Son Oyun - 8. Bölüm

181 11 0
                                    

Yetişkin içerik içerir. Lütfen onu bilerek bölümü okuyun :)

URAZ

"Sen yanında olduğun için aklım rahat oğlum."
Alt tarafı üzerimi değiştirmek için geldiğim odada, bir cümlenin ağırlığı yüzünden saatlerimi harcamıştım. Telefonların ardı arkası kesilmemişti ama zamanı çalan en son konuştuğum adamdı. Kızını emanet eden bir babanın, yüklediği sorumluluktan çok dilinden dökülen kelimeler benim gibi biri için fazlaydı. Kısa bir an, aynı odada kalacak olmamızı bile sorgulatacak kadar fazla. Yine de bilmediğim bir ülkede, Allah'ın unuttuğu yerde, tek başına kalmasına izin veremezdim. Gözümün önünde olmalıydı. Benimle kalması, diğer her şeyden daha az tehlikeliydi. Beraber kaldığımızın anlaşılmaması içinse sabah erkenden buraya dönmeliydim. Bu nedenle bavulumu almak yerine eşyalarımı yerleştirmeye karar verdim. Dağıttığım eşyalar arasından eşofmanlarımı aldım. Hızlıca üzerimi değiştirdim. Geri kalanları dolaplara yerleştirdikten sonra elimdeki ıvır zıvırları da sağa sola saçtım. Yaşanmışlık görüntüsünü tamamlamak için banyoya ilerledim. Diş fırçam ve macunumu aynanın önüne yerleştirirken yansımam dikkatimi çekti. Tüm gün kafamda olan bereden dolayı saçlarım yapışmıştı. Ellerimi saçlarımın arasında dolaştırıp, karıştırdım. Havalanan saçlarımı alıştığım şekle dönene kadar parmaklarımla taradım. Kirli sakallarımın ele gelecek kadar uzadığını fark ettim. Neyse ki tıraş takımımı getirmiştim. Kısaltma işini yarın sabaha bırakarak dişlerimi kontrol ettim. Beyazlığında bir sorun yoktu ama sigara içmeyi bıraktığımdan beri nefesimin kokusunu takıntı haline getirmiştim. Avucumun içine hohlayarak kontrol ettim. Çiğnediğim naneli sakızın kokusu burnuma doldu. Yine de işimi şansa bırakmayıp dişlerimi fırçaladım. Havluyla ağzımı kurularken tekrar aynadaki görüntümü inceledim. Elmacık kemiklerim daha da belirginleşmişti. Zayıflamıştım ve büyük ihtimal kastan kaybediyordum. Dövüşmeyecek olsam bile hantallaşamazdım. Türkiye'ye döndüğüm gibi ilk iş spora yazılacaktım.
Havluyu yerine asıp odaya döndüm. Kar yağışı hızlanmıştı. Daha da artacağa benziyordu. Bir an önce yer fıstığının yanına gitsem fena olmayacaktı. Yatağın üzerindeki montumu üzerime geçirdim. Elim bereye doğru gitti. Kısacık bir yürüyüş için saçlarımın tekrar aynı şekli almasını göze alamazdım. Sanırım atkıya da gerek olduğunu sanmıyordum. Berenin yanında duran anahtarı aldığım gibi odadan çıktım.
Beni selamlayan hava gerçekten soğuktu. Benim için bile... Ürperirken kabanımın yakalarını havaya kaldırdım. Ellerimi ceplerimin derinliklerine soktum. Hızlı adımlarla Ayşin'in odasına doğru ilerledim. Neredeyse nefes bile almıyordum. Neyse ki çok uzakta olmayan odanın girişinde bulunan küçük tünelimsi çıkma rüzgarın sert vuruşlarını azalttı. Yine de biran önce içeri girsem fena olmayacaktı.
Kapıyı tıklatıp beklemeye koyuldum. İçeride bir koşuşturma olduğunu duyabiliyordum. Kim bilir ne yapıyordu? Duymadığını düşünerek kapıyı tekrar çaldım. Derinden bir 'Geliyorum' sesinden sonra bir şeylerin yere düştüğüne yemin edebilirdim. Hafifçe kaşlarım çatılırken tekrar kapıyı çaldım. Daha yakından 'Bir dakika!' uyarısı geldi. Bir dakika onun için sorun olmayabilirdi ama zatürree eşiğinde bekleyen biri için o süre çok uzundu. Olduğum yerde hafifçe zıplayarak ısınmaya çalıştım.
Neyse ki çok geçmeden kapı açıldı. Gördüğüm kişi olduğum yere çakılmama neden oldu. Ayşin, tarz olarak ona hiç uymayan bir pijamayla karşımda dikiliyordu. Yakasına iliştirdiği tel toka büyük ihtimalle göğüslerini kapatmak içindi. Çünkü elleri sürekli orada dolaşıyordu. Yüzüne düşen bir tutam saçı kulağının arkasına atarken "Gelsene," deyip önümden çekildi. Gözlerime bakmamaya özen gösteren bir hali vardı.
"Ee bavulunu getirmemişsin."
"Orada kaldığımın düşünülmesi daha iyi olur."
Montumu çıkarıp koltuklardan birine bıraktım. "Sen ne yapıyordun?" Sorum karşısında yanakları pembeleşirken "Hiç," dedi. İçimden bir ses bu sorunun üzerine gitmem gerektiğini söylüyordu ama bu seferlik duymazdan gelmem yer fıstığı için daha hayırlı olacaktı.
"Sen ne yaptın?"
Omuz silkerek diğer koltuğa oturdum. "Hiç."
"Hiç?" diyerek beni tekrarladı. Maalesef Yer fısıtğı ben değildi ve bu konuyu deşmekte vakit kaybetmeyecekti. Soruları kesebilmek için "Birkaç telefon konuşması yaptım. Eşyalarımı yerleştirdim falan," diye ekledim. Usulca yatağın başına ilişirken düşünme sesi çıkardı. " O yüzden geç kaldın o zaman." Kimlerle konuştuğumu merak ettiğine adım kadar emindim ama her detayı bilmesine gerek yoktu.
"Acıktın mı?"
"Pek sayılmaz."
"Bir şeyler içer misin?"
"Şimdilik hayır."
"Bir şeye canın mı sıkkın?"
"O nereden çıktı?"
"Hiç."
Yine bir 'Hiç' konuşmamızı derin bir sessizliğe boğdu. Utangaçlığının arkasına saklanan gerginlik kendini göstermeye başladı. Oturduğu yerde sürekli kıpırdanıyor, ellerini göğsünün üzerindeki tokada dolaştırıyordu. "Sen iyi misin?" diye sorduğumda "Hı?" diyerek bakışlarını bana çevirdi. "İyiyim. Neden sordun?"
"Ben yokken bir şey mi oldu?"
Okyanus gözleri saniyelikte olsa büyüdü. Olmuştu. "Yoo..." Uzattığı 'O' harfi bile bir şey olduğunu belli ediyordu. Biri onu rahatsız mı etmişti? Zihnimi kurcaladım. Kendi odamda olduğum sürede dışarıdan gelen bir ses duymuş muydum? Bir bağırış, belki bir çığlık... Belli ki yakasındaki düğme kopmuştu. Biri ona saldırmış olabilir miydi?
"Bana neden öyle bakıyorsun?"
Ürkek bakışlarla beni izleyen Ayşin söyleyene kadar yüzümdeki tüm kasların gerildiğini bile fark etmemiştim. Onu daha yakından görebilmek için bir çırpıda yanına oturdum. Hafifçe geriledi. Daha fazla gitmesine izin vermemek için göğsünü gizlemeye çalışmayan elini tuttum. Kaskatı kesildiğini avucumun içindeki ufak temastan bile anlıyordum. Bakışları kaçamakta olsa bana değiyordu. Mümkün olan en sakin tonumla sorumu yineledim.
"Ben odamdayken, bir şey mi oldu?"
Başını belli belirsiz hayır anlamında salladı. Hafif bir nefes aldım. Düşündüğüm gibi bir şey olduysa söylemek istememesini anlardım. Bu nedenle onu ürkütmeden, "Biri mi geldi buraya?" diye sordum. Hafifçe kaşları çatıldı. Sanki dünyanın en saçma şeyini sormuşum gibi yüzüme bakıyordu.
"O nereden çıktı?"
"Biri sana dokunmaya mı kalktı?"
"Ne?!"
Bağırışıyla elini avuçlarımın arasından kurtardı ve ayağa kalktı. "Ne saçmalıyorsun sen Uraz?" Hali ve tavrından gerçekten saçmaladığımı fark ettim. Demek ki sadece bir aksilik yaşanmış, düğmesi kopmuştu. Peki bu kadar sinirlenmesine gerek var mıydı? Peşinden ayaklanınca yüzümü görmek için başını havaya kaldırdı. Kaşları çatık bana bakarken hala elini tokada dolaşıyordu. "Şunu yapmayı keser misin artık?"
"Neyi?"
"Göğüslerinle ilgilenmiyorum."
Çatık kaşları hafifçe gevşedi. Bu anlık bir şoktu. Kaşlarını daha da çatarken elini serbest bıraktı. "Onlar da seninle ilgilenmiyor zaten." Cümle ağzından çıkar çıkmaz saçmalığını fark etmiş olacak ki arkasını döner dönmez banyoya koştu. Ardından bakakaldım. Kahkaha atmamak için dudaklarımı birbirine bastırdım. Ta ki banyonun kapısının sertçe kapanışına kadar...
Kahkahamı da kendimi de serbest bıraktım. Yatağa sırt üstü uzandıktan sonra ellerimi başımın arkasında birleştirdim. Cam tavanın sunduğu şahane gökyüzü, geçmişime göz kırpıyordu sanki. Çocukken sahip olduğum bir avuç dolusu misket zihnimde belirdi. O ufacık cam topların içindeki renkler, aynı karşımdaki manzarayı andırıyordu. Tek farkı, misketlerin renklerini fark edebilmek için gün ışığına ihtiyaç vardı. Şu anda ise gece yarısı olmak üzereydi.
Banyonun kapısı, kapanma sesine tezat bir yumuşaklıkta açıldı. Birkaç adım sesi ve onu takip eden hışırtı seslerinden sonra tekrar kapandı. Kim bilir içeride neler karıştırıyor diye düşünürken gözlerimi kapattım. Kuzey ışıklarının yansımaları, benim karanlığımda bile belirecek güçteydi. Bir süre sonra ışıklar, misketlerime dönüştü. Misketler gıcırdayan parkelerin üzerindeki yerini aldı. Hayalet bir ipin üzerine özenle dizişim dün gibi aklımdaydı. Tıpkı misketlerimle son kez oynadığım gün gibi...
İçimde kabaran öfke, babamdan başkasına ait değildi. Sırf ayağına takıldığı için, tek tek fırlattığı cam topların tenime değişini hala hissedebiliyordum. Sanki çoktan kaybolan izler, seneler sonra bile 'Biz buradayız' diyorlardı. Canım acıyordu.
"Uraz."
Tedirgin bir sesle gözlerimi açtım. Ayşin'in bakışları sorgulayıcıydı. "İyi misin?" Yattığım yerden doğrulurken "İyiyim," dedim ve konuyu değiştirmek için fark ettiğim ayrıntıyı ortaya attım. "Üzerini değiştirmişsin." Tek kaşı havaya kalktı. Bu konu burada kapanmayacaktı. Hafifçe omuz silkerken "Külkedisine dönmek için 12'yi beklememe gerek yoktu." dedi. Yatağa çıkıp arkama uzandı. Tıpkı az önce benim yaptığım gibi, ellerini başının arkasında bağladı ve gökyüzünü izlemeye koyuldu.
Sessizdi.
Bu tek bir şeyin varlığını gösteriyordu: kırgınlık. Onu taklit ederek yanına uzandım. Rahatsız olmadığını biliyordum, hatta hoşuna gittiğine yemin edebilirdim. Yine de hafifçe kıpırdanıp aramıza kırıntı kadar bile olsa mesafe koyması kafamı karıştırıyordu. Bu kadar kırılacağı ne söylemiş olabilirdim ki?
O farklıydı. Göğüslerine bakmamam hoşuna gitmeliydi. Bir an nefes dahi almayacak şekilde duraksadım. Yoksa onu görmemi mi istiyordu? Her anlamda...
Başımı Ayşin'e doğru çevirdim. Yüz hatları minyatür bir heykeli andırıyordu. Burnu, usta bir heykeltıraşın elinden çıkmış olmalıydı. Teni kusursuzdu. Beyazlığına eklenen ince, kılcal damarlar bile güzelliğini gölgeleyemiyordu.
O özeldi.
"Herkes prensesleri sever."
Başımı tekrar gökyüzüne çevirdim. Ayşin'in de bana doğru döndüğünü göz ucuyla görüyordum. "Önemli olan külkedisinin içindeki güzelliği görmekte." Kısa bir an kirpiklerini dahi kırpmadı. Sessizce beni izledi. Daha sonra tekrar gözlerini gökyüzüne çevirdi.
"Sence ben güzel miyim?"
Sorusu karşısında kaşlarım çatıldı. İlk kez bana böyle bir soru soruyordu. Hem de bu kadar açık yüreklilikle... Peki ama neden? Onu beğenmediğimi mi düşünüyordu? Yoksa...
"Bu soru benim için mi? Genel mi?"
Tekrar bana doğru başını çevirdi. "Fark eder mi?" Bu sefer bende başımı ona doğru çevirdim. Bir an gözümün önünde diyaliz makinasına bağlandığı gece belirdi. Yan yana yatışımız, kulağımızı dolduran müzik ve makine sesleri ve hanımeli kokusunun yoğunluğu... O zamanda bana böyle bakıyordu. Tek farklı o zaman enerjisi yoktu, şu an ise enerjisini emen şey, göreceli bir konuydu. "Etmez mi?" Hafifçe kaşlarını çatarken nefesini sıkıntıyla dışarı üfledi. "Neden bu kadar zorsun?"
"Hayatında kolay kelimesi bulunmayan birine mi bunu soruyorsun?"
"Peki," diyerek bana doğru dönüp yan yattı. Tek kolunu başının altına yerleştirdi. "Neden bu kadar zorluyorsun?"
"Neden kolaylaştırayım?"
"Alt tarafı bir soru."
"O zaman cevap neden senin için bu kadar önemli?"
Yanaklarını şişirerek nefesini dışarı üfledi. "Gerçekten gıcıksın." Sitemle kendini geriye itti ve yine sırt üstü yatma pozisyonunu aldı. Milimetrik bir tebessüm dudaklarımın kenarına yerleşti. Çatık kaşlarının titreyişi bile öyle eşsizdi ki...
"Kolay olan şeyler değersizdir."
Bende tekrar gökyüzünü izlemeye koyuldum. "Ve her zaman ilk vazgeçilen, kolay ulaşılanlardır." Bakışlarımla kuzey ışıklarını işaret ettim. "Mesela bu ışıklar, Türkiye'de görülüyor olsa, hayallerin arasına girer miydi? Ya da sürekli görüyor olsan güzelliğini fark eder miydin?" Başımı bakmaya doyamadığım kıza çevirdim. Gökyüzünü incelemek yerine beni izlemeyi tercih ettiğini o an fark ettim. Gözlerinin donukluğundan anladığım kadarıyla da, söylediklerimi düşünüyordu. Ona baktığımı gördüğü ansa, göz bebeklerine sanki can taşındı.
"Sorduğun soruya cevap verdiğimde mi mutlu olursun yoksa hiç beklemediğin anda duyduğunda mı?"
"Ne cevap vereceğine bağlı."
"Bence ne söyleyeceğimi biliyorsun."
Başını belli belirsiz hayır anlamında salladı. Gözlerinde beni selamlayan duygu hoşuma gitmemişti. Gerçekten onu güzel bulmama ihtimalimi düşünüyordu. Az önceki olaya da bu yüzden takılmış olmalıydı ve sanırım şu an vereceğim cevabı duymaya ihtiyacı vardı. Dirseğimin üzerinde doğruldum. Gözleri yavaşça benim göz bebeklerime doğru kaydı. Parmak uçlarımı değdi değecek bir mesafede teninde dolaştırdım. Çenesine, dudaklarına, burnuna, kirpiklerine, alnına dokunduğumu hayal ettim. Söylemek istediğim tüm cümleler zihnimde dolanıyordu ve ben hangisini ilk olarak söylemem gerektiğini bilmiyordum. Alnıyla saçlarının buluştuğu çizgiye geldiğimde duraksadım. Yatak örtüsüne dağılmış bir şekilde duran sarı saçlarının her bir teline göz gezdirdim. Sanki altın suyuna bandırılmışlar gibi parlak ve eşsizlerdi. Yer fıstığının nutku tutulmuş bir halde bana baktığını fark ettim. Pembeleşmiş yanaklarına uyumlu dudakları hafifçe aralanmıştı. Gözleri bir başka bakıyor gibiydi ama aklından ne geçtiğini çözemiyordum. Alıp verdiği nefes avucumun içinden bileklerime doğru kayıyordu ve bu temas kalp ritmimi düzensizleştirmeye yetiyordu. Son zamanlarda fazla haşır neşir olduğum dürtü, içimdeki kurdu ele geçirmek üzereydi. Ayşin'in beni izlediğini bildiğim için de, içimdeki bu arzuyu gözlerime yansıtmamaya çalıştım.
"Yer fıstığı..."
Kafamı toparlamaya, nereden konuya gireceğimi bulmaya çalışıyordum. Bir anda zihnim boşaldı. Ayşin hafifçe doğrulup beni öpmüştü ve hala öpebileceği bir mesafede, mest edici gözleriyle bana bakıyordu. İtiraf etmem gerekiyordu ki, cesareti öpüşünden daha çok etkilemişti. İçimdeki kurdun uluması, ufak bir inilti şeklinde dudaklarımın arasından kaçtı. Birbirimize çok yakın durduğumuz için dudaklarını göremiyordum, ama göz kenarlarının kırışmasından gülümsediğini anlamıştım. Yer Fıstığı, iniltiyi yakalamak istercesine dudaklarını benimkilere bastırdı.
Yine.
Yavaş yavaş, acele etmeden, tüy gibi hafif hareketlerle beni öpüyordu. İnce, küçük parmakları boynumdan enseme doğru kaydı ve kendi tekrar yatağa uzanırken beni de üzerine doğru çekti. Hafifçe dudaklarımı yalıyor, dişlerini değdiriyor, dudaklarını dudaklarımda gezdiriyordu. O kadar şaşkındım ki düşünmeyi geçtim karşılık bile veremiyordum. Acemi bir çocuk gibi, elimi kolumu nereye koyacağımı bilemedim. İçimde uyandırdığı yoğun ihtiyaca teslim olmamak için elimden geleni yapıyordum ama dokunuşları... Patlayıcı hatta şehvet dolu teması sağduyumu kaybetmeme neden oluyordu. Hafifçe saçlarımı çekmesiyle inledim.
"Ayşin!"
Sesim, benim bile yabancı olduğum bir tonda çıktı. Oysaki sadece uyarmayı düşünmüştüm. Dudakları boynumda, daha sonra da kulak memelerimde dolaşmaya başladı. Geçtikleri yerlerde minik ürpertiler yaratıyordu. Kulağımın arkasına doğru fısıldarken gülümsediğini hissettim.
"Kurt."
Damarlarımda dolaşan tüm kan, bir anda çekilmiş gibi kaskatı kesildim. Hafızamın karanlık kuytularında silik bir anı ışıldadı. Bunu sağlayan sadece bir telaffuzdu. Yüzünü anımsayamadığım ama yaşananları dün gibi hatırlamama neden olan o kadının sesi... "Uraz."
Yanaklarımda hissettiğim baskı beni gerçekliğe döndürmeye zorladı. Gözlerimin ilk fark ettiği detay, birkaç dakika içinde fırtınaya yakalanacak gibi duran bir okyanustu. Az önceki cesur, cüretkar kız nereye kaybolmuştu?
"İyi-"
Teması dikkatimi dağıtsa da hala kafamın içinde o ses yankılanıyordu. Daha fazla konuşması, onun için tehlikeliydi. Bileklerini yakalamamla sustu. Yüzündeki anlık değişim, canının acısını gösteriyordu. Ellerini yanaklarımdan uzaklaştırdığım gibi bileklerini serbest bıraktım. Oyalanmadan yanından kalktım ve yatağın ayakucunda duran koltuklardan birine oturdum. Ayşin'le göz göze gelmek istemiyordum. Hayal kırıklığını şu anda kaldırabilecek güçte değildim. Neden böyle olduğumu dillendirecek cesarette hiç değil...
Odayı yoğun bir sessizlik kapladı. Sanki sonsuza kadar sürecekmiş gibi geldi. Ta ki ufak burun çekişleri duyana kadar... Yanımdaki hareketlenmeyle başımı Yer fıstığı'na çevirdim ama sadece banyoya girişini görebildim. Kapı şaşırtıcı bir şekilde yavaş kapandı. Fakat ardından gelen kilit sesi, sanki yüzüme çarpılmış gibi hissettirdi. Ayaklandım. Banyoya doğru ilerlerken çekilen burnun ağlamadan kaynaklı olduğunu anladım. Bağırmıyordu, haykırmıyordu ama ağlıyordu. Sessiz ve içine...
Canı yanıyordu ve belli ki bu fiziki bir şey değildi.
Kırgındı.
"Ayşin."
Kapıyı tıklatırken seslenmeyi ihmal etmedim. "Kapıyı açar mısın?" Sesimi kontrol etmek neden beni bu kadar zorluyordu? "Hadi." Cevap vermedi. Fakat kapının ardındaki sesler her şeyi ele veriyordu. Beni zorlayacaktı. Büyük ihtimal az önceki tavrımın nedenini öğrenmeden de normale dönmeyecekti. Bu tatil onun için çok önemliydi. Ağlayarak heba etmesine ve anılarında hatırlamak istemediği bir köşeye terk etmesine izin veremezdim. Ne olduğunu anlatmalıydım. Peki ya nereden başlayacaktım?
Tıpkı onun gibi yere oturdum ve sırtımı kapıya dayadım. Aramızda her anlamda örülü duvara rağmen sessizliği doldurma ihtiyacı duymadım. Bir ahşap parçasından kalp atışlarını hissedebilmek için nefes bile almıyordum. Başımı geriye doğru yasladım. Gözlerimi kapattığım an karanlıkta beliren sahne midemi bulandırıyordu. Tek bir kelime dudaklarımdan dökülse, içimdeki tüm yaşanmışlıkları kusacağımı biliyordum.
Peki bunu gerçekten istiyor muydum?
"5-6 yaşlarındayım."
Merhametsiz ses tonum, duygularıma öyle dolanmıştı ki, çözebilmek için boğazımı temizlemek zorunda kaldım. Öfkem zihnimi sarmaya başlıyordu ve biraz daha oyalanırsam iş işten geçecekti. Ayşin'in gözyaşlarının yankısını bastırabilmek için sesimi olabildiğince yükseltmeliydim. "Annemin yaşarken her gün ölümü tattığı zamanlardan bahsediyorum. Yaşım küçük diye yanımda rahatça bağıran, kavga eden, nasılsa unuturum diye hırpalamaktan çekinmeyen, tekme tokat annemi döven ve bunu izlememden zevk alan bir şerefsizle aynı çatının altında yaşadığımız zamanlar..." Ağzındaki iğrenç tattan kurtulmak istiyormuş gibi her kelimeyi tükürüyormuşcasına telaffuz etmiştim. "O gece... Saati hatırlamıyorum ama uyandığımda havanın kararmış olduğunu anımsıyorum. Başucumdaki gece lambasının loşluğunun yüzüme çarptığını, içeriden gelen sesleri, benim yatakta oturmuş annemi çağırırken ki çaresizliğimi... " Derin, sıkıntılı bir iç çekmek için sustum. Ben susunca ortam yine matem havasındaki sessizliğe büründü. Artık Ayşin'in burun çekişlerini duyamıyordum ama onun beni duyduğuna inanmak istiyordum. "Bir süre bekledim. Gelen giden olmadı. Çocuktum ama bir terslik olduğunu hissetmiştim sanki. Yataktan kalkıp parmak ucunda odamın kapısına ilerlemiştim. Karanlık koridorun ortasındaki bir kapı aralıktı ve sarı ışık, arsızca benim odama doğru uzanmıştı. Biliyor musun Yer fıstığı, o koridordaki parkelerinin bazıları gıcırdardı ve ben hangileri olduğunu adımdan daha iyi bilirdim." Burukça gülümserken "Bilmek zorunda bırakılmıştım," diye ekledim. "Babamın evde olduğu günlerde kendime bir oyun bulmuştum. Evdeki varlığımı hissettirmeme oyunu... Gıcırdayan parkeye basarsam, kaybediyordum. Cezam babamın öfke durumuna göre değişiyordu ve ben o oyunu kaybetmemeyi öğrendim." Bunu sesli olarak söylemek hala ağzımda acı bir tat bırakıyordu. "Ve o gece, yine oyun oynamıştım. Duyduğum sesler, bana kaybetme şansımın olmadığını fısıldamıştı. Çünkü seslerden biri babama aitti. Adım adım. Parmak ucunda ilerleyerek ışığın kaynağına yaklaştım. Aralık kapının kör noktasına geldiğim an ise, donakalmıştım. Gördüklerim ve duyduğum o hitap şekli..."
Kilit ve kapı aynı anda açılırken hafifçe geriye doğru sendeledim. Ayşin kapıyı hafifçe araladı. Yaşadıklarımın gerçekliği onu derinden sarsmış gibi görünüyordu. Ağlamaktan kan çanağına dönmüş gözleri, hayatım boyunca kimseye izin vermeyeceğim bakışlara sahipti. Hoş, ben bile çocukluğuma acıyorken, başkasının acıması kadar doğal bir şey yoktu.
"Annem ölene kadar her gece devam etti." Yer fıstığının bakışlarından bir nebzede olsa kaçmak için, sırtımı kapı eşiğine yasladım. Beni izlediğini bilmek bile konuşmamı zorlaştırıyordu. "Kadınlar farklıydı ama babama seslenişleri aynıydı. 'KURT'" Adeta gürledim. Sesim daha önce nadir olarak duyduğum biçimde öfke doluydu. Bu için için kaynayan bir öfkenin, hiddetin, tiksinmenin sesiydi. Ayşin'in irkildiğini fark edince bakışlarımı ona doğru çevirdim. Tedirgin görünüyordu ama ne olduğunu tam olarak öğrenmeden de pes edecek gibi durmuyordu.
"Soyadımdan iğrenmeme neden olan o sesler, gün geldi beni Çemberin Efendiliğine taşıdı. Dövüşlerde neden bana bu şekilde seslenmelerini istiyordum sanıyorsun? Nefret, en güçlü beslenme şekillerinden biridir Yer Fıstığı."
Sessizce yutkundu. Konuşmuyor ama belli ki söylediklerimi düşünüyordu ve kendini suçladığı gözlerine yansımıştı. Zaten tüm bu tantana kendini suçlamasın diye değil miydi? "Yer fıstığı," diyerek ona doğru döndüm. Kucağında birleştirdiği ellerini tuttum ve parmaklarına daha fazla işkence etmesini engelledim. Öfke hala damarlarımda dolaşsa da sesimi mümkün olduğunca gönül alıcı tonda çıkarmaya çalıştım. "Az önce seslenişin, beni o gecelere götürdü. Ben o hitap sesini duymamak için, bu yaşıma kadar, hiçbir kadını kendime yaklaştırdım. Hani bana dokunulmasını sevmiyordum ya," deyip ufacık bir tepkisini kaçırmamak için gözümü kırpmadan Ayşin'e baktım. Başını milimetrik hareketlerle bildiğini belli edercesine salladı. Bundan cesaret alarak "Hayatımın hiçbir anında, ben birinin bana dokunmasını bu kadar isteyeceğimi hayal edemezdim," diye devam ettim. Başını kaldırdı. Ağzından çıkan tek ses, bir şaşkınlık nidasıydı ve dakikalardır gergin olan havayı saniyeler içinde dağıtmaya yetmişti. Onun bu çocuksu şaşkınlığı, yüzüme eğleniyormuşçasına bir sırıtış yerleştirdi.
"Yani sen..."
"Ben?"
"Yani... Sen, hani hiç şey yapmadın mı?"
"Ne yapmadım mı?"
"Şey... Hani öhöm öhöm."
Verdiği tepkiyle matrak bir kahkahayı suratına doğru patlattım. Avuçlarıma sığması için yaratılmış yanaklarındaki kırmızılığın sevimliliği tartışılmazdı. Kahkahamı bastırmaya çalışırken ona katıldığımı belli eden bir ses çıkardım.
"Hiç daha önce öhöm öhöm yapmadım."
"Bakirsin yani?!"
Ses tonu şaşkınlık doluydu ama gözlerinin haresine misafir ettiği mutluluk pırıltıları onu ele veriyordu. "Ne kadar ayıp Ayşin Şendoğan," dedim şakacı bir tonda. Dudaklarını birbirine mahcupça bastırdı. Bu da yetmezmiş gibi ellerini ağzına siper etti. Onun bu halleri daha çok kahkaha atmak istememe neden oldu. Dakikalar içinde bana bu kadar çok duyguyu nasıl yaşatabiliyordu anlamıyordum.
"Beni öper misin?"
Böyle bir şey söylememi beklemediğini gözlerinin fal taşı gibi açılmasıyla anladım. Neyse ki beni ikiletmeden, saniyelik bir öpücüğü dudaklarıma kondurdu. Kendini geri çekerken ufak bir hayal kırıklığı yaşadığımı itiraf etmeliydim. Karşılık bulamamış bir açıklıkla bakakaldım. Tadına varamazsam ölecekmiş gibi hissediyordum. "Aslında benim hayal ettiğim öpücük," diyerek elimi boynundan ensesine doğru kaydırdım ve daha fazla uzaklaşmasına izin vermeden dudaklarını dudaklarıma bastırdım. Gözyaşlarının dudaklarında bıraktığı tuzlu tadı alabiliyordum. İlk anda yaşadığı şaşkınlığı, çok geçmeden üzerinden attı ve beklediğim karşılığı verdi. Öpüşü talepkâr bir hal aldı. Dili ve dudakları benimkileri kandırmak üzereydi. İstediğimi elde etmenin hazzıyla onu daha da tutkuyla öpmeye başladım. Başımı döndüren, aklımı başımdan alan, içimi arzuyla dolduran çılgınca bir tutkuydu bu. Ne dünü ne de yarını düşündürüyordu. Bir anlığına bile olsa her şeyi unutmamı sağlamıştı. Belki de geçmişimin panzehri Ayşin'di.
Öpüşmemize kısa, kısacık bir ara verdim. Şu anda tatlı tatlı uyuşmuş beynimden geçen isteğin, gerçek duygularım mı yoksa erkeksi dürtülerimin beni yönlendirmesi mi olduğunu ayırt etmeliydim ama hanımeli kokusundan başka bir şeye odaklanamıyordum. Nefes nefese alnımı onunkine yasladım. Gözlerim kapalı olsa da sorgular bir şekilde beni izlediğini biliyordum. Neden durduğumu merak ediyordu, şimdi ne olacağını merak ediyordu, belki de ne söyleyeceğimi...
Konuşmaya gerek var mıydı?
Yanılmış olabilir miydim? Kafasından geçen yakınlık, benimkiyle aynı mıydı? Ya değilse... Sormam gerekir miydi? Tabi ki gerekirdi. Peki böyle bir soru nasıl sorulurdu?
"Ayşin," dedim nefes alışverişimi kontrol etmeye çalışırken. Gözlerini görebileceğim şekilde ondan uzaklaştım. Yüzüne yapışan saçları ellerimle geriye ittim. Beni takip eden gözleri sürekli dudaklarıma kayıyordu. Az önceki şehvetten kızarmış dudakları hafifçe aralıktı. Her an dilimi içine almaya hazır gözüküyordu ama benim istediğim, bu andan sonra sadece dilim değildi.
"Bana geçmişi unutturur musun?"
Kaşları hafifçe çatıldı. Başta kızdığını düşündüm ama böyle bir sorunun derinliğini anlayacak modda olmadığını "Geçmişi mi?" sorusuyla anladım. Daha yüzeysel sormalıydım ama klişelerin ona kendini kötü hissettireceğini de biliyordum.
"Bu benim için bir ilk olacak. Biliyorum senin içinde... Ama asıl istediğim ikimiz için de son olması... Sonsuza kadar."
Cevap vermedi. Zeki bir kıza göre fazlasıyla boş bakıyordu. Benimle mi uğraşıyordu yoksa gerçekten anlamamış mıydı çözemiyordum. Bu soru daha başka nasıl sorulabilirdi ki?
"Benimle diyorum... Öhöm öhöm yapar mısın?"
Donakaldı ama tamamen sahteydi. Bunu dokunsam kahkaha atacakmış gibi titreyen dudaklarından anlamam çok zor olmadı. En baştan beri neyden bahsettiğimi biliyordu ve sadece beni zorluyordu. Bozulduğumu belli edercesine tek kaşım havaya kalktı. Ayşin durumun ciddileşmesine izin vermeden ellerini yanaklarıma yerleştirdi ve gözlerimin içine bakarak fısıldadı.
"Sonsuza kadar."
* *
Bu zamana kadar, porno tecrübesi bile olmayan bir adamın bedenine çok anlamlar yüklenmişti. Belki sertliğim, belki de ulaşılmazlığım her zaman cinsel bir obje gibi arzulanmama neden oluyordu. Dövüşlerden sonra, o perişan kanla kaplı bedenim için bile odamın kapısını aşındıran kadınların haddi var hesabı yoktu. Düşünülenin aksineyse bir kadına dokunmak benim için fazlasıyla mide bulandırıcıydı. Geçmişimin kara pençeleri hayatımın her noktasını deşiyordu. Bunun acısı beni bu zamana kadar güçlü kılan şeydi ama bugün, şu an o gücü hissetmek istemiyordum.
İstediğim tek şey, O'ydu.
Yer fıstığı.
Erkeksi dürtülerimi serbest bıraktığımda yolu bulabildiklerini Merve ile tecrübe etmiştim ama şu an yaşadığım şey dürtüden çok öte bir haz duygusuydu. Bedenimi ele geçiren erkekliğimin dışında ruhumu esir eden kadını doyasıya yaşama isteğiydi.
"Sonsuza kadar."
Duyduğum iki kelime, hali hazırda patlamak için bekleyen bombamın pimini çekti. Patlayıcı arzular ateşlenirken Ayşin'in dudaklarına tekrar yapıştım. Bu sefer daha şehvetli daha tutkulu bir şekilde tadına varıyordum. O da bunu bekliyormuş gibi karşılık veriyordu. Yanaklarımda duran elleri hızla enseme doğru kaydı. Biri saçlar diplerime masaj yapar gibi nazikçe okşuyordu. Diğeri ise ensemde iz bırakmak istercesine sıkıyordu. Tırnak uzatmayı sevmeyen bir kıza göre fazlasıyla keskin bir dokunuştu bu.
Kafa karıştırıcı ve tahrik edici.
Beni daha rahat öpebilmek için dizlerinin üzerine kalktı. Kontrolün kendinde olmasını isteyen bir hali vardı ama dizginler yalnızca benim ellerimdeyken ses getirirdi. Kuş tüyü hafifliğindeki bedenini kucağıma doğru çektim. Araladığı bacaklarını kucağıma oturmasıyla belime doladı. Sanki etten bir kemer beni sarmalamıştı ve bunun etkisiyle sertleşmem saniyelerimi bile almadı. İradesine güvenen ve her zaman kontrollü olan benim için bu bir ilkti. İlkler çoğu zaman tedirgin ederdi ama bu...
Fazla güzel.
Yer fıstığının öpüşürken çıkardığı mırıltılar, afrodizyak barındırıyor olmalıydı. Kalbim her seste biraz daha hızlanıyor, dokunuşlarım o hızla daha da sertleşiyordu. Parmaklarımın pembe beyaz teninde kırmızı izler bıraktığına adım kadar emindim ama canının acıdığını sanmıyordum. Onun dokunuşlarıysa, acıdan beslenen bir adam için fazlasıyla...
Kışkırtıcıydı.
Bedenimle beraber, beynimde uyuşmuş bir haldeydi. Nerede olduğumuzu hatırlamam birkaç dakikamı aldı. İlk tecrübemizi bir tuvaletin eşiğinde gerçekleştirmek kesinlikle unutulmaz olurdu. Fakat romantik olmayacağı kesindi.
Kapının iki eşiğine ellerimi dayadım. Ayşin'i kucağımdan indirmek, sıcaklığının uzaklaşmasını seyretmek istemiyordum. Ellerimden destek alarak ayağa kalktım. Ufak bir çığlık ve ardından gelen kıkırtı sesleri eşliğinde "Düşeceğim," cümlesi kulağıma çalıntı. Bacakları belimi daha da sıkı kavradı. Kıyafetlerinin üzerinden bile bacaklarının arasındaki sıcaklık nefesimi kesti. Derin bir iç çekiş misali inledim. Boynuma sarılmayı bırakan Ayşin yüzümü görmek için kendini geriye çekti. Refleks olarak tek elimle belinden destekledim. Beli yay gibi gerilmişti ve elim tam yerine oturdu. Erkekliğim %100'e ulaşmak üzereydi. Elim yavaşça dışarı doğru çıkık olan poposuna doğru kaydı. Kıyafetlerinin arasından tenini hissettim. Sıcaklığını, yumuşaklığını...
İçimde şahlanan Kurt, açtı. Çok aç... Sadece temas ve dokunuşlarla bunu nasıl sağlayabilmişti?
Yüz ifademin nasıl olduğunu bilmiyordum ama beni izlerken dudağını ısıran Yer fıstığının saniyeler içinde tekrar beni öpmesini sağlayacak kadar etkileyici olmalıydı. Bacaklarının aksine elleri değdi değecek gibi omuz ve boyun hattı üzerinde dolaşıyordu. Düşmekten korkmuyor muydu? Ya da bu bana güvendiğini mi gösteriyordu?
Güvenini boşa çıkarmamalıydım.
Dikkatli bir şekilde yatağa doğru ilerledim. Her ne kadar bu pozisyon zevkimi doruk noktalarına çıkarsa da Yer fıstığını düşünmeliydim. Nasıl rahat ederdi? Canını hangisi daha az acıtırdı? Zevk alması için ekstra bir şey yapmam gerekiyor muydu? Ayşin'i sırt üstü yatağa bırakırken dudaklarını hissetmediğimi fark ettim. Üzerine eğilirken bana attığı sorgulayıcı bakışlarda kafamdaki sorulara cevap aradım.
"İyi misin?"
Bir elini yanağıma koyarken diğer elini şakaklarımdan kaydırıp saçlarıma geçirdi. Dağıldığını düşündüğüm saçlarımı düzeltiyordu. Gözleri ara ara saçlarıma doğru kaysa da çoğunlukla benimkilere odaklıydı. Hayatımda hiç olmadığım kadar iyiydim. Peki o iyi miydi? Bunu gerçekten isteyip istemediğini bir kez daha sormam gerekir miydi?
"Emin misin?"
Kaşları çatıldı. Sorusuna soruyla karışık verdiğim için mi yoksa sorumdan dolayı mı olduğunu ayırt edemiyordum. Bu büyülü anı bir kere bozmuştum. Tekrar olmasına izin veremezdim. Açıklama ihtiyacı duyarak "Ben iyiyim, peki sen? Biliyorsun istemediğin hiçbir şey yapmam." dedim.
"İstiyorum."
"Emin misin? Bu arzular hafifledikten sonra pişman-"
Cümlem Ayşin'in dudaklarını hissetmemle yarıda kaldı. Doğrulmuş ve beni öpmüştü. "Hayatımda hiçbir şeyden bu kadar emin olmadım." Kısık ve nefes nefese olan bir tonda söylediği cümlenin ardından beni de üzerine çekerek yatağa uzandı. Ağırlığımı ona vermemeliydim. Çarşafın üzerine dağılmış altın tozunu andıran saçlarından fırsat bulduğum bir boşluğa dirseğimi bastırdım. Diğer elim kendiliğinden yanağına, çenesine, boynuna kaydı. Emin olduğunu söylüyordu ama gerginliğini elimin altındaki teni fazlasıyla belli ediyordu. Masaj yapar gibi hafif hafif sıkarak boynunda, omuzunda, kolunda elimi dolaştırdım. Bir yandan da rahatlaması için yavaşça saçlarını okşuyordum. Üzerimdeki kazağın yukarı doğru sıyrıldığını hissettim. Beni soymaya çalışan Ayşin'in parmak uçları ara ara sırtıma değiyordu. Soğumuşlardı. Heyecandan olduğunu düşünmek istiyordum. İyi olup olmadığını anlamak için öpüşmeyi kesmem gerekiyordu. Bunun içinde bir bahaneye ihtiyacım vardı. Kazağımı çıkarmak için bacaklarının arasında dizlerimin üzerinde doğruldum. Yüz hatlarının rahatlığı beni de rahatlattı. Kazağımı çıkarıp kenara fırlattım. Ayşin'in ışıldayan gözleri vücudumda dolaşmaya başladı. Yara, bere ve dövmelerle kaplı vücudumu büyülenmiş, cezbolmuş halde izliyordu.
Pantolonumdaki zorlanmayla başımı öne eğdim. Canımı acıtacak kadar sertleştiğimi gördüm. O sırada sıyrılan pijamadan gün yüzüne çıkan tapılası ten, gözüme çarptı. Ereksiyon halim kesinlikle 120'leri zorluyordu. Daha fazlasını isteyen bedenime karşı koymadım. Ellerimi kalçalarına yerleştirdim ve pijama altını yavaş hareketlerle aşağı kaydırdım. İşimi kolaylaştırmak adına bacaklarını havaya kaldırdı. Sıyırıp attığım pijamadan sonra önümde duran ayakları hafifçe öptüm. İnce bir inilti duyuldu. Dudaklarımı çekmeden bileklerine doğru kaydım. Yanakları kızarmaya başlayan Ayşin'den gözlerimi bir saniye bile ayıramıyordum. Bir insan çocuksuyken bile nasıl bu denli seksi olabilirdi ki? Bileklerinden bacaklarına, bir ona, bir buna, diz kapaklarına doğru öpmeye devam ettim. Her dokunuşum da iniltisi biraz daha güçlendi. Diz kapaklarının arka kısmına geldiğim an duraksadım. Bir insanın gerçek kokusunun, yalnızca bu kısımdan anlaşıldığını öğrendiğimden beri, en zayıf noktam burasıydı. Öpmeden önce derin bir nefes aldım ve beni selamlayan tanıdık kokuyla gülümsedim.
Hanımeli.
"Uraz."
İnlemeye benzer seslenişiyle ellerini bana doğru uzattı. Kıvranan, sabırsızlanan ve beni isteyen bir hali vardı. Bu beni öyle rahatlatıyordu ki. Onun zevk alması her şeyden önemliydi. Benden bile.
Bacaklarını ikiye ayırdım. Dudaklarımı baldırlarının iç kısmında dolaştırarak yukarı doğru çıktım. Pijamalarını değiştirirken iç çamaşırını değiştirme gereği duymadığını o an fark ettim. İçinde bir yer seksi kalmak istemiş olmalıydı. Belki de ne kadar kırgın olursa olsun, bu anların tekrar geleceğinden emindi. Dudaklarım ve burnumu yavaşça külotunun üzerine bastırdım.
Islaktı.
Yavaşça, nefesimi hissetmesi için üfledim. Sesli şekilde nefes alıp vermeye başladı. İç çamaşırını hafifçe araladım. Başparmağımla pespembe duran klitorisine dokundum. Hazırlıksız yakalanmış gibi keskin bir iç çekti. Elleriyle çarşafları sıktı. Çok ıslaktı. Düşündüğümden çok daha fazla. Parmağımla yavaşça daireler çizerken duyduğum en yüksek inleme odada yankılandı.
"Uraz."
Elleriyle başımı tutan Ayşin, beni var gücüyle yukarı çekti. "Sen... Seni..." Dudaklarını dudaklarıma öyle bir bastırdı ki, dişlerimiz birbirine çarptı. Hafif sızıyı bile umursamadan beni sert, istekli ve ıslak bir şekilde öpmeye başladı. Parmaklarımı ritmik hareketlerle klitorisinin üzerinde gezdirmeye devam ettim. Acemi birine göre fazla profesyonel bir şekilde kullandığı dili, hareketlerimin bir yansımasıydı.
Şaşırmıştım.
O da bundan faydalanarak beni yatağa doğru itti. Sırtım çarşafla buluştuğu gibi erkekliğimin üzerine oturdu. Pantolon ve Ayşin'in baskısıyla bir an nefesim kesildi. Ayşin bunu fark etmiş olacak ki teması hafifçe kesti. Dizlerinin üzerinde doğruldu. Üzerindeki pijamayı sutyeniyle beraber çıkardı. Pembe göğüs uçlarını gizleme gereği duymamıştı. Afalladım. Az önce utançtan yanakları kızaran kızın cesaret düğmesine basmış olmalıydım. Odanın bir köşesine fırlattığı eşyaların ardından hızla kendini yatağın ayakucuna doğru kaydırdı. Aşırı hevesli parmakları kemerimin üzerinde dolaştı. Çözerken gözlerini gözlerimden ayırmadı. O dudağı ısırmaya devam ederse ön sevişme fazla kısa sürebilirdi. Düğmelerimi biraz debelenerek tek tek açtı. Erkekliğim özgürlüğün verdiği hisle şahlandı. Yer fıstığının gözleri saniyelik bir hareketle büyüdü ve bana doğru kaydı.
"İşte benim üzerimdeki etkin."
Gri boxerımın uç kısmı sırılsıklamdı. Pantolonumla ikisini aynı anda çıkarmak için parmaklarımı iki yanına geçirdi. Sıyırmasına yardım etmek için kalçalarımı yataktan havalandırdım. Tamamen özgür kalma hissiyle dolup taşıyordum. Kıyafetlerimi ayağımla yere ittim. Bir çırpıda yatağa çıkan Ayşin tekrar üzerime oturdu. Aramıza giren tek parça onun küçük, siyah dantelli külotuydu. İkimizden de aynı anda bir inilti yükseldi ve bu içimdeki dürtülerin fitilini ateşledi. Daha fazla kendimi kontrol edemeyecektim. Hayatımda ilk kez kontrol etmekte istemiyordum zaten.
Ayşin'i belinden tuttuğum gibi yatağa çektim ve üstüne çıktım. Kalp atışlarının hızını soluk alışverişinden anlayabiliyordum. "İyi misin?" diye sordum nefes nefese. Cevap vermek yerine başıyla beni onayladı. Külotunu çıkarmakla vakit kaybetmek istemiyordum. Ufak birkaç ipin tuttuğu iç çamaşırına parmaklarımı geçirdiğim gibi yırtıp attım. Ayşin'in nefesini tuttuğunu duydum. Elleriyle yastığın uçlarını sıkıca kavramıştı. Bacaklarını aralayıp tekrar arasına yerleşirken "İyi misin?" diye sordum.
"İyiyim."
Başımı tamam anlamında salladım. Vücudundan bir süre gözlerimi ayıramadım. Teni, öyle kusursuzdu ki. Pembe beyaz teninin altında beliren küçük yeşil mavi damarlar bile bunu bozamıyordu. Az önce dokunduğum yerler hala kırmızıydı. Teni çok narindi, çok eşsiz. Parmaklarım üzerinde dolaşmasa bile pürüzsüz, ipeksi yumuşaklığı zihnime kazınmıştı. Ah birde Hanımeli kokusu... Beni kışkırtıyordu. Kıyafetlerin aramızdan çıkmasıyla tüm odaya yayılmıştı sanki. Kanım alev alevdi. Uzun zamandır yokluğunu hissettiğim adrenalin damarlarımda dolaşmaya başladı. Dövüşlerden daha güçlü, daha hızlı bir şekilde tüm bedenimi kapladı. Çırılçıplak halimle üzerine eğildim. Aramızda el geçecek bir mesafe olmasına rağmen ikimizin sıcaklığının birbirine çarptığını hissedebiliyordum.
"Korkuyor musun?"
"Senleyken hayır."
Uzanıp saçlarının kokusunu içime doldurmak isteyen bir nefes aldım ve ardından alnını öptüm. Yastığı sıkmakta olan ellerinden birini hayata tutunur gibi sıkıca kavradım. Parmaklarımızı kenetlerken çok farklı bir duygu bana geçti.
Güven.
"Bir terslik hissedersen söyle."
Başını belli belirsiz tamam anlamında salladı. Yaprak gibi titriyordu. Az öncekilere kıyasla dudaklarını daha şefkatle öptüm. Heyecanının onu germesindense rahatlamasını istiyordum. Çenesini, çenesinin altını ve ağzının köşelerine kuş tüyü ağırlığındaki öpücükler kondurdum. Kulak memesini emdim. Gevşediğini çıkardığı iniltilerden hissediyordum. Avuç içime sığan küçük göğüslerini okşadım. Sırtımda dolaşan eli, bir anda parmaklarını hissedeceğim kadar kasıldı. Dudaklarımı köprücük kemiklerinin üzerinde gezdirdim. Sırtı yay gibi gerilirken başını hafifçe geriye doğru attı. Ortaya çıkan boynunu emerek çenesine çıktım. Dudaklarımı dudaklarına tekrar kenetledim. Bir yandan da patlamak üzere olan erkekliğimi içine girebileceğim gibi yerleştirdim.
Ufacık bir temas bile nefesimi kesti. Kan sanki bedenimde sadece o noktaya pompalanıyormuş gibi zonkluyordu. Yoğun ve sıcak arzu kasıklarımda birikiyordu. Birbirine kenetlenmiş parmaklarımızı sıktı. Tırnakları sırtımda izler bırakacak kadar derinleşti. Hazır olup olmadığını anlayamıyordum ama daha fazla beklersem ağrımaya başlayan erkekliğimin bana sorun çıkaracağını da biliyordum. Ayşin'i öpmeye bırakarak gözlerinin içine baktım. Heyecanlıydı ama korku kırıntıları da gözlerinin haresine yerleşmişti. Mutlu olduğuna emin olmamı istercesine parlıyorlardı. Aşıktı. Bana güvendiğini iki küçük okyanus parçasıyla vurguluyordu. Gözlerine misafir etmediği tek duygu tereddüttü. Bir elimle saçını okşarken yavaşça kendimi içine doğru ittim. Nefesi kesilmiş gibiydi ama gözlerini benden ayırmadı. Bense nefes alıp almamak konusunda kararsız kaldım. Kalbim duracak gibi oldu. Ardından her zamankinden daha hızlı bir şekilde çarpmaya başladı. Çok, çok dardı. Islak olmasa girmemin imkânı bile yoktu. Sıcaklığı anında beni sarıp sarmaladı. İçindeki her noktayı hissetmemi sağlayan bir sarmaşık gibiydi. Her kasını, her dokusunu...
Büyülenmiş gibi Yer fıstığı'na baktım. Başını geriye doğru atsa da gözleri hala benim üzerimdeydi. Hipnotize olmuş bir hali vardı. Damarları o kadar gerilmişti ki, beyaz boynunun üzerine yeşil şeritler atılmış gibi belirginleşmişti. Dudaklarıysa ön iki dişini gizleyemeyecek kadar açıktı. Yıllardır alıştığım parmaklarımın veremediği hazzı saniyeler geçmeden yaşamamı sağladığına inanamıyordum. Çok özeldi. Çok güzel.
Aramızdaki bağ somutlaşmıştı sanki.
Tek vücut olmak böyle bir şey miydi?
Tamamen bana aitti. Benimdi. Sonsuza kadar...
* *

ŞAH MAT (TAMAMLANDI) +18Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin