'Geçmişi değiştiremezsin ama daha gelecek elinin içindedir.'
H. WhiteURAZ
Geleceğin ellerine takılan kelepçeyi çıkarmak için okula gitmiştim. En ufak ters bir hamlemin, bilekleri daha çok kanatacağının farkındaydım. Yine de denemeye değer olduğunu biliyordum.
Değmişti de...
Eve geldiğimden beri spor yapıyordum. Kan ter içinde kalmıştım ama umursamıyordum. Çok sinirliydim. Çok hırslıydım. Çok kıskanıyordum. Ayşin ve Cankut'un yakınlığını hatırladıkça daha da sertleşiyordum. Zihnimde dönüp dolaşan komplo planları da bu duruma hiç destek olmuyordu.
Kapı zilinin çalmasıyla yumruklarıma ara verdim. Duvardaki saat, Cankut'un gelmesi için erken olduğunu gösteriyordu. Ayşin'de okuldaki atışmamızın ardından gururunu hiçe sayıp buraya gelmezdi. O zaman bu kimdi?
Nefes nefese odadan çıktım. Çıplak ayaklarımın yerde bıraktığı izlerle koridorda ilerledim. Saçlarımdan akan terleri elimin tersiyle zapt etmeye çalışıyordum. Kapıya geldiğimde rezidansın girişini gösteren kamerayı açtım. Gördüğüm kişi kaşlarımın çatılmasına neden oldu.
Aşkta gurur gerçekten olmuyor muydu?
Başka birini görür müyüm diye kamerayı incelerken otomatiğe bastım. Ayşin kapı açılır açılmaz içeri girdi. Neyse ki tek gelmişti. Ne halde olduğumu hatırlayınca koşar adım banyoya gittim. Üzerimdeki teri havluyla kuruladım. Elimi yüzümü yıkadım. Saçlarımı havluyla kuruttuktan sonra dağınık bir şekilde karıştırdım. Ter kokup kokmadığımı kontrol ettim. Riske atmamak için parfümümü üzerime boca ettim. Yatak odasına geçerken kapı tekrar çaldı. Elime geçen ilk tişörtü üzerime geçirdim. Aynadaki halim tam bir ev moduydu. Sanırım buna da bir açıklama istemezdi. Kapı 3. Kez çalarken açtım. Ayşin tam karşımda, elleri göğsünün üzerinde bağlı bir şekilde dikiliyordu. Bozuk attığı o kadar belliydi ki...
"Okulun yok mu senin Yer fıstığı?"
"İzin aldım."
Yüzüme bakmamak için gözlerini sürekli üzerimde dolaştırıyordu. Gözlerim sorgular şekilde kısılırken "Ne izni?" diye sordum. Kısa bir an gözlerimin içine baktı. "Bir yere gitmemiz lazım," dediğinde tek kaşım havalandı.
"Nereye gitmemiz lazım?"
"Gidince görürsün Uraz. Hadi hazırlan, yolumuz uzun."
"Yer fıstığı. Bak emrivakilerden hoşlanmadığı-" diyerek uyarıcı bir tonda konuşacakken "Bir kez sorgulama ve istediğim bir şeyi itiraz etmeden yap Uraz. Lütfen," diye carladı. Çabuk hırsız ev sahibini şaşırtır diye işte buna deniyordu. "Sitem mi seziyordum o küçük dilinin üç milim kadar sağında?" Sorum karşısında gergin yüz hatları kısa bir anlığına yumuşadı. Hatta ifadesinde bir gülümseme görür gibi oldum ama emin olamadım.
"Seni burada bekliyorum."
Kapının eşiğine yaslandı. İçeri bile girmek istemeyecek kadar acil nereye gitmemiz gerekiyordu? Ve anladığım kadarıyla gitmeden öğrenme şansımda yoktu. Vakit kaybetmemek için kapının arkasında asılı olan montumu aldım. Üzerime geçirirken Ayşin yaslandığı yerden doğruldu.
"Bu kılıkta mı geleceksin?"
Koyu gri eşofman altıma ve gri, eskitilmiş bir tişörtüme göz gezdirirken "Beğenemedin mi?" diye sordum. Bu sefer sitem etme sırası bana geçmişti. "Nereye gideceğimizi bilmiyorum kombini ancak bu kadar oluyor." Yer fıstığı şaşkın bir şekilde bana bakarken "Ee ama üşürsün," dedi ve dudaklarını gülümsemesini gizleyebilmek için kıpırdattı. "En azından kazak falan giyseydin."
"Gerek yok."
Uzanıp portmantodan aldığım bereyi başıma geçirdim. Cüzdanımı, ruhsatı ve arabanın anahtarı tek elime aldığım sırada "Onlara gerek yok," dedi. Kaşlarım çatıldı. "Yolumuz uzun derken mesafeden bahsettiğini düşünmüştüm. Bu kılıkta beni yürütmeyeceksin değil mi?" Muzip bir şekilde dudaklarını bilmem dercesine büktü. "Ben sana üşürsün dedim."
"Yer fıstığı!"
Özel bir şakanın tadını çıkarır gibi kıkırdadı. Benimle uğraştığını düşünerek botlarımı ayağıma geçirdim ve eğilip gevşek bağcıklarını içeri doğru soktum. Evin anahtarlarını da aldıktan sonra "Gidelim," diyerek dışarı çıktım. Ayşin koridora doğru gerilerken kapıyı kilitledim. Daha sonra asansöre doğru sessizce yürüdük. Zaten Cankut'la yakınlığından dolayı ona hala kızgındım, birde nereye gittiğimizi söylemediği yetmiyormuş gibi benimle uğraşması işleri iyice çığırından çıkılmaz hale dönüştürüyordu.
Asansör bizi son hızla zemin kata kadar indirdi. Kapılar kayarak açıldı. Rezidanstan çıkıp açık otoparkta yürümeye başladık. Arabanın olduğu tarafa yönelmiştim ki, Ayşin koluma girdi ve beni başka bir tarafa doğru çekiştirmeye çalıştı.
"Ayşin bak yürümek konusunda ciddiysen-"
Ayak dirememden yorulup bana doğru döndü. "Hadi Uraz, üşüyeceksin. Bir an önce gidelim." O sırada arkasındaki araba motorunun kükremesiyle çalıştı. Egzozundan dumanlar yükselen arabanın buğulanmış camlarından içerisini göremesem de, bu arabanın kime ait olduğunu biliyordum. Kıskançlık damarım pıtı pıtı atarken Yer fıstığına baktım.
"Ne karıştırıyorsunuz siz?"
Merhametsiz çıkan ses tonum, Ayşin'in kafasını karıştırmış gibiydi. "Bir şey karıştırmıyoruz. Bize biraz güvenir misin?" Bize? İkisinden biz diye mi bahsetmişti o?! "Donacaksınız yahu. Ne dikiliyorsunuz orada?!"
Camını aralayan Cankut'un bağırışıyla bakışlarımı ona çevirdim. Göz göze geldiğimiz anda her zamanki şaklaban suratını gülücüklere boğdu ve seri bir şekilde el sallamaya başladı, sanki onu görmemişim gibi...
"Neden annenin arabasını aldın?"
Cankut bozuntuya vermemeye çalışarak "Birazdan anlarsın. Bin hadi," dedi. Burnuma hiç iyi kokular gelmiyordu. Ne kadar istemesem de, sırf ne bok karıştırdıklarını görebilmek için arabaya doğru ilerledim.
Umarım bunun altından beni daha da kışkırtacak bir şey çıkmazdı.
Umarım.
* *
İstanbul dışına çıktığımızı, şile tabelasını görene kadar fark etmemiştim. Kaşlarımı çatarak şoför koltuğundaki Sarı'ya odaklandım. Gönderdiğim enerjiyi hissetmiş olacak ki direksiyonu daha sıkı tutmaya başladı. Başımı omzumun üzerinden geriye çevirdim ve arka koltukta oturan Ayşin'e baktım. Telefonunda neyle uğraşıyorsa ona baktığımı fark etmemişti bile...
Arabanın hızı yavaşlayınca önüme döndüm. Geldiğimiz yer, kafamın içinde dönen sorulara bir yenisini daha ekledi: Bizim mezarlıkta ne işimiz vardı?
Cankut birkaç arabanın bulunduğu otoparka arabasını park ederken "İşte geldik," cümlesi arka koltuktan yükseldi. Ayşin ikimizin arasından başını uzatarak ön camdan mezarlığı incelemeye koyuldu. Onun da buraya ilk kez geldiği izlenimine kapılmama neden olsan tavrı, merakla fıldır fıldır dönen gözleriydi. O zaman burada ne işimiz vardı? Cankut için mi?
"Ben arabada bekliyorum."
Cankut'un sesi resmen düşüncelerime tokat attı. Onun için burada değilsek, kimin için buradaydık?
"Hadi Uraz gel."
Ayşin biraz heyecan, bolca tedirginlik hissettiğim hareketleriyle arabadan indi. Bakışlarımı Cankut'a diktim. O ise benimle muhatap olmamak adına koltuğunu yatırdı ve uyuma numarası yapmaya başladı. Gerçekten burada ne döndüğüyle ilgili en ufak bir fikrim yoktu ve bu çok sinir bozucuydu. Oldum olası belirsizlikle attığım adımlar ayağıma dolanırdı. Umarım düşmeme neden olacak bir şeyle karşılaşmazdım. Öfkeli bir soluğu, Cankut'un üzerine doğru sesli bir şekilde verdim. Tepki vermediği gibi, yattığı yere yerleşir gibi başını sağa sola kıpırdattı. Ümüğünü sıkmama ramak kala arabadan indim. Kapıyı yüzüne çarpar gibi kapattım.
"Beraber geliriz derken bütün mezarlıklardan bahsettiğini düşünmemiştim."
Mezarlığa göz gezdiren Ayşin, gergin bir tebessümle bana döndü. "Başka mezarlık yok. Bu son, söz veriyorum." Şüpheli bir tavırla telefonunu cebine sokuşturdu. Aramızdaki mesafeyi küçük, emin olmayan adımlarla kapattı. Boşlukta sallanan elimi tutarken "Gidelim mi?" diye sordu. Gidelim de? Nereye? Kime?
Parmaklarımızı kenetleyen Yer fıstığı, diğer elini koluma doladı. Beni bir yöne doğru çekiştirmeye başladı. Bu sefer ayak diremek yerine, ne olduğunu bir an önce öğrenmek için işini kolaylaştırdım. Sokak sokak ayrılmış mezarlığın içinde yürümeye başladık. Ayşin köşe başlarına dikilmiş tabelaları kontrol ederken, beni sağlı sollu bir yerlere yöneltiyordu ve bu durum gerçekten sıkıcı bir hal almaya başlamıştı. Gözlerim mezar taşlarının üzerindeki isimlerde dolaşıyordu.
'Bozan Ailesi Kabristanlığı – Nazmiye Bozan, Ahmet Bozan, Güler Bozan'
'Filiz Tunçelli - Oğuz Tunçelli'
'Seçkin Özalp'
'Memnune Yurdatapan'
'Bayram Karaoğlan'
'Burcu Şener'
Durduk. Tam da annemle aynı isme sahip bir kadının mezarının önünde durduk. Ayşin yolumu keser gibi önüme geçti. Boşlukta sallanan diğer elimi de sıkıca tuttu. Titrediğini o an fark ettim. Sanki bir şey söylemek için hazırlanıyordu. Gözlerimin içine öyle bir baktı ki... Yüreğime çöreklenen hissi inkar etmeye hazır beynim "Hayır," dedi. Başımı itiraz eder gibi sağa sola salladım. Ayşin ellerimi daha da sıkı tuttu. Gözlerinin gittikçe sulanması, beni iliklerime kadar sarsıyor ve gerçekliğe itiyordu. Düşmemek için tutunduğum tek daldı, sevdiğim kadının elleri. "Hayır, hayır, hayır." Acı dolu bir tebessüm dudaklarımın kenarında birikirken "Burada olma nedenimiz," derken sözcükler boğazıma dizildi. Nefes almaya çalıştım. İçimdeki buhranı birazcık bile rahatlatacak lanet olasıca bir nefes.
"O... O değil. O olamaz."
Nefesim kesik, sesim hırıltılıydı. Uzun bir zamandan sonra korkunun damarlarımda dolaştığını hissediyordum. Cesaretim kaybolmuştu. Şu an mı zor bünyem mi zayıf emin değildim. "Uraz-" Ayşin'in ağlamaklı ses tonundan çıkacak kelimeleri duymamak için "Şşşş..." diye fısıldadım. Dillendirirse gerçek olacaktı. Gerçek olacak diye ödüm kopuyordu. Ayşin ellerimi bırakıp kollarını kaskatı kesilmiş bedenime doladı. Sarabileceği en sıkı şekilde beni sarıyordu. Benimse kollarım boşlukta sallanıyordu. Karşılık verecek takatim kalmamıştı.
"Ben yanındayım..."
Ayşin gözyaşlarının arasından bir şeyler fısıldıyordu. Kendi soluğumun çatallaşmış sesine o kadar odaklanmıştım ki yarım yamalak duyabiliyordum. Kalbim hiç sakinleşmeyecekmiş gibi çarpıyordu. Her atışı biraz daha yakıyordu canımı.
Acı, bu sefer gücümü kırıyordu.
Son bir umut savaşında yükselen bir bayrak misali, Ayşin'i iki kolundan tuttuğum gibi kendimden uzaklaştırdım. Gözlerinin içine bakarken gerçeği inkâr etmemi sağlayacak en ufak bir detay arıyordum ama bulduğum söylenemezdi. Allah kahretsin!
Gölgen, acın ve geçmişin. Bu üçünden kaçamazdın. Kaçamıyordun işte!
Katıksız bir nefret, damarlarımda dolaşan korkunun yerini aldı. Öfkenin vücut bulmuş haliydim. Dudaklarımı kanatırcasına ısırdım. Her sözcük dilimin ucunda küfre dönecekti, biliyordum. Tıpkı içimde yükselen o yıkıcı duyguyu daha fazla tutamayacağımı bildiğim gibi...
"Sen."
Dişlerimi kırmak istercesine sıkarken söylemiştim bunu. Sesim tıslamadan farksız bir şekilde çıktı bu yüzden. Ayşin ellerimin arasında irkildi. Yüz ifadesinden kafa karışıklığı belli oluyordu. "Senden!" Ürkek bedeninin korkuyla titrediği yetmiyormuş gibi birde ben sarsıyordum. Kollarını o kadar sıkıyordum ki, montunun üzerinden bile canını yaktığının farkındaydım ama kendimi durduramıyordum. Kontrolden çıkmış gibi "Senden nefret ediyorum!" diye bağırdım parmağımı sıkıştırmışım gibi yüksek sesle. Nefesini tutarcasına dona kaldı. Yaşadığını belli eden tek şey, yanaklarından nazlı nazlı süzülen gözyaşlarıydı. Annemin mezarına doğru dönüp "Senden nefret ediyorum!" diye boğazım yırtılırcasına kükredim. Sesim boş mezarlıkta yankılanırken, ağaçların üzerindeki birkaç kuşun kanat çırpışı o seslere eşlik etti. Ayşin'i bırakıp tamamen anneme doğru döndüm. Kızgın gözlerim mezar taşında dolaştı ve gözlerimden karanlık bir bulut geçtikten sonra karşımda olsa kendini suçlu hissedeceği her kahrolası haltı sayıp dökmeye başladım.
"Sana gidelim dendiğinde kalmandan nefret ediyorum. O adamın eziyetlerine rağmen sesini çıkarmamandan nefret ediyorum. Sürekli ağlamandan nefret ediyorum. Ölmenden nefret ediyorum anladın mı beni?!"
Tenimin altında sönmeyen bir ateş vardı. Beni yakıyor ama kül etmiyordu. Hiddetle arkamı dönerken "Sen," dedim Ayşin'e bakarak. Sanki ona dokunacakmışım gibi aniden geri çekilerek aramıza mesafe koydu. Korkuyordu. İlk kez bana bakarken korkuyu hapsetmişti gözlerine. Sonu yokmuş gibi gözüken gözyaşlarına boğulmuştu. Bu duygu yüreğime tokat gibi çarptı. Nerede olduğumdan çok, kiminle beraber olduğumu hatırlattı. İçimde şaha kalkmış hiddeti dizginlemeye çalıştım.
"Burayı nasıl buldun Yer fıstığı?"
Sesimi sakin çıkarabilmek için umutsuzca çaba harcıyordum ama o sanki ona bağırmışım gibi hıçkırarak ağlamaya başladı. Allah kahretsin! Kalbim yerinden sökülüyormuş gibi geldi. Üzüntüsü belki de bu hayatta taşıyamayacağım tek yüktü. Tam onu kollarımın arasına almak için adım atıyordum ki, arkamdan bir ses yükseldi.
"Ben söyledim."
Ayşin'in gözleri arkamdaki bir noktaya çevrilirken hıçkırıklarını durdurabilecekmiş gibi ellerini ağzına götürdü. Arkamdaki meraklı fedaiyi görmek için başımı omzumun üzerinden geriye doğru çevirdim. Sinek kaydı tıraşı, özenle taranmış kırlaşmış saçları, yüzündeki ciddi ifadesine uyumlu dik duruşuna rağmen kaygılı yakıcı bakışları tanıdık gelen adama baktım. Ona doğru döndüğümde kahverengi gözleri makinayı hatırlatan bir tavırla beni taramaya başladı. Sanki her hücremi hafızasına kazıyordu. Kimdi bu adam? Neden bu kadar tanıdıktı?
"Selam küçük adam."
Bu selamlaşma, zihnimin kuytu köşelerindeki bir anıyı yaktı. İşte şimdi dünyanın dibine vurmuştum. Bu kadarı benim için, nefes almayı unutturacak kadar ağırdı.
"Ben Emniyet Müdürü, Ömer Karaoğlan."
Bacaklarımın bağı çözüldü. Daha fazla beni taşıyamayacağını hissederek yere çöktüm. Ayşin düştüğümü sanmış olmalı ki telaşla iç çekti. Sanki tutabilecekmiş gibi bana koştu. Ömer denen adamsa kılını bile kıpırdatmamıştı.
"Ayşin, sen bizi arabada bekle."
Ayşin, bana baktı. Beni bırakmak istemiyordu. Ne yaparsam yapayım, ne kadar kırarsam kırayım, en ihtiyacım olduğunda orada olurdu. Tüm dünya bana sırtını dönse bile o dönmezdi biliyordum. "Ayşin." Otoriter seslenişine daha fazla karşı gelemeyen Yer fıstığı emrine harfiyen uydu. Yanımdan geçip giderken gözlerini benden ayırmadı. Belki benden gelebilecek en ufak bir kal mesajını bekliyordu ama şu anda ona kal demeye gücüm yoktu.
Ayşin yanımızdan uzaklaştıktan sonra bana doğru ağır adımlar atan adam yanımda çömeldi. Hala beni inceliyordu. "Sadece gülüşün değil, gözlerinde annene çok benziyor," dediğinde sitemle aldığım birkaç nefesin ardından kuruyan göz pınarlarım doldu taştı. Yaşların akmasını bir nebze olsun engelleyebilmek için gözlerimi kapattım. Öyle çaresizdim ki...
"Lütfen bunların hepsi bir rüya olsun."
"Zaten o gördüğün rüyalar seni buraya getirdi delikanlı."
Kirpiklerimi araladım. Geçmişin sisi, görüşümü bulanıklaştırmıştı belki ama zihnim hala açıktı. Şimdi anlıyordum Ayşin'in bu işlere neden giriştiğini. Lanet olsun. "Benim kim olduğumu hatırlıyor musun?" diye sorduğunda başımı, hiç gücüm kalmamışçasına salladım. Derin bir iç çekişi bakışlarımı ona çevirmeme neden oldu. Yüzünü net olarak göremesem de kaygılı olduğunu hissettim.
"Ben, annen ve baban-"
"O adam benim babam değil," diye uyardım. "Babammış gibi bahsetme." Hoşuna gitmiş bir şekilde tebessüm ederken "Patronunmuş gibi de bahsedemem," dedi sanki benim istediğim oymuş gibi.
"İsabet olur."
Bir anda ciddileşti. Konuşmasını baştan alarak "Ben, annen ve Okan yetimhaneden çocukluk arkadaşıydık. Hatta Okan'la ben kan kardeşiydim," dedi. Doğru mu duymuştum? Annem ve o adam yetimhanede mi büyümüştü? O yüzden mi bana kimse sahip çıkmamıştı? Peki ya Patron, kendi bu zorluğu yaşamışken nasıl olurda beni, göz göre göre o cehenneme yollardı? Hoş, çıkış biletimi de o kesmişti ama olsun.
Merakım hareketlenirken "O yüzden mi sürekli evimize geliyordun?" diye sordum küçük bir çocuk gibi. Bunu fark ettiğimdeyse durumu toparlamak adına "Yani rüyalarımda seni sürekli evde görüyordum," diye ekledim. "Şu anda karşımda olduğunda göre, belli ki onların hepsi gerçek." Gülümseyip gülümsemediğine emin olamadım adam başını hayır anlamında salladı.
"Annenin ölümünden birkaç ay öncesine kadar o eve adımımı atmadım ben."
Neden? Madem çocukluk arkadaşlarıydı. Ne olmuştu da birbirlerinden uzaklaşmışlardı? Aklımda dolaşan soruları seslendirmiş olmalıydım ki açıklamaya başladı.
"Belki kızacaksın ama annene oldum olası vurgundum ben. Uğuruna şiirler yazacak kadar." Tıslarcasına gülümserken 'Bir Aşık Veysel daha' diye iç geçirdim. "Ama hiçbir zaman açılma cesaretini gösteremedim. Uzaktan sevdim. Çok sevdim ve bunu bilen tek kişi Okan'dı." Sesi öyle bir tonda çıkmıştı ki, annemi gerçekten sevdiğini, ama Patron'a anlattığı içinde pişman olduğunu içimde bir yerde hissetmiştim.
"Annen de Okan'a tutkundu. Aklı beş karış havadaki Okan'a. Tabi o, benim duygularımı bildiği için yüz vermiyordu. Yani ben öyle sanmışım." Sesindeki kıskançlık ne kadar gizlemeye çalışırsa çalışsın fark ediliyordu. "Benim rahmetli babam, 17 yaşımda ortaya çıkınca yetimhaneden bir sene erken ayrıldım." Bakışları arkamdaki bir noktaya kayınca, dönüp baktım. Anneminkine göre daha eski duran mezar taşındaki ismi daha önce okuduğumu anımsadım. O babası mıydı?
'Bayram Karaoğlan'
"Benim yokluğumda ikisi sevgili olmuş, hatta birlikte olmuşlardı. Tabi ben bunu çok sonradan öğrendim. Öğrenir öğrenmez de, annene zarar gelmemesi için onlardan uzak durdum."
"Okan'ın ona zarar vereceğini önceden biliyor muydun yani?"
Başını evet anlamında sallarken "Okan rahatsızdı ve bununla ilgili tedavi görüyordu. Hoş, en ufak bir şeyde hastalığı nüksediyordu ama," dedi. Patron hasta mıydı? Peki neden tedavi gerektirecek kadar hasta olduğu hiçbir anı hatırlayamıyordum.
"Hastalığı neydi?" diye sorduğumda "Şizofreni," cevabını almak şah damarıma yumruk yemiş gibi hissettirdi. Patron'un tüm o gerçeklikle arasındaki bağlantıyı yitirdiği, gerçek olmayan olaylara inandığı anlar, kişiliğini değiştirdiği, düşüncelerini çarpıttığı, alıştığımızdan farklı davranışlar sergilediği zamanlar hastalığından dolayı mıydı? Allah kahretsin neden bunu fark edememiştim ben!
"Bunu çok iyi saklayacak bir iş yapıyor değil mi?"
"Bir dakika, bir dakika!" Ellerimi teslim olur gibi havaya kaldırdım. Kafamdaki taşları yerine oturtmaya çalışırken "Annemi bu yüzden mi öldürdü yani?" diye sordum. Başını onaylarcasına sallayıp "Temelde öyle," dedi inanılmaz rahat bir tavırla. "Kendi yaptıklarını annen yaşıyormuş gibi düşünüyordu. Yapmadığı eziyet kalmamıştı. Annen dayanamayıp beni arayınca her şeyi öğrendim. Müdahale etmeye çalıştım, annen izin vermedi. Korumaya çalıştım, Okan fark etti. Benim hala ona aşık olduğumu, annenin de bana karşılık verdiğini düşündü. Ben aşıktım ama annen bana hiçbir zaman karşılık vermedi. O ne yaparsa yapsın, aldatsın, canını yaksın Okan'dan başkasını düşünemeyecek kadar saplantılıydı."
Ömer denen adam konuşuyordu ama ben ona bakmak yerine hiddetimi annemin üzerinde yağdırıyordum. Nefret ediyordum. Ondan da, aşkından da...
Son cümlesiyle bir an tanıdığım birinden bahsediyormuşuz gibi geldi. Gözlerimi annemin mezarında dolaştırırken Yer fıstığı zihnime doldu. Yoksa ona âşık olmamın nedeni, içten içe anneme benzediğini hissettiğim için miydi? Benim yüzümden başına tonla olay gelmişti. Ölmemişti belki ama kıyısından dönmüştü. Bu da beni o adam yapardı. Babam.
"Annene öyle bakma Uraz. İnan bana bu hikâye de en suçsuz olan o."
Hem sinirlenmeme hem de savunmaya geçmeme neden olan şey, ağzından çıkan o haksız kelimeler silsilesiydi. İçimde kabaran öfkeyle başımı Ömer'e çevirdim. "Suçsuz mu?" Dudaklarım küçümser bir edayla büküldü. Dalga geçen kelimelerim ağzımdan birer küfür gibi döküldü. Oturduğum yerden kalkarken bunca öğrendiğim şeyden sonra bacaklarımın hala beni taşıyor olmasına şükretmeliydim. "Suçsuz olan kim biliyor musun?" diyerek birkaç adım geriledim. Annemin mezarını göstererek "O değil," dedim ve işaret parmağımı kendime doğru çevirdim. "Ben! Altı yaşındaydım ben. ALTI! Ne annem vardı, ne babam. Beni tanıyan kimse yoktu. Kimsesizdim. Neler yaşadım, neler gördüm? Neler hissettim biliyor musun? Sen neredeydin o zaman? Hayatımın içine sıçılırken neredeydin?"
Benim ardımdan ayağa kalkan adam, ellerini teslim olur gibi iki yana açarak, adım adım bana yaklaştı. Tavrı sanki bir suçluyu sakinleştirmeye çalışır gibiydi. "Annenin ölüm haberi geldiğinde Doğu görevindeydim Uraz. İzin almam birkaç günümü almıştı. Ben gelene kadar anneni kimsesizler mezarlığına gömmüşlerdi, seni de yetimhaneye göndermişlerdi. İlk iş olarak anneni babama emanet etmek için buraya taşıdım. Okan'ın ulaşamaması için farklı bir soyadı kullandım. Tüm bunlarla uğraşırken senin izini kaybettim çocuk."
"Bana çocuk deme!"
Kükreyişim mezarlığı inletti. Ömer olduğu yere mıhlandı. "Polissin lan sen! Polis! İstediğin an istediğin kişiye ulaşabilirsin. Kimi kandırıyorsun?" Dilime hükmedemiyordum. Karşımdaki adamsa kelime cambazı gibi tam kontrol sağlıyordu. "Babanı hafife alıyorsun."
"Bence seni gözümde büyütüyorum."
Dilimin ucuna yayılan iğrenç tattan kurtulmak istiyormuş gibi her kelimeyi tükürüyormuşcasına telaffuz ettim. "Kurt!" Siktir. Soyadımla hitap etmişti. Ciddiyetini bozmayan adam, sakinliğini korumak için ekstra çaba sarf ediyordu. Bunu kasılan çenesinin altında belirgin bir şekilde atan damardan anlayabiliyordum. "Seni tam bulduğumu sandığımda yetimhaneden kaçtın. Ben senelerdir, senin yüzünden Okan'ın peşindeyim. Emniyet Müdürüyüm lan ben! İşimi yaptıracak tonla adamım var. O baskını uzaktan yönetmem gerekirken, bizzat kendim girdim ateşin içine! Neden peki? Düşündün mü bunu hiç?" Her kelimede sesinin oktavı biraz daha arttı. "Senin için ulan! Senin orada olduğunu bildiğim için. Seni bulabilmek için!" Beni göstererek, bana doğru geldi ve en sonunda göğsümü delmek istercesine işaret parmağını bastırdı. "Annenin emanetisin bana," derken elini enseme kaydırdı ve sanki beni sakinleştirebilecekmiş gibi, var gücüyle sıktı. Alnını anlıma sertçe yaslarken kan çanağına döndüğünü fark ettiğim gözlerini bir an olsun benden ayırmadı. "Eğer o gün kaçmasaydın, şu an çok başka şeyler konuşuyor olacaktık." Derin bir için ardından beni kendine çekti ve beklemediğim bir babacanlıkla sarıldı. Buna hazırlıksız yakalanmıştım ve işin kötü tarafı bu çok iyi gelmişti. Ellerim boşlukta sallansa da, yüreğimle ona sarılmış gibiydim. Ben kollarının arasındayken baskından sonra olan her şeyi tek tek anlattı. Patron'u sorguya çekişini, ona yakın olan herkese zarar verdiği için, beni uzaktan takip ettiğini, her zaman bir gözünün üzerimde olduğunu, yalnız olmadığımı, kimsesiz hiç olmadığımı...
"Şimdi bana yardım etmelisin."
Sarılmayı bıraksa da ellerini omuzlarımdan çekmedi ve var gücünle sıkmaya başladı. "Eğer hayatının intikamını almak istiyorsan, yardım etmek zorundasın."
* * * * * * *
'Acı bir saati on saat yapar.'
Shakespeare
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ŞAH MAT (TAMAMLANDI) +18
Teen FictionMerhaba! Eğer bu satırları okuyorsan, senin bir yerlerden dikkatini çekebilmişiz demektir. Şu anda girdiğin bu kitap, 2016 yılında Watty birincilik ödülünü kazanan ve çıktığı ilk andan itibaren çok satanlara giren üç kitaplık seriyi kapsamaktadır; Ş...