URAZ
Yatak odam, düşüncelerimin zincirlendiği bir zindandı. Zaman kavramı yoktu. Dışarıda ne kadar vakit geçirirsem geçireyim, bu odada kaldığım yerden devam ediyordum. İçeri girdiğim an, kapana kısılmış gibi hissediyordum. Uyumayacağımı zaten biliyordum ama adımımı atar atmaz aklıma gelen ilk ismin o olacağını düşünememiştim.
Ömer...
Kurt...
Özel harekat polisi...
Ömer.
Ah ulan Ömer!
Sıkıntıyla nefesimi dışarı verdim. Elimdeki ilaç poşetini komedine, kendimi de yatağa fırlattım. Saatlerdir önemsemediğim ağrı, bu darbeyle had safhaya ulaştı. Refleks olarak bir inleme dudaklarımdan kaçtı. Dişlerim ve yumruğumu aynı anda sıktım. Acı, zevk verirdi ama bu... Tam bir işkenceydi. İç çekerek, kendimi yatak başlığına doğru sürükledim. Nefes nefese kaldığım yetmiyormuş gibi, ter içindeydim. Sıçtığımın yarası nasıl bir şeydi ki, en ufak bir iyileşme bile göstermiyordu. Allah kahretsin!
Bir süre iç organlarımın yer değiştirdiğini düşündüğüm zonklamanın hafiflemesini bekledim. Aslında bu acıya teşekkür de etmeliydim. Onun sayesinde birazda olsa hiçbir şey düşünmemiştim. Özellikle de rüyamı ve detaylarını. Düşünmemeliydim de. En azından Müdür'ün geçmişimi ortaya çıkardığı ana kadar...
Aldığım her derin nefes, kesikleşiyordu. Gözlerimi kapattım. Belimdeki zonklayıcı ağrıyla aynı doğrultuda aldığım nefeslere odaklandım. Kafamı boşaltmaya yardımcı olmasına rağmen küfür yemesine engel olamıyordu. Uyumak iyi bir çözüm olabilirdi ama bu salt ağrı oradayken uyumak imkansızdı.
Yatağa tutunarak doğruldum. Ayaklarımın bağı çözülmüş gibi titrediklerini fark ettim. Güçsüz olmalarını sevmiyordum. Yavaşça yataktan aşağı sarkıttım. Zeminle kavuşan ayaklarımın üzerinde durmak gerçekten zordu. Birkaç küçük adım attım. Daha çok ayaklarımı sürüdüm de diyebilirim. Yine de nefes nefeseydim.
Olmayan bir şey yok edilir mi? İşte ben şu anda o haddeye ulaşmıştım. Olmayan böbreğimi kesip atmak istiyordum. Elimi bandajı kavrayacak şekilde belime bastırdım. Yer fıstığının neden sürekli eli belinde dolaştığını daha iyi anlıyordum. Ağrıyı geçirmiyordu belki ama en azından baskılıyordu.
Kendimi yormamam gerektiğini bilmeme rağmen odanın içinde kısa aralıklarla volta attım. Üzerimdeki tişörtün terden tenime yapıştığını hissediyordum. Üşütmenin her şeyi başa saracağını bildiğim için dolabıma doğru yürüdüm. Eğilme çabalarım acıdan çenemin kilitlenmesiyle son bulunca hafifçe çömelip elime geçen ilk tişörtü aldım. Kollarını havaya kaldırmaktan aciz bir insan için tişört değiştirmek kabir azabıyla eş değerdi. Yine de var gücümle üzerimi değiştirdim. Biraz soluklanmak için yatağın ayakucuna dikkatlice oturdum. Ezbere bildiğim odamı ilk kez görüyormuşum gibi inceledim. Gri rengin her zaman olduğu gibi beni sakinleştirmesini umdum.
Tabi ki bu his uzun sürmedi. Katlanamadığım melodisini susturduğum telefonum cebimde titremeye başladı. İnleyerek elimi cebime attım. Arayan her kimse, şu andaki azabımın sillesini yaşayacaktı. Kısa bir uğraştan sonra nihayet titreşimi üzerimden uzaklaştırabilmiştim. Ekranda gördüğüm isim, kaşlarımın çatılmasına neden oldu. Daha fazla bekletmemek için telefonu açtım.
''Kobra.''
''Kurt.''
Benim sesim acıdan, onunkiyse büyük ihtimal benden dolayı aynı tonda çıktı. Birkaç saniye ikimizde sessiz kaldıktan sonra ''İyi misin?'' sorusu Kobra'dan geldi.
''İyiyim.''
''Ağrın mı var?''
''Ardı ardına 5 dövüşe girmiş gibi,'' dedikten sonra hafifçe gülümsemem Kobra'yı da rahatlatmış olacak ki ses tonu normal bir telaş düzeyine indi. ''İlaçlarını ihmal etmiyorsun değil mi?''
''Bunları sormak için mi aradın?''
Derin gibi gelen bir nefesten sonra ''Hayır,'' cevabı duyacaklarımın pek hayra alamet olmayacağının sinyallerini veriyordu. ''Ama aramışken nasıl olduğunu da öğrenmek istedim.''
''İyiyim desem inanacak mısın?''
''Hayır.''
''O zaman nasıl olduğumu boş ver ve dökül.''
Tekrar derin bir nefes alıp yavaşça avizeye doğru veren Kobra ''Patron fazlasıyla sessiz. Senin konunu bırak, adın bile yasak. Sanki hiç var olmamışsın gibi,'' dedi. Bu normal şartlar altında iyi bir şeydi. Fakat konu Patronken es geçilmemesi gereken bir konuydu. Mutlaka bir planı olmalıydı. Gafil avlayacağı bir plan...
''Fakat son birkaç gündür mekânlarda bir dedikodu dolanıyor.'' Tek kaşım korumacı bir içgüdüyle havalandı. ''Kara leke, sana meydan okuyormuş.'' Kara leke, benden önce ringlerin kralıydı. Kendinden önceki dövüşçüleri madara edip, isimlerini piyasadan sildiği için kendine böyle bir isim vermişti. 'Hepinizin alnına kara leke süreceğim.' Sloganı buydu. Evlendikten sonraysa elini ayağını bu işlerden çekmişti. En son mahalle arası bir spor kulübünde hocalık yaptığını ve halinden memnun olduğunu duymuştum. Ne olmuştu da sahalara dönmeye karar vermişti?
''Neden?''
''Sanırım, artık eskisi kadar hatırlanmadığı için. İnsanların yeni bir gözdesi var; Kurt Uraz, Çemberin Efendisi.''
''Vardı,'' diyerek cümlesini düzelttim. ''O işlerden elimi çekeli çok oldu. Kara leke de eski şaşasını istiyorsa bana bulaşmasın yeter.''
Kobra'nın gülümsediğini duyabiliyordum. Savaşçı, korkusuz yapım her daim tetikteydi. Sanırım bunu duymak ona iyi hissettirdi. ''Buranın gerçeğini unutmadığını biliyorum Kurt.'' Unutmamıştım. Zirvede yaşayan biri, şu anda dipte sürünüyorsa, tekrar yükselebilmek için önce onu dibe çeken ağırlıklardan kurtulurdu. Yani benden. O yüzden bana meydan okuyordu. Onunla dövüşürsem ve es kaza yenerse, tüm cihana gücünden hiçbir şey kaybetmeyeceğini kanıtlayacaktı. Peki ama neden şimdi? Neden zirveye taht kurduğum zamanlarda değil de, kendi yoluma gitme kararı aldığım anda...
Tabi ya.
Patron!
''Seni geri dönmen için aramadım. Sadece dikkatli olmanı istiyorum. Kara lekeyi tanırım. Gözünü hırs bürüdüyse, ne yapacağını kestirmek güçtür.''
''Eyvallah Kobra.''
Konuşmayı daha fazla uzatmak istemediğim için telefonu kapattım. Düşünmek istediğim daha önemli bir konu vardı: Patron ve oyuna dönüştürdüğü planları. Belli ki hala peşimde adamları vardı. Dövüşemeyecek kadar güçsüz olduğumu fark ettiği için, karşıma dişli bir rakip getirecekti. Aklı sıra, sana bu ünü ben verdim, istediğim zaman da alırım mesajı veriyordu. Güldüm. Ondan gelen hiçbir şeyi istemiyordum ama sırf ona bu zevki yaşatmamak için toparlandığım ilk an Kara leke'nin karşısına çıkacaktım.
Bakalım o mu vermişti, ben mi kazanmıştım.
Elimde titreyen telefon, sıkıntılı bir nefes almama neden oldu. Belli ki Kobra'nın söyleyecekleri daha bitmemişti. Ekrana bakma gereği duymadan telefonu açtım.
''Kobra.''
Kısa bir sessizlik oldu. ''Beni yılan olarak gördüğünü bilmiyordum.'' Bozulmuş ses tonu, birkaç küfür mırıldanmama neden oldu. Ekrana baktığımda 'Merve' ismini görmek, özellikle de 'Kobra' seslenişimden sonra hiç hoş değildi. Şimdi gel de bu durumu açıkla...
''Sana söylemedim.''
Cevap vermeden önce bir süre bekledi. ''Neyse, Ayşin'i merak etmiştim. İyi değil mi?''
''Bunu ona sorsana.''
''Sordum zaten.'' Hala donuk ses tonu devam ediyordu. ''Ona göre iyiymiş ama sabahın köründe evde olmaması buna inanmamı engelliyor.''
''Evde olmayacak kadar iyi demek ki.''
''Şu anda hastanede olacak kadar kötü de olabilir.''
Kaşlarımı hafifçe çattım. Yer fıstığı ne işler karıştırıyordu? ''Bir şey varsa lütfen saklama benden Uraz.'' Ne olduğunu anlasam saklamamayı düşünebilirdim Merve. ''Bir şey yok.''
''Emin misin?''
''Evet.''
''Sadece reçete için mi hastanedesiniz yani?'' Yer fıstığının yalan söylemekteki amacını anlamadan onu açık istemediğim için ''Evet,'' dedim. Sıkıntılı bir nefes alan Merve ''Sen nasılsın peki? Böyle birden aradım ama. Kontrolün bitti mi?'' diye sordu. Kontrolüm. Benim şu anda kontrolde mi olmam gerekiyordu. Ne işler karıştırıyorsun sen yer fıstığı ne?
''İyiyim. Sıkıntı yok.''
''Çok şükür.''
Yalan söylemekten nefret ediyordum. Ne için yalan söylediğimi bilmeden söylemektense daha çok! ''Hastaneden sonra ne yapacaksınız?''
''Bilmiyorum.''
''Tamam beni habersiz bırakmayın olur mu?''
Bir de yaptıklarımla ilgili hesap mı verecektim? ''Ayşin'e söylerim.'' Teşekkür ederek telefonu kapattı. Karşımdaki ahşap dolabın damarlarına gözlerimi diktim. Önce Patron, sonra yer fıstığı. Sanki senkronize çalışıyorlardı. Bir rahat nefes alamayacak mıyım ben?!
Yataktan destek alarak ayağa kalktım. Yer fıstığına sormam gereken bir hesap, öğrenmem gereken yalanlar silsilesi için odadan çıktım. Her adımım belimdeki zonklamaya destek çıkıyordu. Olabildiğince yavaş şekilde yürüdüm. Mutfaktan gelen tabak çanak seslerinin arasındaki fısıltılar kaşlarımı çattı. Ne konuştuklarını anlamasam da, ben ortada yokken bu tonda konuştuklarına göre canımı sıkacak bir konuydu. Tam kapı eşiğine gelmiştim ki yer fıstığının tehditkâr ses tonu kulaklarımı doldurdu.
''Halledeceksin bu işi. Başka yolu yok.''
Kaşlarımı daha da çatarak mutfağa girdim. ''Neyi halledeceksin?'' Tam kesilen iki kişi arasında gözlerim mekik dokudu. Ayşin'in suratını göremiyor olsam da, Sarı'dan farklı olduğunu sanmıyordum.
''Kurt,''
Ağzındaki ekmeği bile çiğnemeyi unutan Cankut, ''Aç mısın?'' diye sordu. ''Sen tok olduğun için çağırmadık.''
''Tok olduğum için mi? Yoksa arkamdan gizli rahatça iş çevirebilin diye mi?''
Sarı ağzındaki lokmayı bütün olarak yuttu. Çıkan ses, söylediklerimde haklı olduğumu vurgular nitelikteydi. Can havliyle yer fıstığına baktı. Durumu kurtarmasını istiyordu. Yalan söylemesini... Buna izin veremezdim. Neredeyse depar atarak aralarındaki boş sandalyeye oturdum. Şimdi yer fıstığının yakalanmış yüz ifadesinin ardında sakladığı paniği gözlerimle görebiliyordum. Ağrımı belli etmemek için sandalyeye dayanıp ayağımı çeldim.
''Sana da bir tabak çıkarayım ben.''
Cankut ayaklanırken ''Gerek yok. Tokum,'' dedim. Gözlerimi bir saniye bile olsa yer fıstığından çekmiyordum. O ise Cankut'a bakıyordu. ''Olsun olsun. En azından yumurtadan ye.''
''İstemiyorum Sarı.''
''Harika oldu ama. Ayşin bile bakışlarıyla anladı bunu.''
Cankut'a ters bir bakış attım. Israr etmeyi kesip elindeki boş tabakla sandalyesine çöktü. Tekrar Ayşin'e döndüm. Bir kolumu masaya dayayıp öne doğru eğildim. Bu canımı yaksa da, yer fıstığının hiçbir mimiğini kaçırmak istemiyordum.
''Sarı neyi halledecek?''
Bana baktı. Bakmak istemediği o kadar belliydi ki. Birkaç kere ağzını açıp kapattı. Kafasına yer etmiş yalanlardan uygun bir tanesini seçmeye çalışır bir hali vardı. Gerçek güçlüydü. Bir kerede çıkar, başka hiçbir şeye gerek duymazdı. Yalanlarsa, birbirini desteklemek için parça parça gelirdi. Buna fırsat vermemek için dikkatini dağıttım. Boştaki elimi uzatıp, hala tutmakta olduğu çatallı elini kavradım. ''Neyi halledecek yer fıstığı?'' Düşündüğümden daha çok sıkmış olmalıyım ki, belli belirsiz kaşları çatıldı. Avucunun içinde metal bir parça olduğunu düşünürsek canı acımış olmalıydı. Elimi gevşettim ama çekmedim.
''De-de-ders.''
Ayşin gözlerini kaçırmaya çalıştığında elini sarsıp bana bakmaya zorladım. Bu sefer daha kararlı bir şekilde ''Ders,'' dedi. ''Bu sene üniversite sınavına gireceğiz ve ona çalışmak haricinde her şeyi yapıyoruz. Düşündüm ki...'' Konuşmasına es verince Cankut devam etti. ''Evet bro, her şeyi yapıyoruz. Daha okuldaki dönem sınavlarına çalışmadık. Ayşin'de işte-''
''Ben de dönem sınavlarına çalıştıktan sonra, düzenli olarak üniversite sınavına da çalışalım diyordum. Sonuçta hiçbir şey için geç değil. Değil mi?''
''Değil tabi.'' Başımı sert bir şekilde Sarı'ya çevirdim. Gözlerindeki umut parıltılarıyla yer fıstığına bakıyordu ve bana döndüğü an umuttan eser kalmadı. Tedirgin bir şekilde ''Tabi,'' dedi. Kısa bir an duraksadı. Ayşin'e bakmak istiyor, benim yüzümden bakamıyor gibiydi. Yer fıstığından karşılık gelmeyince konuşmasına devam etti. ''Ben senin böyle bir şeye pek sıcak bakmayacağını söyledim.'' İçten içe derin bir nefes aldığına sahit oldum.
''Ben de senin ders çalışmayı kabul ettiğini söyledim.''
Cankut'un gözleri 'Ne yapıyorsun sen?' der gibi büyüdü. Birden Ayşin'e döndüm. Onun bakışlarındaysa daha çok 'Ne yaptığımı biliyor muyum ben?' mesajı var gibiydi. ''Bende üniversite hayalin olmadığını söyledim Kurt.''
Yer fıstığının ''Gerçekten mi?'' diye sorduğuna yemin edebilirdim ama anında sorusunu değiştirdi. ''Gerçekten nasıl üniversiteye gitmek istemezsin anlamıyorum Uraz.'' Kandırılmışlık hissi boktan bir şeydi. ''Seni üniversiteye gitmek için razı etmem gerektiğini söyleyip durdu işte. Bir tek ben halledebilirmişim bu işi.'' Cankut'un yalanla sarmalanmış gururuna tükürmek istedim.
''Evet Cankut. Bir tek sen halledebilirsin.''
Danışıklı dövüş konuşmalarında inandırıcılıktan eser yoktu. Çünkü ikisini de çok iyi tanıyordum ama doğru ortaya çıkarana kadar söylediklerine inanmışım gibi yapacaktım. Er ya da geç, bu masada konuşulan asıl konu karşıma gelecekti. İşte o zaman benden çekecekleri vardı.
''Hazır konusu açılmışken, konuşalım bu konuyu bari.'' Cankut ayaklandı. ''Tabi çaylarımızı tazeleyelim önce.'' Masadaki kupaları alıp tezgaha yöneldi. ''Kurt sende içer misin?'' Gözlerim Ayşin'in üzerindeyken ''Yok,'' dedim. ''Sen bana oradan su ver. Soğuk olsun.'' Yer fıstığı sandalyesinde rahatsızca kıpırdandı. Hala elini tuttuğunu fark ettiğim an, onu çatalıyla serbest bıraktım. Rahatlamış görünüyordu. Önündeki hiçbir şeye dokunmamasına rağmen sanki yiyecekmiş gibi masaya göz gezdirdi. Fakat çatallı elinde en ufak bir kıpırdama olmadı. Cankut çaylar ve suyla geri döndü. Sandalyesine oturmasıyla ''Ee ne düşünüyorsun?'' diye sordu. Cevabı tam anlamıyla 'Hiçbir şey' idi. Bu zamana kadar okulla ilgili hayal kurmamıştım ki, üniversiteyle ilgili kurayım. Geleceği planlamaktan hoşlanmazdım. Bir yola doğru gitmek yerine, bulunduğum yolun beni çıkaracağı yerler daha önemliydi. ''Yapmak istediğin bir meslek var mı?'' Son zamanlarda bu soru sık karşıma gelir olmuştu. İş için konuştuğumuz konunun üzerinden tekrar geçmeye gerek var mıydı bilmiyordum. Hoş, onlar şu anda yapabileceğim şeyler hakkındaydı. Üniversite okursam eğitimini almış olacaktım. Peki neyin eğitimini almak isterdim?
''Sizin hayalinizdeki meslek ne?''
Suyumdan ufak bir yudum alıp ağzımda tuttum. Az önceki belli edemediğim sinir harbinden dolayı ateşimin yükseldiğini hissediyordum. ''Valla son zamanlarda benim hayaller değişti bro. Önceden babamın izinden gitmek isterdim ama şu aralar kendi işimin patronu olmak daha cazip geliyor.'' Patronu öyle bir vurgulamıştı ki belli belirsiz bir tebessümü dudaklarımın kenarına yerleştirdim. Babasını idol olarak gördüğünü biliyordum. Hayatına ben dahil olana kadar, onun gibi olmak istediğini de. Ama Patron'un yaptıkları ve babasının buna maşa tutan biri olmasını hazmetmek biraz zamanını almıştı. Şimdiyse bambaşka bir Sarı vardı karşımda.
''Sen yer fıstığı?''
Düşüncelerinden çatık kaşlarla çıktı. ''Bana yer fıstığı deme.'' Bunu son zamanlarda çok fazla dile getiriyordu. O dile getirdikçe beni daha fazla sevk ediyordu. ''Pekala,'' diyerek elimdeki bardağı masaya bıraktım. ''Büyüyünce ne olmak istiyorsun Ayşin?'' Gözlerini kısarak bana baktı.
''Seri katil.''
Gülmemek için yüz kaslarımı bir hayli zorladım. Cankut'sa ağzındaki çayı püskürtmeyi son anda durdurdu. Öksürükleri arasında ağzını sildi. ''Ve önce bana küçük olduğumu belli edenlerden başlayacağım.''
''Yani benden?''
''Bir tek senden.''
Tutmaya çalıştığım kahkaha beni fazlasıyla uğraştırıyordu. ''Bir tek benden,'' diyerek onun söylediğini yineledim. Başını evet anlamında bir kez salladı. Çatalı eskisinden daha sıkı kavramıştı. Sinirlenmiş olması hoşuma gitti ve patlama noktasının neresi olduğunu merak etmeme neden oldu.
''O zaman sadece katil olursun YER FISTIĞI. Serilik bir durum yok.''
Okyanusu andıran mavi gözleri, göz kapakları arasında kayboldu. İnce bir çizgi halini aldı. Keyifli bir tebessüm dudaklarımın kenarına yerleşti. ''Belki seni, öldürüp, diriltip, tekrar öldürüp, tekrar dirilteceğim ve bunu sonsuza kadar yapabilecek gibi hissediyorum.'' Kaşlarım şaşkınlıkla havaya kalktı. İçten içe attığım kahkahalar yüzümde bir tık daha geniş tebessüme neden oldu.
''Öyle mi?'' diye sorduğum ''Öyle,'' dedi kısa ve öz. Bir süre masada sessizlik oldu. Ayşin'le gözlerimiz kenetlendi. Sinirlendiğinde gerçekten cesur olabiliyordu. Ne zaman pes edeceğini merak ediyordum. ''Birinin kız çocuğu oldu kesin ha.'' Cankut sessizliği dağıtmak istiyordu. ''Ee, sen söylemedin Kurt,'' diye devam etti. ''Ne olmak istiyorsun?''
''Ölü.''
Ayşin'in bakışları ağzımdan çıkan basit ama anlamı derin kelimeyle farklılaştı. O sinirli kız yerini tanıdık bir yüze bıraktı. Bakışlarındaki korku gülümsememi daha içten bir hale dönüştürdü.
''Allah korusun lan. ''
''Yer fıstığından değil mi?'' diye sorup Sarı'nın koluna hafifçe yumruk attım. ''Bence de.'' Son cümlemle korkunun gölgesinde çıkan kırgınlık Ayşin'in gözlerine yerleşti. O an kafama dank eden düşünceyle daha fazla konuşmamam gerektiğini anladım. Sandalyemi sesli bir şekilde sürüyerek ayağa kalktım. ''Size afiyet olsun.'' Birkaç adım atmamla aklıma neden mutfağa geldiğimi hatırladım. Fakat şu anda yeni bir kandırmacayı ne onlar ne de ben kaldırabilirdim.
''Kahvaltıdan sonra Ayşin'i evine bırakırsın. Daha fazla ablasıyla uğraşamam.''
* *
Tek bir nefes...
Kulağıma dolan patırtı seslerinin arasında tek bir nefes alabildim. Olağanca hızımla yataktan doğruldum. Uyku mahmurluğunu saniyeler içinde üzerinden atan gözlerim, seslerin geldiği yöne çevrildi. Pencerelerimi döven yağmur damlaları ve uğultulardan anladığım kadarıyla dışarıda göz gözü görmeyen bir fırtına başlamıştı. Derin bir nefes aldım. Yatağın üzerinde bağdaş kurup oturdum. Kendime gelebilmek için birkaç kez yüzümü ovuşturdum. Ne zamandır ya da ne kadar uyuduğumu bilmiyordum. Hava kararmıştı ve zindanımın zifiri olmasını engelleyen tek şey, hafifte olsa odama sızan ay ışığıydı.
Uzanıp telefonumu aldım. Gece yarısı olmak üzereydi. Telefonumun uçak moduna alındığını fark edince kaşlarım çatıldı. Bunu ben yapmış olamazdım. Ulaşılmak istemiyorsam telefonumu kapatırdım. O zaman telefonum mu kurcalanmıştı?
Ve ben baş ucumdaki bu hareketliliği nasıl fark etmemiştim?
Dikkatli bir şekilde yataktan kalktım. Loş odadan çıkıp karanlık koridorda yürümeye başladım. Cankut erken mi yatmıştı? Salondan televizyon sesi de gelmiyordu. Salona girip ışıkları yaktığım an donakaldım. Uzun zamandır hasretlik çektiğim salonum, ilk günkü gibi karşımdaydı. Her yer deli toplu, temiz ve ıssız. İstediğimin bu olduğunu sanıyordum ama garip bir sızı karnımda bir yere saplandı. Beni daha fazla deşmesini engelleyen şeyse, koltuğun üzerindeki katlanmış kıyafetlerdi. Ne zamandır Cankut'u bu kadar benimsemiştim ben?
Ardımda duyduğum kilit sesiyle ışığı kapattım. Kapı yavaşça aralandı. Holün ışığı içeri doldu. Tanıdık bir süliyet neredeyse çıt çıkarmadan içeri girdi. Karanlık tarafta kaldığım için büyük ihtimal beni fark etmemişti. Kapıyı sessizce kapattıktan sonra ışığı yaktı. Arkasını dönen Cankut ''Estauzübillah!'' diye bağırarak kapıya dayandı. Anahtar büyük bir şangırtıyla yere düştü. Korkuyla çarpılmış yüz ifadesi beni selamlarken ''Kurt,'' dedi nefes nefese. ''Manyak mısın lan sen?!'' Bir elini kalbine bastırdı. Diğer elinin başparmağıyla damağını üç kez ittirdi. ''Ödüm koptu.''
''Ve bokuna karıştı herhalde.''
Sarı koku almaya çalışır gibi etrafı kokladı. ''Yok lan. Benden gemli-'' Başımı iki yana sallayarak gözlerimi devirmem yüzünden cümlesini tamamlamadı. Ayakkabılarını çıkarırken gerisin geri döndüm ve salonun ışıklarını açıp içeri geçtim. Kaseye atılan anahtar sesini duyduktan 10 saniye sonra Cankut, kapının eşiğinde belirdi.
''Niye uyumadın sen? Ağrın falan mı var?''
Koltuğa yavaş ve dikkatli bir şekilde oturdum. Belimi desteklemek için bir yastık aldım. Telefonu yanıma koydum. Kumandaya gözümün çarpmasıyla kafamın televizyon gürültüsünü çekip çekemeyeceğini düşündüm. ''Yoksa gece gece yine iyi saatte olsunlara mı karıştın oğlum. Ayaklarında düzgün ama.'' Sözlerle desteklenmesi gerekmeyen bir bakış attım. Sarı mesajı alır almaz zevzekliği bıraktı. Çaprazımdaki koltuğa otururken ''Arabanın benzini bitmek üzere,'' dedi. Bakışlarım farklılaştı. Ben bıraktığımda henüz yarım depo vardı. Alt tarafı yer fıstığını evine bırakacaktı. Geç döndü. Bu kadar saat ne yapmıştı ki? Üçüncü köprü üzerinden mi yola çıkmıştı?
''Bu duruma bir çözüm bulmayı düşünüyor musun?''
Düşüncelerimin arasında dudaklarımı öne doğru uzatırken başımı evet anlamında salladım. ''Bir daha arabayı sana vermeyeceğim.'' Gözlerini kısarak bana bakarken ''Sende kullanamayacaksın o zaman,'' dedi. ''Sonuçta benden para kabul etmiyorsun. Benzin nasıl alacaksın?''
Hak verircesine başımı salladım. ''Etmiyorum.'' Beni ezmesine boyun eğeceğimi sanıyorsa, çok beklerdi. Tek kaşını havaya kaldırırken ''O zaman halka karışmaya hazır mısın?'' diye sordu ve aklına bir şey gelmiş gibi ''Senin akbilin falanda yoktur şimdi. Ne yapacaksın peki? Yürüyerek mi gideceksin? Benden de para kabul etmediğine göre,'' diye devam etti. Sorgular bir şekilde tek kaşım seğirdi. Bu nasıl bir üsluptu? ''Al al, bu hayatta bir tek nefes bedava. Faturaları nasıl halledeceksin acaba? Benden de para kabul etmediğine göre.'' Yavaşça yumruğumu sıktım. Beni sinirlendirmeye çalışıyorsa, başarıyordu ve bir kez daha aynı cümleyi kurmaması onun hayrına olurdu.
''Benden para kabul etme-''
''Sakın cümleni tamamlama Sarı.''
Ses tonum netti. Gerçekten sabrım aynı cümleyi bir kez daha kaldırmazdı ve son zamanlarda yaşadığım gerilim yüzünden sonuçları kötü olurdu. Beni umursamadı. Cümlesini baştan aldığı yetmiyormuş gibi meydan okurcasına gözlerime bakıyordu. Gelirken canına susamış olmalıydı.
''Benden para kabul etmesen de, para kazanman için yardımımı kabul edeceksin.''
Yumruklarım taş gibi oldu. Gözlerimse kırpmadan Sarı'ya baktığım için yanıyordu. Tüm hatlarımın gergin olduğunu hissediyordum. Bana ne cüretle emir verirdi. O kimdi? Zor anımda yanımda olduğu için üzerimde söz hakkı olduğunu mu düşünüyordu? Ya da her zor anımda etrafımda dolaşmasını isteyeceğimi...
''Hayatını devam ettirebilmek için paraya ihtiyacın var değil mi? Öyle ya da böyle bir iş bulman gerek. Yanlış mıyım?''
Cevap vermedim. Büyük ihtimal ağzımı açtığım an yer gök inleyecekti. Tıpkı dışarıdaki fırtına gibi. Bu yüzden sessizce bu konuşmanın nereye varacağını bekledim. Cankut, oturduğu yerden öne doğru kaydı. ''Zorla sana bir iş bulduk Kurt. Onu da elinin tersiyle ittin. Hem de sadece Emirhan'ın Ablası'nın yeri diye.''
Emirhan adını duyduğum an, dişlerimi sıktım. Tepkisiz kalmak gittikçe zorlaşıyordu. ''Ayşin'in yardımını kabul etmedin. Bırak ben yardım edeyim.'' İşte şimdi, tanıdığım, bildiğim adam karşımdaydı. Ses tonundan, duruşuna kadar Cankut'tu ve bu hali üzerimde bıraktığı etkiyi azalttı. Yine de gardını düşürmeyen sinir, bir panter gibi Sarı'nın üzerine atlamaya hazırdı.
''Tamam. Babamı işe karıştırmayacağım ama bırak annem yardım etsin.''
Cankut, ilk kez annesinden bahsediyordu. Annesi ne iş yapıyordu ki bana yardım edecekti? ''Çevresi geniştir. Sorar soruştururuz. Başka bir ajans buluruz rehberlik yapmak için.'' Nedense bu işin içinde başka bir iş olduğunu hissediyordum. ''Hemen hayır deme. Düşün,'' diyerek ayağa kalktı.
''Aç mısın?''
Neredeyse bir günden fazladır yemek yememiştim. Midemdeki ağrıyı ilaçlara yorsam da, sanırım açlık sinyalleriydi ve sık sık olmaya başlamıştı. Toparlanmam gerektiğini düşünürsek bir organımın daha sorun çıkarmasına izin veremezdim. Başımı olur anlamında salladım.
''Makarna?''
''Takıl kafana göre,'' deyip kumandaya uzandım. O sırada telefonuma gözüm ilişti. Aklıma gelen düşünceyle kaşlarım çatıldı. ''Sarı.'' Tam kapı eşiğinde yakaladığım Cankut omzunun üzerinden bana doğru 'Ne oldu?' der gibi baktı.
''Ben uyurken odama mı girdin?''
Kaşlarını çattı. Başını hayır anlamında sallarken tamamen bana doğru döndü. ''Ne oldu ki?''
''Biri telefonumu kurcalamış.''
Bilmiyorum der gibi alt dudağını sarkıttı. Daha sonra bir şey hatırlamış gibi ''Aaa,'' dedi. ''Ablasıyla ilgili bir şey sormak için Ayşin yanına geldi ama.'' Duraksadı. Kafasında bir şeyler ölçtü tarttı. ''Gerçi uyuduğun için hemen geri döndü. O kurcalamamıştır.'' Cankut bilmediğini belli ederek omuz silkti ve dönüp mutfağa gitti. Bense, hala oradaymış gibi bakmaya devam ettim ama aklen orada değildim.
Yer fıstığı... Kim bilir aklından neler geçiyor?
* * *
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ŞAH MAT (TAMAMLANDI) +18
Roman pour AdolescentsMerhaba! Eğer bu satırları okuyorsan, senin bir yerlerden dikkatini çekebilmişiz demektir. Şu anda girdiğin bu kitap, 2016 yılında Watty birincilik ödülünü kazanan ve çıktığı ilk andan itibaren çok satanlara giren üç kitaplık seriyi kapsamaktadır; Ş...