarşafsa derdin, alt çekmecede.''
''Temiz çarşaf falan değil derdim,'' dediğimde 'Ee o zaman sorun ne?' der gibi baktı. ''Derdim sensin ve bu düşüncesiz tavırların.'' Kaşlarını çatıp telefonunu elinde bıraktı ve bana doğru tamamen döndü. ''Düşüncesiz mi?'' Duyduklarına inanamıyor gibi görünen bir hali vardı. Gözlerini imalı bir şekilde kısarak ''Farkında mısın bilmiyorum ama kimseyi sokmadığım odamda yatmana izin veriyorum. Hem de sırf senin rahatlığını düşündüğüm için ve düşüncesiz oluyorum öyle mi?'' diye sordu. Sitemini on metre öteden bile fark etmek zor değildi. ''Sorunda bu işte. Kendini değil başkalarını düşünüyorsun Uraz. Böyle yaparsan iyileşemezsin.''
''Bir şey olmaz. Ayrıca kendimi düşünmediğimi nerden çıkardın? Benim koltuklarımın rahatlığı yatağımda yok.''
''Bak işte buna katılabilirim.''
Uraz'la aynı anda Cankut'a bakarken ''Sen karışma,'' dedik. İki ateşin arasında kalan çocuk ''İyi be. Ne haliniz varsa görün,'' deyip ayağa kalktı. ''Banyodayım ben. Birbirinizi boğazlamadığınız sürece beni rahatsız etmeyin.'' Cankut kişisel eşyalarını alıp salondan çıktı.
''Madem o kadar rahat, bende burada yatacağım.''
Kaşlarını var gücüyle çatan Uraz ''Anlamadım,'' dedi. Söylediğimi tekrarladıktan sonra ''Sen orada yatarsın, ben de bu koltukta,'' diye ekledim. Burnundan derin bir nefes aldı. O an fark ettim ki yumruklarından biri sıkılıydı. ''Sarı'yla?!'' Düşünmediğim ayrıntıyı tek tek hecelerine ayırıp yüzüme çarptı. İlk şoku attıktan sonra ''Ne saçmalıyorsun sen?!'' diye carladım. ''Ben neden Sarı aman Cankut'la yatıyormuşum. Gitsin senin odanda yatsın.''
Uraz'ın gözlerinde rahatlama kırıntıları görsem de ''Olmaz öyle şey!'' diye bağırıp ayağa kalktı. ''Sen benim odamda yatacaksın. Biz burada.''
''Hayır.''
''Bu tartışmaya açık bir konu değil.''
''Evet o yüzden uzatmayı bırak Kurt. Sen yatağında yatacaksın. Ben burada.''
Hiddetli bir şekilde inledi. ''Sarı'yla uyumaya bu kadar meraklı mısın?'' Ağzım beş karış açılırken ''Ya ne alakası var?''diye sordum. Sertçe koltukları işaret etti. ''O orada yatarken, sen burada rahatça uyuyabilecek misin? Bu kadar güveniyor musun ona?!'' Afallamıştım. Duyduklarıma inanamayarak ''Sen ona bu kadar güvenmiyor musun?'' diye sordum. Öfkeli ifadesinden hızlı bir duygu seli geçti. Sanırım düşüncelerini dile getirmişti ve şu andaki durumdan hiç memnun değildi.
''Tamam, odada yatacağım.''
Kendi kendine söylenirken sustu ve sadece ''Tamam,'' dedi. Konunun uzamamasına memnun görünüyordu. ''Ama yarında sen odanda yatacaksın. Tamam mı?'' İtiraz edecek gibi olduğu an ''Tamam mı?'' diye tekrarladım. Pes edercesine nefesini dışarı verdi. ''Tamam.''
* *
Kapalı kirpiklerimin arasından bile sızabilen bir ışık ve peşinde sürüklediği yüksek ses sıçrayarak uyanmama neden oldu. Alelacele doğrulurken başucumdaki gece lambasını yaktım. Gözlerim loşlaşan odanın içini taradı. Her şeyin olağandı. Başımı damlaların hırsını alırcasına dövdüğü camlara çevirdim. Yağmuru severdim. Fakat iki gündür şimşek ve gök gürültüsü sevmediğim komşu çocukları gibiydi. Çok yüksek katlı bir binada olmamdan dolayı olabilir, camın arkasından gelen ışık patlamaları bu gece kalp atışlarımı hızlandırıyordu.
Dilim damağım kurumuştu. Başucumdaki suya uzandım. Yarım bardak suyu tek seferde içtim. Susuzluğumun geçmediğini hissedince sürahiye uzandım. Dibinde kalan suyun bardağın çeyreğini bile doldurmayacağını görünce ayağa kalktım. Panduflarımı giyip sürahiyi kucakladım. Mümkün olduğunca sessiz bir şekilde odanın kapısını açtım. Dışarıdaki gürültüyle kıyasıya yarışacak bir kükreme beni selamladı. Sanırım çokta sessiz olmama gerek yoktu.
Mutfağa doğru ilerledim. Salonun önünden geçerken bir anda bir ışık demeti patladı. Şimşek olduğunu düşünüp yürümeye devam ettim ama odanın tekrar karanlığa gömülmesi birkaç saniyeyi alınca duraksadım. Saniyede 10 şimşek çakması doğa ananın tarzı değildi. Üstelik peşinden gelen hiçbir gürültü yoktu. Gördüğüm telefon ışığı olmalıydı. Horlama Cankut'un olduğuna göre Uraz uyanık olabilir miydi? Belki koltuk yüzünden uyuyamamış, telefona sarmıştı ama içeriden herhangi bir ses gelmiyordu ve ışık bir kez yanmıştı. Sosyal medya kullanmayan birine gelse gelse mesaj gelirdi.
Bir anda daha önce düşünmediğim bir şey aklıma geldi. Yoksa her fırsatta mesajlaştığı kişi gece gündüz dinlemiyor muydu? Merakın cezp edici çağrısı ne kadar yoğun olursa olsun mantığım kendi işime bakmam gerektiğini söylüyordu ve bu sefer onu dinleyecektim. Kimsenin özel alanına izinsiz giremezdim. Bu bana yakışmazdı.
Mutfağa girdim. Sürahiyi doldurduktan sonra odanın yolunu tuttum. Salonun önünden geçerken parlayan ışık tekrar duraksamama neden oldu. Merak beni kamçıladıkça mantığımı güçlü tutmakta zorlanıyordum. Oda tekrar karanlığa gömülünce derin bir nefes aldım. Tam yoluma devam edecektim ki tekrar bir ışık süzmesi yükseldi. Daha fazla dayanamayacaktım. Salona doğru yarım adım attım. Topuğumu parmak uçlarıma değdirecek şekilde bir tane daha, sonra bir tane daha...
Adım adım merakıma yenik düşmek üzeydim. Işığın tekrar sönmesini fırsat bilip başımı aralık olan kapıdan uzattım. Gözlerimin karanlığa alışması birkaç saniye sürdü. Storları kapatmışlardı. Sanırım mesaj ışığı o yüzden bu kadar yoğun aydınlatıyordu. İkisinin de uyuduğuna emin olduktan sonra salona girdim. Sürahiyi dikkatlice masaya koydum. Cankut'un horultuları hareketlerimi kamufle ediyordu. Yine de birini uyandıracağım için kalbim pır pırdı.
Yavaşça Uraz'a doğru ilerledim. Yastığını kulağına siper etmek ister gibi, iki elini altından bastırmıştı. Başucunda duran telefonunu gördüm ama asıl dikkatimi verdiğim yer açılmış üzeriydi. Bu çocuk üşümüyor muydu? Hadi üşümesini geçtim, kendisini sıcak tutması gerektiğini daha kimin söylemesi gerekiyordu?
Parmak ucunda ilerledim. Tekmeleyip attığını düşündüğüm yorganının yerdeki ucunu elime aldım. Ağır hareketlerle havaya kaldırdım ve ayakucundan başlayarak bir kuş tüyü edasında üzerini örttüm. Tam göğsünün üzerine geldiğimde ''Senin yatağında olman gerekmiyor mu?'' dedi. Kaskatı kesildim. Kalbim depara kalkmış gibi çarpıyordu. Nefesimi kontrol etmeye çalıştım. Ama Uraz'ın naneli nefesi yüzüme çarptıkça başaramıyordum. Elimde yorgan, Uraz'ın üzerine eğilmiş bir vaziyette bekliyordum. Gözleri hala kapalıydı. Uykusunda sayıklamış olabilir miydi? Yine de işimi şansa bırakmamak için yirmi saniye daha hareketsiz bekledim. İçimden sayarken bir yandan da Uraz'ını yüz hatlarını izliyordum. Okula gitmediği için uzattığı kirli sakallarının ona ne kadar yakıştığını düşündüm. Bir yandan da yüzündeki yara izlerini sakladığı için kızdım. Kusurlarının onu kusursuzlaştırdığını düşünüyordum.
Cankut'un yüksek sesli uyarı şeklindeki horlamasıyla düşüncelerimden sıyrıldım. Yeterince oyalanmıştım. Tam yorganı tamamen üzerine bırakıyordum ki, derin bir nefes aldı. Öyle derindi ki ister istemez nefes alamadığını düşünüp geri çekildim.
''Hanımeli. Bu koku için nefessiz kalmayı...''
Cümlesini tamamlamadı. İyi ki de tamamlamadı. Bu kadarı bile alev alev yanmama neden olduysa, devamı beni kül ederdi. Gözüm telefona kaydı. Ne için gelmiştim, nelerle uğraşıyordum. Uraz tekrar uykuya dalmış gibi dursa da güvenemedim. Şu anda uyuyup uyumadığına bile emin değildim. Hoş, uyanık olsa o cümleyi kurar mıydı? Sanmıyordum. Yine de işimi şansa bırakmak istemediğim için gerisin geri yürüdüm ve girişime tam bir tezat haline koşar adım salondan çıktım.
Yatak odasına gidene kadar durmadım. Kapıyı ardımdan kapatıp yaslandım. Kalbim dudaklarımın arasında atıyordu sanki. Parmak uçlarım kalbimin üzerinden dudaklarıma kaydı. O gece zihnimde tekrar hayat bulurken dilimin damağımın kuruduğunu hissettim ve o an sürahiyi salonda bıraktığımı hatırladım. Kahretsin! Bırak salona geri dönmeyi, odadan çıkacak cesareti bile kendimde hissetmiyordum. Ayaklarımı sürüyerek kendimi yatağa zor attım. Başımı yastığa koyar koymaz derin bir nefes aldım. Kalbim hala normal ritmine dönmemişti. Yastıklara sinen koku olduğu sürece de kolay kolay da döneceğe benzemiyordu. Kendime bir garezim varmış gibi başımı hafifçe yana çevirdim. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Uraz'ın baharat kokusu tenimden sonra ciğerlerimde dolaşmaya başladı. Yüzümde tatlı bir gülümseme oluştu ve uykuya dalana kadar sabit kaldı.
* *
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ŞAH MAT (TAMAMLANDI) +18
Teen FictionMerhaba! Eğer bu satırları okuyorsan, senin bir yerlerden dikkatini çekebilmişiz demektir. Şu anda girdiğin bu kitap, 2016 yılında Watty birincilik ödülünü kazanan ve çıktığı ilk andan itibaren çok satanlara giren üç kitaplık seriyi kapsamaktadır; Ş...