AYŞİN
Deja vu...
Bu anı daha önceden yaşamışlık hissi, beynin bir oyunudur. Peki ya gerçekten bu anı daha önceden yaşamışsam?
Bedenim uyuşuk, ruhum yorgundu. Belimin olduğu kısımda mutlak bir kesik hissi vardı, sanki kalbim orada atıyormuş gibi zonkluyordu. Ameliyat, ameliyat mı olmuştum? Nasıl? Beynim öylesine bulanıktı ki, hiçbir şey hatırlayamıyordum. Duyduğum sesler ve tanıdık mide bulandırıcı koku sayesinde hastanede olduğumu anlamıştım. Peki, buraya nasıl gelmiştim? Düşünmeye çalıştım, en son nerede olduğumu hatırlamak için kendimi zorladım. Başım daha fazla ağrımaya başladı. Görüntüler ışık hızıyla gözümün önünden geçti, hiçbirini göremedim. Sadece bir yüz beynime kazınmıştı. Uraz'ın yüzü...
Gözlerimi açmak istedim. Birkaç kere çabaladım ama değil gözlerimi açmak aralayamamıştım bile. Nefes almaya bile takatim yoktu. Alev alev yanıyordum, bu ateş dilimi damağımı kurutmuştu. Yutkunmak bile acı veriyordu. Saçlarımda bir elin dolaştığını hissettim, dokunuşu o kadar çekingendi ki aklımda tek bir kişi belirdi.
"Uraz."
Fısıltıyla dudaklarımdan dökülen isim saçlarımdaki elin duraksamasına neden oldu. O muydu? O olmalıydı. "Uraz." diye tekrarladığımda el saçlarımdan tamamen uzaklaştı. Gidiyordu, gitmesini istemiyordum. Tüm sorularımın cevabını o verebilirdi. Gücüm olsa saçımdan uzaklaşan elini yakalardım ama parmağımı bile kıpırdatacak halim yoktu. Gözlerimi son gücümle araladım. Etraf o kadar bulanıktı ki, karşımdaki kişinin kim olduğunu bile çözemiyordum. Birkaç kere gözlerimi kapatıp açtım. Görüşüm biraz daha netleşirken Emirhan'ın kaşlarını çatarak bana baktığını gördüm.
"Emirhan"
Üç hecelik kelime bile nefes nefese kalmama neden oldu. Emirhan başucumdan aldığı bir bardak suyu pipetle içmeme yardım ederken onu daha yakından inceleme fırsatı buldum. Berbat görünüyordu; yüzü yara bere içinde ve şişti, özellikle de burnu. Gözünün teki kısılmıştı ve göz kapağı mosmordu. Kaşındaki bandaj ve üzerindeki minik bir nokta halindeki kan kaşının patladığını gösteriyordu. Kim dövmüşse, öldürmek istemişti.
Nefes almaya çalışırken pipeti dudaklarımdan çektim. "Ne oldu sana?" diye sorduğumda bardağı aldığı yere koyup yanımdaki sandalyeye oturdu. "Az önce adını sayıkladığın adama sorarsın." dedikten sonra gözlerini üzerimde dolaştırdı.
"Bu hale gelmene neden olan adama."
Kaşlarımı çatma çabam başımın gerginliğiyle başarısız sonuçlanırken "Uraz'a mı?" diye sordum. Bu halde olmamın onunla ne ilgisi vardı? Bir an aklımda geçmişten birkaç kesit belirdi. Beşiktaş'ın maçındaydık, hatırlıyordum. Çarşı grubuna doğum gününü kutlatmak için yaptıklarımı, Uraz'ın buna bedel gülümsemesini. Sonra ne olmuştu? Tuvalete gitmiştim. Ellerimi yıkarken arkamda biri belirmişti. Bir bayan. Ağzıma bastırdığı şeyle çırpındığımı, sonra da etrafın karardığını hatırladım ve gözlerimi burada açtım. Arada geçen zamanda ne olduğunu bilmiyordum, büyük ihtimal böbreklerimle alakalı bir sorun olmuştu ama beni bu hale getiren kişinin Uraz olmadığına emindim.
"O yapmadı."
Şaşkınlık ve öfke karışımı bir ifadeyle bana bakan Emirhan "O yaptı demedim, bu hale gelmene neden olan adam dedim. Yapanı zaten biliyorum, daha doğrusu yaptıranı." deyince "Kim?" diye sordum. Tıpkı sahildeki gibi bakıyordu, bu tanıdığım Emirhan değildi. Saf öfke bedenini ele geçirmiş gibi duruyordu. İntikam için yanıp tutuştuğu her halinden belliydi.
"Uraz'ın babası, Oktay Kurt."
Doğru duymuş olabilir miydim? Uraz'ın bir babası mı vardı? Yetimhanede büyümüştü, ailesi yoktu. Varsa bile Uraz'ın bundan haberi yoktu, yoksa var mıydı? Yine de ben o kadar yakınındayken bunu bilmiyorsam, Emirhan nasıl bilebiliyordu?
"Yalan söylüyorsun."
Sinirle gülümseyen Emirhan "Neden? Yoksa Çemberin Efendisi sana kimsesiz olduğunu mu söyledi?" dedi. Zaten kafam allak bulaktı. Emirhan'ın söyledikleriyle iyice karışıyordu ve ne tepki vereceğimi şaşırıyordum. Çemberin efendisi olduğunu biliyordu. O zaman az önceki olayda gerçek olabilir miydi? Uraz'ın bir babası vardı ve hayattaydı. Peki, benden ne istiyordu? Kafamdaki tüm soruların cevabını bir kişiden öğrenebilirdim.
"Uraz nerede?"
"Ayşin."
Tanıdık bir ses kulaklarıma çalındığında bakışlarımı kapıya çevirdim. Babam heyecanla odaya girerken "Emirhan doktora haber verdin mi?" diye sordu. Başını hayır anlamında sallayan çocuk "Hemen veriyorum." diyerek odadan ayrılırken babam üzerime eğildi. "Kızım." Saçlarımı okşarken yüzündeki gülümseme gözlerinden süzülen birkaç damla yaşla gölgelendi.
"Baba."
Ağlamamasını belli eden bakışlarıma "Mutluluktan." diye cevap verince hafifçe gülümsedim. Uzanıp alnımı öptü, bir süre dudaklarını alnımdan çekmedi. "Şükürler olsun." diye fısıldadıktan sonra tekrar alnımı öpüp benden uzaklaştı. "Bana ne oldu?" diye sorduğumda saçlarımda elini dolaştırmaya devam ederken "Konuşacak çok vaktimiz var." dedi. "Şimdi dinlen."
O sırada Özcan Bey ve bir hemşire odaya girdi. "Bakıyorum uyuyan güzelimiz, uyanmış." Hafifçe gülümsedim. Hemşire makinaları kontrol ederken, doktor tam karşımda durdu. Yüzündeki rahatlamış gülümsemeyle "Aramıza hoş geldin Ayşin." dedi. Zar zor yutkunurken "Ne oldu bana?" diye sordum. Babam "Ayşin, ne anlaşmıştık biz?" diye uyarırken gözlerimi doktordan ayırmadım. Özcan Bey bakışlarını babama çevirdiğinde "Lütfen" dedim. "Kafamda yeterince soru var, bilmem gerekiyor."
Doktor, babama 'Başka çaremiz yok.' der gibi baktıktan sonra derin bir nefes aldı. "Buraya geldiğinde ölmek üzereydin, böbreklerin tamamen iflas etmişti." derken "Neden?" diyerek sözünü kestim. "Vücuduna yüksek dozda uyuşturucu aldığını hatırlamıyor musun?"
"Ne?!" diye bağırmamla bandajın altından yayılan ağrı nefesimi kesti. Gözlerimi acıyla kapatırken elimi nerdeyse tüm belimi kaplayacak olan bandajın üzerine bastırdım. Telaşlı birkaç ses "Ayşin." dediğinde zar zor "İyiyim." dedim. O kadın bana uyuşturucu mu vermişti? Uraz'ın babası neden böyle bir şey istesin ki? Gözlerimi açıp zar zor nefes alırken "Lütfen devam edin." diye fısıldadım. Bir an önce olanları öğrenmeli ve Uraz'la yüzleşmeliydim. Doktor ve babam endişeyle birbirlerine bakarken "Sonra ne oldu?" diye sordum.
"Birkaç gün yoğun bakımda kaldın. O sırada para ve organ vericisi arandı. Parayı bulmakta zorlanınca hastaneyle konuştum ve onlar masrafları karşılamayı kabul etti. Uraz'la da dokularınız uyunca-"
Bu sefer nefesim kalbimin çarpmasından kesildi. "Uraz böbreğini bana mı verdi?" diyerek doktorun sözünü kesince, adam başını evet anlamında salladı. Bir anda tüm bedenime elektrik verilmiş gibi titredim. Bana böbreğini vermişti ama ortada gözükmüyordu. Gözlerim sulandı. Nasıl olduğunu sormak istiyordum ama sözcükler boğazımda düğümlendi. Ya ona bir şey olduysa? Ya annem gibi onu da kaybedersem? Ya benim yüzümden ölmüşse?
"Hey" diyerek beni düşüncelerimden ayıran Özcan Bey yanağıma dokundu. Onun bu babacan hallerini çok seviyordum. "Ameliyatınız çok başarılı geçti. Senin vücudun böbreği kabul etti, Uraz'da hemen yoğun bakımdan çıktı. Hatta hastaneden de çıktı." Sesi birden sitemli bir hal alırken titrek bir nefes aldım. "Şimdi nerede?" diye sorduğumda elini yanağımdan çekip cebine sokan Doktor "Yoğun bakımda." dedi. Kaşlarım çatılırken "Hani çıkmıştı." deyince "O tüm dikişlerini patlatarak hastaneye dönmeden önceydi." dedi. Dehşetle iç çektim. Hastaneden mi kaçmıştı? Dikişlerinin hepsini nasıl patlatmıştı?
"Onu görmem lazım."
Dirseğimin üzerinde yataktan doğrulmaya çalışmam acının tüm bedenimi kenetlemesiyle son buldu. Dudaklarımı inlememek için birbirine bastırırken "Ne yapıyorsun Ayşin?" sorularını yeni duyuyordum. Nefes nefese eski pozisyonumu aldım. "Sanırım Uraz böbreğiyle beraber sana birkaç özelliğini de vermiş. Düşüncesiz hareketler sadece iyileşme sürecini uzatır Ayşin. O yüzden şimdi yat ve sadece dinlen. Zamanı geldiğinde Uraz'ı görürsün."
"Her şey normal Özcan Bey."
Hemşirenin cümlesiyle başını tamam anlamında sallayan Doktor "Direnleri çıkarabilirsiniz." dedi ve bana doğru baktı. "Söylediklerimi sakın unutma." Başımı tamam anlamında sallarken içeridekilere göz gezdirip "Geçmiş olsun." dedi.
Doktor odadan çıkarken Hemşire babamlara bakarak "Sizi biraz dışarı alabilir miyim? Hastanın direnlerini çıkartacağım." dedi. Babam alnımda öpüp "Kapının önündeyim." dediğinde başımı tamam anlamında salladım. Yürümeye başladığında Emirhan'ın kapının pervazına yaslanmış beni izlediğini gördüm. Aklımdaki söyledikleri belirdi ama şu anda onlardan daha ağır basan bir duygu ruhumu ele geçirmişti. Onun iyi olup olmadığını görmeliydim.
Hemşire kapıyı kapatıp yanıma geldi. Gülümseyerek "Biraz acıyacak ama daha sonra rahatlayacaksın." diyerek üzerimdeki yorganı çekerken elini tuttum. Sıcacık elleri, buz kütlesi dokunuşumla gerilirken bakışlarını bana çevirdi. "Bana yardım etmen lazım." Az önceki içten gülümsemesi yavaşça soldu. Sorgulayıcı bir ifadeyle bana bakarken "Uraz'ı görmeliyim." diye devam ettim.
"Ayşin Hanım, Özcan Bey'in izni-"
"Lütfen, iyi olduğunu görmeye ihtiyacım var."
Kız bana bakıyor ama başka bir şey düşünüyor gibiydi. Sıcak ellerini biraz daha sıktım. Düşüncelerinden ayrılır gibi silkelenirken "Yalvarırım. Sadece bir dakika." diye fısıldadım. İç çatışması bir süre daha devam eden Hemşire "Önce şu direnleri çıkaralım." dedi. "Daha sonra ne yapacağımıza bakarız."
* * *
Zaman geçmek bilmiyordu; her dakika bir saat, her saat koca bir gün gibi uzuyordu. Saatlerdir hemşirenin gelip beni bu odadan çıkarmasını ve Uraz'a kavuşturmasını bekliyordum. Aklımda türlü türlü senaryolar geçiyordu. En ağır basanı ise Uraz'a bir şey olduğu ve beni o yüzden yanına götürmedikleriydi.
Tüm bu korkularım yetmiyormuş gibi bir de babamların bunaltıcı ilgisi beni boğmaya başlamıştı. Gözlerimi kapattım, hemşire gelene kadar uyuma taklidi yapmaya karar verdim ama damarlarımda dolaşan ilaçlar yüzünden bu işimi zorlaştırıyordu. Biraz sonra uykunun kollarına kendimi tamamen teslim edeceğimi hissederken kapı açıldı. Tanıdık bir ses "Uyudu mu?" diye fısıldadığında gözlerimi fal taşımı gibi açıp "Hayır." dedim. Babam bu tepkim karşısında irkilirken "Bizi kandırıyormuş." dedi. Sevimli bir şekilde gülümsemeye çalışırken hemşire tekerlekli sandalyeyle içeri girdi. "Ultrasona gidip böbreğini kontrol edeceğiz." deyince zamanın geldiğini anladım. Babamın yardımıyla yataktan doğruldum. Acıdan ter içinde kalmıştım. Soluk soluğa tekerlekli sandalyeye oturdum.
Hemşire sandalyemi iterken babam da yanımda yürümeye başladı. Panikle babama baktım. "Baba senin gelmene gerek yok." dediğimde "Olur mu öyle şey?" dedi. Onu kırmak istemiyordum ama onunla Uraz'ı göremezdim. Hemşireye yardım et der gibi bakınca gözlerini devirdi ve derin bir nefes alıp babama döndü. "Siz burada kalsanız iyi olur, Özcan Bey'in sizinle konuşmak istediği bir konu vardı." Babam direnecek gibi duruyordu. Bir şey yapmalıydım. "İyiyim ben baba, hemen geleceğim zaten." dediğimde 'Emin misin?' der gibi olan bakışlarını es geçip Hemşireye döndüm. "Gidelim mi artık?!"
Odadan çıktık. Asansöre binip birkaç kat indikten sonra Ultrason yazan kapının önünde durduk. Kaşlarım çatılırken "Sen böbreğini kontrol edeceğiz derken ciddi miydin?" diye sordum. Başını evet anlamında sallayan kıza öfkeyle "Hani Uraz'ı görmeme yardım edecektin!" diye bağırınca sesim koridorda yankılandı. Birden ameliyat yerim sızlarken yüzümü buruşturup elimi böbreğime bastırdım. "Şş!" diyerek susmamı söyleyen kız "Dikkatleri üzerimize çekmemek için uğraşıyorum sen avaz avaz bağırıyorsun. Uraz'ı görmek istemiyor musun?" diye sordu. Başımı istiyorum der gibi sallayınca "O zaman beni daha fazla zor duruma sokma ve sus. Sus ultrason filmini çektirelim, sonra seni yoğun bakıma sokacağım." dedi.
Bu kadar bekledim, birkaç dakika daha bekleyebilirdim.
Ultrasondaki işimiz beklediğimden daha hızlı biterken soluğu yoğun bakımda aldık. Hemşire o kadar gergindi ki ister istemez bende gerilmiştim. Alt tarafı yoğun bakıma girmeme yardım edecekti, sanki görevimiz tehlike.
"Çok vaktimiz yok." diyerek kapıyı açan kıza başımı tamam anlamında sallarken sırtı bana dönük olan Uraz'ı gördüm. Onu hastane kıyafetleriyle ve hareketsiz görünce kısa bir an nefesim kesildi. Kendimi bu halde görmeye alışıktım ama onu, savunmaz duruşunu gördüğümde böyle hissedeceğimi düşünmemiştim. Gözlerim bağlı olduğu makinalarda gezindi. Hemşire beni yavaşça Uraz'ın yanına doğru iterken titrek bir nefes aldım. Onu görmeye hazır değildim. Başımı önüme eğdim, kenetlenen ellerime baktım. Hemşire durduğunda derin bir nefes aldım.
"Birazdan gelir seni alırım."
Başımı tamam anlamında sallarken hemşire yanımdan ayrıldı. Kapının kapanma sesiyle gözlerimi kapattım. Daha fazla onunla yüzleşmekten kaçamazdım. Sesli bir şekilde doluk verip gözümü açtım ve başımı kaldırıp Uraz'a baktım. Yüzünü gördüğüm an çığlık atmamak için ellerimi dudaklarıma bastırdım. Gözlerim yanmaya başladı. Onu en son bu halde gördüğümde, dövüşmüştü. Yoksa bu halde dövüş için mi hastaneden kaçmıştı? Neden?
Ellerimi tekerlekli sandalyenin kollarına koydum. Titreyen kollarımdan destek alarak ayağa kalkarken inlememek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Canımın yanmasını umursamadan ufak adımlar atarak Uraz'ın yatağının kenarına tutundum ve yavaşça oturdum. Şu ufacık mesafe bile ömrümden en az 5 – 10 yıl götürmüştü.
Ağır hareketlerle Uraz'a döndüm. Gözlerimi üzerinde dolaştırdım. Yüzünde sabitledim. Vicdanımın attığı koca tekme canımı o kadar yakmıştı ki gözlerim buğulandı. Benim yüzümden buradaydı, hayatına benim yüzümden eksik devam edecekti. Morarmış teninde ellerimi dolaştırmak için uzattım ama belimdeki gergin deri buna izin vermedi. Tek elimi bandajın üzerine bastırırken boştaki elimi Uraz'ın elinin üstüne koydum. Benimkinden farksız ısısıyla elinin üzerini ovalarken gözümden bir damla yaş süzüldü.
"Uyan Uraz. Üzerimdeki sen lekelerinin geçmesini istemiyorum. Aç gözünü..."
*
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ŞAH MAT (TAMAMLANDI) +18
Teen FictionMerhaba! Eğer bu satırları okuyorsan, senin bir yerlerden dikkatini çekebilmişiz demektir. Şu anda girdiğin bu kitap, 2016 yılında Watty birincilik ödülünü kazanan ve çıktığı ilk andan itibaren çok satanlara giren üç kitaplık seriyi kapsamaktadır; Ş...